OLTADAKİ BALIK TÜRKİYE NASIL TESLİM ALINDI? * AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ İLE YAPILAN İKİLİ ANTLAŞMALAR

Bu önemli yazı, yakın zamanda kaybettiğimiz Yurtsever Aydın Metin Aydoğan’a aittir.
Değerli Aydoğan’ı rahmetle ve saygıyla anarak okumanıza sunuyorum.
Naci Kaptan / 23.08.2020 / 31.08.2023

AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ İLE YAPILAN İKİLİ ANTLAŞMALAR
ABD ile yapılan ilk ikili anlaşma, 23 Şubat 1945 tarihinde imzalandı. Borç alma ve kiralamalarla ilgili olan bu anlaşma TBMM’de 4780 sayıyla yasalaştı. Anlaşmanın temel özelliği, adın Karşılıklı yardımda bulunmasına rağmen, ABD’deki nüfusun Türkiye tarafından kabul edilmesi ve Türkiye’yi ağır beyanlar dışında sokmasıydı.
Anlaşmada, ‘Koruyucu Hükümler’ olarak yer alan şeylerle, Türkiye’nin değil ABD’nin ‘hakları’ korunuyordu. Anlaşmanın II. maddesi şöyleydi:
TC hükümeti, görevli olduğu hizmetleri, güvenlikleri ya da bilgileri ABD’ye teslim edecektir.’ Böyle bir çılgın bağımsız iki ülke arasında yapılan bir anlaşmada yer alması, örnek olan bir uygulama değildir. TC hükümeti, ABD’ye hizmet sunmakla görevli olacak ve bu görevin sınırı da belli olmayacaktı.


ABD ile yapılan ikinci anlaşma, 27 Şubat 1946 gün ve 4882 sayılı yasayla kabul edilen kredi anlaşmasıdır. Bu anlaşmanın özü farklı yerlerde ABD’nin elinde kalan ve ülkesine geri götürmesi pahalı olan eskimiş savaş sanatı malzemeleri satın alınmasıyla Türkiye’ye borç borcuydu.
Türkiye 1950’ye dek ABD ile 7 Mayıs 1946 tarihli Borçların Tasfiyesi ile İlişkili Anlaşması, 6 Aralık 1946 tarihli Kahire tahsisine Ek Anlaşması, 12 Temmuz 1947 tarihli Askeri Yardım tahsisini ve 27 Aralık 1949 tarihli bir başka Askeri Yardım tahsisini devretti.
Demokrat Parti döneminde, 1954 yılında uluslararası petrol araştırmacısının adamı Max Bell’in hazırladığı ve Atatürk’ün çok önem verdiği petroldeki devlet tekelini kaldıran Petrol yasası kaldırıldı. Bu yasanın 136. maddesi şöyleydi: Bu yasa yabancı damga izni olmadan değiştirilemez.
23 Haziran 1954 yılında Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri arasında Vergi Muafiyetleri tahsisi imzalandı. Amerikalıların bu anlaşmadan yararlandığı, Türkiye’deki ABD varlığının adeta devlet içinde devlet haline gelmesini sağlayan ve ABD’dekilere vergisiz, gümrüksüz, denetimsiz ve yargı organlarından uzak, yasa üstü bir statüde bulunuyordu.
1959 yılında millileştirmenin muhatabının ABD hükümetinin yapılmasını kabul eden, İstimlâk ve Müsadere Garantisi dağıtımı yasalaştırılıyor ve bu yasaya Erzurum Milletvekili Sabri Dilek, ‘Bu anlaşmanın kabulüyle kapitülasyonlar geri getirilmektedir. Bu anlaşma ile Amerikalılara açıkça imtiyaz veriliyor diye tepki gösteriliyordu.
ABD ile Türkiye arasında 12 Kasım 1956 tarihinde Tarım Ürünleri tahsisi imzalandı. 24 Eylül 1963 gün ve 11513 sayılı Resmi Gazete’de resmi olarak kayıtlı kişilere giren bu anlaşmaya göre, ABD Türkiye’ye 46,3 milyon tane (o zaman 1 dolar 10 liraydı) buğday, arpa, mısır, kaldırıldı et, konserve, sığır eti, don yağı ve soya yağı satılacaktı.
Bu ürünler az gelişmiş bir tarım ülkesi olan Türkiye’nin temel ürünleriydi ve bunlar ABD gibi bir ülkede eşit olmayan rekabete terk ediliyordu. Ama daha vahim olanı anlaşmasının 2. ve 3. maddeleriydi. 2. madde şöyleydi: Türkiye’nin yetiştirdiği ve bu anlaşmanın adı geçen ya da benzer şekilde piyasaya sürülen Türkiye’den yapılan Birleşik ihracat görüntülenerek yeniden düzenlenecektir.’ 3, çıldırtıcı bendi ise, Türk ve Amerikan hükümetleri Türkiye’de Amerikan mallarına karşı talebi artırmak için birlikte hareket edeceklerdir’ diyordu.

31 Mayıs 1968 tarihinde yapılan ve 12978 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmış, Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri resimleri Arasında Kredi tahsisi; Türkiye’yi ekonomik, mali ve siyasi bağımlılığa sürükleyen koşullu kredi anlaşmazlıklarına hikayeler bir örnektir. Anlaşma 30,5 milyonluk bir anlaşmaydı ve Türkiye’nin bu birikimleri ayrılmıştı. Etibank’ın Ergani hariç tüm bakır işletmelerini ABD’nin denetimi altında Karadeniz Bakır İşletmeleri A.Ş.’ye devretmesini şarta bağlı anlaşmanın 3. maddesi şöyleydi:
‘Şirketin kuruluş sözleşmesi, tescil belgesi, organizasyon takvimi, Türk kredisinin şirketin kredi alacağına ilişkin hükümetle şirket arasında yapılmış olan sözleşmenin tasdikli bir örneği, yönetim kurulu üyelerinin isimleri Türkiye’deki Amerikan Yardım Teşkilatına (AID) bildirilecektir. ABD’nin bütün bunlara uygun görülmesi durumunda kredi ödemesi yapılacaktır.’
ABD ile yapılan ikili anlaşmalar burada konuşulanlardan çok daha kapsamlı ve büyük bir karışıklık içindedir. İlgili ve sorumlu Türk makamları, Amerikalılarla yapılan anlaşmaların anlamı ve kapsamının ne olduğunu, ne zaman imzalandığını ve hangi koşulları taşıdıklarını bilmiyorlardı. Bu karışıklıktan Amerikalılar geniş ölçüde yararlanarak Türkiye’de diledikleri gibi hareket etmişler ve değişmeyenler bile anlaşma var gibi uygulama yapmışlardı.
Orgeneral Refik Tulga bu konuda 1969 yılında şu açıklamayı yaptı; “Genelkurmay, bir anlaşmaya dayanmadan kullanılan Sinop ve Yalova havaalanları için, Amerikalılara ‘buradan çıkmak’ diyordu. Amerikalıların süreci ‘bize federalyi hükümete verdi’ oluyordu. ‘Anlaşmayı olmayan’ den anında Amerikalılar ‘anlaşma yok’ demekten başka yanıt bulamıyorlardı.”
Türkiye ile Batılılar arasında uzun süre içinde gelişme anlaşmaları setinin temel özelliği, Türkiye pazarının adım adım yabancı rekabete açılması ve büyümenin ulusal tarım ve sanayinin gelişmesinin engellenmesiydi ABD ve AB kaynaklı programlar ve bu programların dayanağı olan yabancı uzman raporlarıyla gerçekleştiriliyordu.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin yardımlarına yön vermek üzere Amerikalı ekonomist Thornburg Türk ekonomileri incelendi ve Türkiye’nin “Bugünkü Ekonomik Durumunun Eleştirisi” adlı bir rapor düzenlendi. Atatürk dönemi ekonomik büyümeyi eleştirmekle başlayan raporu, Türkiye’nin ağır sanayii kurma girişimine karşı çıkıyor, Karabük demir-çelik tesislerinin tasfiyesini istiyor ve 125 lokomotif imalat gücü kapasitesinde bir fabrika kurma projesini reddediyordu.
Thornburg, Türkiye’nin lokomotif fabrikaları için istediği krediyi kastederek, Türkler bu şekilde işlemleri dolarlarımızın süresi boyunca ABD’de kalması daha iyi olacaktır’ diyor ve Türkiye’nin makinesi, uçak ve dizel motor yapımı üretime kesin bir biçimde karşı amaçlı, Türkiye’yi bu tür düşüncelerden vazgeçmesi yönünde adeta tehdit ediyor: ‘Amerikalılar böyle düşünenleri iyi çalışma arkadaşları saymazlar.’ Thornburg Raporu, bugün Türkiye’ye kurtarıcı gibi taşınan Kemal Derviş’in, Dünya Bankası yetkilisi olarak 1978 yılında Türkiye için hazırladığı raporun hemen aynısıydı.
Atatürk dönemindeki ekonomik atılımlar ve bu atılımları planlayan, uygulayan ve geliştiren Kadroların açıklamalarını öngören Thornburg anlayışı, Türkiye’de sürekli bir biçimde iktidar oldu. Bu iktidarın somut beyanı olan hükümetin hemen toplamda, anti-Kemalist politikalar yürüttüler. Atatürk’ün Türkiye için başarısızlıkları gördüğü anda hemen onun girişimini uygulamaya koydular. Thornburg Raporu’yla aynı anlayışa sahip olan ve Atatürk döneminde rafa kaldırılan 1800 sayfalık Dorr Raporu yeniden gündeme getirildi ve getiriliyor. 1945’ten sonra yeniden Türkiye’ye gelen Dorr’a olağanüstü ilgi gösterdi ve bazı hükümet üyeleri Dorr’a, “Raporun kendileri için kutsal kitap olduğunu” söylediler.

1945’ten sonra motor ve ağır sanayi yatırımlarından vazgeçildi ve bu yöndeki eğilimler resmi politikadan çıkarıldı. Türkiye, yabancı sermayeye denetimsiz olarak açıldı; gübre ve tarım ürünleri ithalata yöneldi; yoğun olarak dış borç alındı; NATO’ya girildi;
Petrol Kanunu çıkarılarak petrol işletmeciliği devlet tekelinden çıkarıldı; KİT’lerin satılacağı açıklandı. Yasa dışı satışlar ve karaborsayla palazlanan zenginler türedi, arazi spekülatörleri ve büyük toprak sahipleri, uluslararası temsilciliklerini topladılar. CHP, 1947’de programı değiştirildi ve Demir-Çelik Kombinaları, Genel Makine Fabrikası, Elektrolitik Bakır Kombinası gibi ağır sanayi projelerinden vazgeçildiğini duyurdu. MKE’nin (Makine Kimya Endüstrisi) gerçekleştirdiği ve Danimarka dahil birçok ülkede ihraç edilen 8 kişilik yolcu uçağı üretimine son verildi.
Türkiye, Batıya bağlanmanın yeni bir aşaması olan Avrupa Birliği (olağan adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu-AET) döneminde 20 yıllık anti-Kemalist uygulamaları içeriyordu ve sonra böyle geldi. 1959’da kayıt olmak için AET’ye başvurduğunda, Türkiye Atatürk’ün 1938’de bıraktığı Türkiye’den çok farklı bir yerdeydi. Tam aralıktan harcamaların, emperyalist bloklarla ittifak yapmayan, kendi gücüne dayanarak kalkınan ve dünyanın hiçbir ülkesine en küçük bir kesilmeyen, borçsuz ve bağlantısız Türkiye’nin yerinde;
İç ve dış siyasette özgürce karar üretemeyen, açık bütçeli, sanayileşemeyen ve sürekli borçlanan bir Türkiye vardı. Ülkeyi yönetenler Batıya bağlanmaktan başka bir yolun olmadığını söylüyor, söylemleri yönünde uygulamalar yapıyor, çoğunlukla bu uygulamalar Atatürkçülük adına devam ediyor ileri sürüyorlardı.
Atatürk’ün ölümüyle başlayan ve 1963 yılında AB ile imzalanan Ankara transferi’na dek geçen 25 yıllık geri dönüş süreci içinde, uygulanan uygulamalar ve bu saklanma Türkiye’yi değiştirilmiş durum şuydu:
1- Türkiye, imzaladığı çok sayıda uluslararası ve ikili anlaşmayla yönetim inisiyatiflerini önemli oranda yitirdi ve egemenlik haklarıyla değiştirirse durum geldi, Atatürk’ün yaşamsal durumuna önem verildiği tam olarak kaldığından vazgeçildi ve Tanzimat Batıcılığının yeniden düzenlendiği devlet politikası haline geldi.
2- Ulusal sanayi yatırımları durduruldu, dış yönlendirmelere bağlı olarak ‘savaş zenginleri ve dış borca ​​dayanılarak tüketime yönelik montaj yatırımlarına yönelindi. Dışardan alınan borçlar, Teşvik kredisi adıyla, yerli ortak bularak yatırım yapan uluslararası şirketlere devredildi ve özgür Batıya bağlamış olan yeni bir işbirlikçi zümre yaratıldı.
3- Yabancılara hemen her alanda imtiyaz hakları tanındı. Petrol başta olmak üzere tüm üretilenler yabancı sermaye yatırımına açıldı. Yatırımcıların yönetimlerine, dışarıda eğitim gören ve Batı değerlerini temsil eden kadrolar getirildi. Ulusçu ve Atatürkçü kadrolar devletin yönetiminden uzaklaştırıldı.
4- Dış ticaret ve bütçe dengeleri bozuldu. İhracatın ithalatı karşılama oranı sürekli küçüldü ve bütçe açıkları hızla arttı. Bu olumsuz gelişmenin doğal sonucu olarak ve giderek artan bir dağılımda dış borçlanmaya gidildi. Milli kambiyo tükendi, Türk parası sürekli değer yitirdi.
5- ‘Eğitim Birliği’ ilkesi uygulamadan uzaklaştırıldı ve Türkiye’ye her çeşit insan yetiştiren bir ülke haline getirildi. Misyoner okulları, tarikat mektepleri, paralı kolejler, imam hatip kursları ve okulları, yabancı dilde eğitim yaygınlaştırıldı. Köy enstitüleri ve köy öğretmen okulları, ulusal düzeyde eğitime tabi tutulmuştur.
6- Bağımsız ve bağlantısız olanlarla tüm dünyada saygı uyandıran Atatürkçü dış siyasetten vazgeçildi. Batı politikalarının dümen suyuna gidildi. Türk ordusunun büyük bölümü NATO emrine verildi. Kore’ye asker gönderildi. Kurtuluş Savaşı ile örnek olunan ve anti-emperyalist bir mücadeleyle giren ‘mazlum’ uluslar değil, büyük devletler desteklendi. Kemalist Cumhuriyetin saygınlığı yitirildi.
7- Gelişmiş ülkelerin kuruluşlarında kuruluşunda hemen tüm uluslararası örgütlere üye olundu. Truman Doktrini, Marshall Planı, IMF, Dünya Bankası, Gümrük Tarifeleri Genel Ayrılma ve Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü politikalarıyla emperyalizm Türkiye’de içsel bir olgu haline getirildi; Türkiye’nin geleceğine bu örgütler karar verir hale geldi.
8- Atatürk döneminde sıkı bir sistemin denetlenmesi ve ulusun hiçbir faaliyetine izin verilmeyen Fener Rum Patrikhanesi’ne izinli bir hoşgörülmüştür. CIA görevlisi Athenagoros Bakanlar Kurulu ile Türk vatandaşlığının geçirilerek patrik yapıldı; Milli Eğitim Bakanlığı Heybeliada Ruhban Okulu’nun İlahiyat Yüksek Okulu adıyla, İlahiyat Fakültesi haline getirilmesine izin verdi.
9- Sınır komşularıyla, Atatürk dönemi dostluk dostluk ilişkiler kalıcı düşmanlıklara dönüştürüldü. Sovyetler Birliği ve Yunanistan birinci bileşen tehdidi düşmanlar haline geldi. Menderes hükümeti Irak’a askeri müdahale yapmaya kalkıştı. Türkiye ‘düşmanlarla’ küresel bir ülke haline geldi.
10- Yaygın ve etkili bir kültürel yozlaşma yaşandı. Atatürk’ün bizzat katıldığı Türk dili ve tarihi gelişmelerin gelişmediği gibi yapılanlar, sistemli bir karşı çıkışla ortadan ayrıldı. Özellikle Amerikan yapımı ‘kültür’ ürünleri saklanan programlarla yaygınlaştırıldı. Toplumsal değerler ve ulusal kimlik kalıcı bozulmalara uğrar. Demokratik olarak hiçbir gelişmeye izin verilmedi. Parçalar ve örgütler birleştirilir. Atatürk’ün özellikle emperyalizme karşı söylemleri bile ‘suç’ olarak değerlendirildi. Köy fakültesi çıkışlılar başlangıçta olmak üzere hemen tüm ulusçu aydınlar baskı”ya alındılar, cezai kovuşturmaya maruz kaldılar. Türkiye, kendi aydınlarını yok eden bir ülke haline geldi.
Metin Aydoğan, Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye
http://www.akintarih.com/turktarihi/cumhuriyetdonemi/abd.htm
This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, DIŞ POLİTİKA, İHANET VE YABANCI YANDAŞLAR, SİYASİ TARİH. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *