DİYANETİN GÖREVİ BİRLEŞTİRİCİ VE BÜTÜNLEŞTİRİCİ OLMASI VE DİN ALANINDA HİZMET VERMESİDİR FAKAT HER KONUDA FETVA VEREREK TOPLUMU DİNDEN SOĞUTUYOR VE BÖLÜYOR, ATATÜRK VE LAİKLİĞE DÜŞMANLIK YAPIYOR * Asıl size “lânet” olsun!… * Damat Ferit hükümetinde şeyhülislam olarak görev yapan ve ne utanç verici ki, adı Tokat’ta bir okula verilen Mustafa Sabri, Kuva-yi Milliye ve Mustafa Kemal hakkında “katli vaciptir” fetvaları verirken, Ankara müftüsü Rıfat Börekçi cumhuriyeti kurmak için çırpınan kuvvacıların yanında yer alıyordu…

Mehmet Faraç / 27 07 2020

Asıl size “lânet” olsun!…

“Gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet” diyerek, sadece o günlerde değil, sonrasında piyasaya çıkacak (!) zavallılarla ilgili de müthiş bir saptama yapmıştı Gazi!..
Çünkü ;
Atatürk‘ün “Gençliğe Hitabe”sindeki bu saptama sadece ülkeyi kuşatmaya çalışan yabancı işgal güçlerine yönelik bir tepkiyi göstermiyor, devamındaki satırlar “cebren ve hile ile” “bütün kaleleri zaptedilen, bütün tersaneleri”ne girilen bir ülkede, ecnebilerin kirli planlarına ortaklık eden “memleketin dahilinde”, hıyanet içindeki düşmanlara da dikkat çekiyordu…
Velhasıl, Kurtuluş Savaşı sürerken de, cumhuriyet kurulurken de, işgalci güçlerin kiralık hançerleri gibi Anadolu topraklarında dolaşan hainler, bir yandan Atatürk’le ilgili ölüm fetvaları yayımlıyor, diğer taraftan da emperyalistlerle çıkar uğruna işbirliği yaparak halkı Kuva-yi Milliye’ye karşı kışkırtıyordu…
Kurtuluş Savaşı‘nda İngilizlerle işbirliği yaparak, işgal güçlerine Anadolu yollarını açan, fetva ve iftiralarla milli unsurların bertaraf edilmesi için çırpınan ihanet şebekelerinin büyük bölümü, din kisvesi adı altında dolaşan mollalar, şeyhler ve gerici yobazlardı…
Osmanlı’yı İngiliz mandası yapmak için çırpınan zavallıların, memleketin her köşesi üzerinde pazarlıklar yaptığı bir dönemde, eğitimsiz-cahil bırakılmış 10 milyon kadar nüfuslu toprakların işgalden kurtarılması için mücadele eden Mustafa Kemal, yalnızca Anadolu’yu parçalamaya çalışan emperyalist güçlerle değil, bunların yerli işbirlikçileri ile de mücadele ediyordu…
Yani, Gazi‘nin karşısında, Anadolu’da bağnazlığı ve köleliği dayatan zihniyetler de birer düşman unsuru gibi çalışıyordu…
Din ve millet düşmanları durmadı…
Çanakkale Zaferi ile bağımsızlık kapısı açılan Anadolu topraklarında kurtuluş umudu belirirken, 1919’dan itibaren yurdun dört bir köşesinde kuvvacı grupları biraraya toplayarak emperyalistlere karşı mücadele bayrağını açan Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi’nde “Vatan bir bütündür, parçalanamaz” derken yanında Anadolu’nun saygın din adamları vardı…
İşte Damat Ferit hükümetinde şeyhülislam olarak görev yapan ve ne utanç verici ki, adı Tokat’ta bir okula verilen Mustafa Sabri, Kuva-yi Milliye ve Mustafa Kemal hakkında “katli vaciptir” fetvaları verirken, Ankara müftüsü Rıfat Börekçi cumhuriyeti kurmak için çırpınan kuvvacıların yanında yer alıyordu…
Emperyalizmin iç ve dış odakları temizlendikten sonra, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet kurulurken, Mustafa Kemal;
“Allah’ın izniyle Nisan’ın yirmiüçüncü cuma günü, cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açılacaktır.
Açılış gününü cumaya tesadüf ettirmekle, o günün mübarekliğinden istifade edip, bütün milletvekilleriyle birlikte Hacı Bayram Veli Camisi’nde cuma namazı kılınarak, Kuran’dan ve namazdan feyz alınacaktır” derken de, saygın din adamlarıyla birlikte dua etmişti…
Gazi’yi bir çok yerde gerçek din adamlarıyla birlikte gösteren fotoğraflar, cumhuriyetin kuruluşu yolunda inançlı insanların toplum üzerindeki gücünün ne denli etkili olduğunun da işaretiydi…
Gazi, halkın gerçek dinini öğrenmesi ve bu konunun  İslam’ı en iyi biçimde anlatacak uzmanlar elinde ilerlemesi için de, 1924 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuş, bu şekilde hem bağnazların ortada cirit atmasına engel olmak istemiş, hem de din ve devlet işlerini ayırarak toplumun aydınlanma sürecinde yaşamasına zemin hazırlamayı tasarlamıştı…
Diyanet’in ilk başkanlığına Rıfat Börekçi’yi getiren Gazi Mustafa Kemal, bağnazlardan, işbirlikçi mollalar ve şeyh kılıklı gericilerden memleketin çok çektiğinin farkındaydı ki, 1925’te tekke ve zaviyeleri kapatarak hem din sömürüsü ile rant elde eden gericileri bertaraf etmeye çalışmış, hem de gerçek Müslümanların zihinlerinin karıştırılmasına engel olmak istemişti…
Ancak Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da bağnaz unsurlar, ülkeyi İngilizlere peşkeş çekmeye çalışan hilafet artıklarının memleketi terk etmesine çok üzülmüş olmalılar ki, Atatürk‘e yönelik saldırgan tutumlarını sürdürmekten geri durmadılar…
O yobazlardan biri de Atatürk‘le ilgili ölüm fermanı vermesine rağmen iftiracı güruhun, “1926’da şapka takmadığı gerekçesiyle idam edildi” yalanını yaydıkları İskilipli Atıf hocaydı…
Bu olayın ardından durmayan yobazlar, Derviş Mehmet adlı bağnazın arkasında toplanarak, 1930’da Menemen’de asteğmen Kubilay’ın başını kesecek kadar ihanet içine düşmüşlerdi…
Atatürk’e saldıran insafsızlar!..
Yukarıdaki kronolojik saptamaların mesajı bellidir…
Anadolu; Osmanlı yönetiminde geriye giderken de, düşmana Çanakkale’de set kurulurken de, Bandırma Vapuru Samsun’a ilerlerken de, Sivas ve Erzurum kongreleri yapılırken de, Kurtuluş Savaşı devam ederken de, kuvacı unsurlar emperyalizmin artıklarını Anadolu topraklarından atmaya çalışırken de, milli güçlerin önündeki tek engel işgalciler değildi…
Böl-parçala-yönet zihniyetiyle memleketi işgal etmeye çalışan emperyalistlerin en büyük destekçisi ve Atatürk‘ün mücadelesi önündeki en büyük sorun, sözde din adamı geçinen bağnazlardı…
Tekke ve zaviyelerin kapatılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kurulması ve hilafetin kaldırılmasıyla birlikte, ellerini toplumun yakasından çeken gericiler,
Atatürk’ün erken yaşta vefatının ardından, 1950’lerden itibaren dincilikten siyasi rant elde etme projesi yaşama geçirilince, yeniden hareket alanı bulmuştu…
Tarikat ve cemaatler, 1990’larda başbakanlık konutunda ağırlandıktan sonra cesaretlenen FETÖ adı altındaki bir grup da, özellikle AKP desteğinde, devletin içerisinde “paralel yapı” oluşturacak kadar palazlanmış, sonra da “darbe”ye kalkışmıştı…
Bu bir tesadüf değildi ki; Türkiye 1950’den 2020’ye kadar geçen süreçte de ne çektiyse, kendilerine din adamı, şeyh, molla, efendi tarikat- cemaat lideri diyen, halkı dincilik üzerinden sömüren bağnaz şebekelerden çekti…
Ve ne tuhaf ki, Atatürk’ün kurduğu Diyanet İşleri’nin başındaki zat, Gazi‘ye ve laik cumhuriyete ağır hakaretler eden “fesli” bir zavallıyı hasta yatağında ziyaret ederek, tarafını önceden belli etmekten kaçınmamış, Diyanet’in ne tür bir zihniyetin elinde olduğunu da fotoğraflarla ifşa etmekten geri durmamıştı!..
Gelelim meselenin özetine; Atatürk‘ün, düşmanın elinden kurtararak koruma altına aldığı ve bu günlere ulaşmasını sağladığı Ayasofya’nın (tam da Lozan zaferinin yıldönümünde) cami olarak açılışında, ne yazık ki kendi kurduğu Diyanet’in başında oturan Ali Erbaş adlı zat, adını anmadan bu ülkenin kurucusuna “lanet” yağdırdı ve infial yarattı…
Sormak lazım; Atatürk‘e “katli vaciptir” fetvaları veren, Kurtuluş Savaşı‘nı engellemeye çalışan, cumhuriyetin kuruluşunun önüne set çekmek için çırpınan, Gazi’nin ölümünün ardından da saldırılarını durdurmayan bağnazların karşısında durması gereken Diyanet İşleri Başkanı kime ve neye hizmet ediyor acaba?..
Söyler misiniz; asıl “lanet” Atatürk’e mi yağdırılmalı, yoksa cumhuriyetin uzun yıllar mücadele ettiği din, vatan ve millet düşmanlarıyla onların halen piyasada dolaşan kriptolarına mı?..
https://www.yenicaggazetesi.com.tr/asil-size-lanet-olsun-56381yy.htm.
This entry was posted in DİN-İNANÇ, İrtica, YOBAZLIK - GERİCİLİK, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *