Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü * Bölüm 3 / 4

BÖLÜM 1 – 2 https://nacikaptan.com/?p=79174 Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü

Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü – 3

Yazan: Osman Başıbüyük, Sunsavunma

BALKAN SAVAŞLARI
Önceki 2 bölümde müneccimlerin başımıza ne işler açtığını, Almanların Büyük Oyununu, Cihad ve İttihat-ı İslam projesini, içeriden adam devşirme yöntemlerini, Rus-Japon Savaşı’nın tarihimizdeki önemini, Osmanlı’yı paylaşma projesini, ilk Cihad denemesi Trablusgarp Savaşı’nı farklı bir bakış açısıyla anlatmıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Tekrar tarihin tozlu sayfalarına geri dönelim. 8 Ekim 1912’de İngiliz, Fransız ve Rusların kışkırtmasıyla Bakan Savaşları başlayınca Libya’daki Türk subaylarının çoğu İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Libya İtalyanlar teslim oldu.
Balkan Savaşları tarihimizin en acı yenilgisidir. Bulgarlar, Edirne ve Çatalca önlerine kadar gelmişken içeride İttihat ve Terakki Fırkası (Partisi) ile muhalifi Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasında ölümüne bir çekişme vardı. Çekişmenin perde arkasında yatan asıl sorun, Musul’da petrol bulunmuş olmasıydı. Almanlar, Halep’ten direk Bağdat’a gitmesi planlanan Berlin-Bağdat demiryolunun güzergahını Musul’a doğru çevirip, Deutsche Bank güzergahın 20 km sağ ve solundaki yeraltı-yer üstü tüm doğal kaynakların işletme imtiyazını alınca, İngilizler Balkan Savaşını tetiklemişti. İstanbul’daki iki parti farkında değildi ama aslında Osmanlı’nın zenginliklerini Almanlar mı yoksa İngilizler mi sömürsün kavgası yapıyorlardı.
İttihatçılar, Sadrazam (Başbakan) Kâmil Paşa’nın Edirne’yi kurtarmak ve savaşı lehimize çevirmek için İngilizlerle anlaşacağı endişesine kapılmıştı. Bu sebeple İngilizci olarak düşündükleri Kâmil Paşayı devirmeye karar verdiler. Almancı Binbaşı Enver Bey ve arkadaşları, 23 Ocak 1913’te Bab-ı Ali’yi (Hükümet Konağı) basarak Sadrazam Kâmil Paşa’yı istifa ettirdi. Baskına aktif olarak katılanlar arasında Talat Bey, Yakub Cemil, Mustafa Necip, Sapancalı Hakkı, Mithat Şükrü Bey ve Filibeli Hilmi vardı. Darbeciler, kendilerine yakın gördükleri Mahmud Şevket Paşa’yı iktidara getirdi.[37[ 17-25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimleri de benzer bir sebeple yapılmadı mı? Türkiye, Amerika’dan uzaklaşıp Rusya’ya yanaşınca birileri düğmeye basmadı mı? Neyse konumuza dönelim. Kısa süre sonra 27 Ekim 1913’te Limon von Sanders komutasındaki Alman heyetiyle 5 senelik hizmet sözleşmesi imzalandı.[38] Müneccimler bize akıl vermeye devam edecekti.
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Osmanlı topraklarındaki petrolü paylaşma konusunda çekişmekte olan İngiltere ve Almanya arasında sıkışmış kalmıştı. Almanya, onun Alman çıkarlarını İngiltere baskılarına karşı korumakta yetersiz olduğu kanısındaydı.[39] Mahmut Şevket Paşa, 11 Haziran 1913’te bir suikastla öldürüldü. Aman ha suikast timlerine bugün de dikkat. Herkes suikastta İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin rolü olduğunu düşünüyordu. Gizli bir örgüt, Sadrazamı öldürmüştü! Arkasından dönemin padişahı gibi bir kukla olacak Said Halim Paşa, iktidara getirildi.[40] Bundan sonra İttihat ve Terakki’nin üç önderi Enver, Cemal ve Talat Beyler tüm yönetime hâkim oldular.
Artık Galata Köprüsü üzerinde gazeteci öldürülüyor, muhalif aydınlar Sinop’a sürülüyor, Osmanlı İmparatorluğu tek parti diktatörlüğü altında çöküşüne doğru yol almaya başlıyordu. Yazılı hemen hemen hiçbir belge olmadan, Teşkilat-ı Mahsusa “TURAN’a gidilecek” aldatmacasıyla var gücüyle propaganda yapıyordu. [41] Benzer süreçler benzer sonuçları doğurur bunu unutmayın.

TÜRKİYE’DE PARTİ NASIL KURULUR?
İttihat ve Terakki kapalı kapılar arkasında gizlice kurulmuş bir cemiyetti. Amacı “tek adam yönetimi”nden kurtulmaktı. Ki o zaman iktidar da II. Abdülhamid vardı. İttihatçılar ülkenin anayasal meşrutiyetle yönetilmesini istiyordu. Dönemin zenginleri, seçilmiş meclis yoluyla iktidara ortak olmak ve anayasayla kendilerini hukuki güvence altına almak istiyordu. Gerçekten de tek adam yönetiminde (mutlakiyet) yatırım yapmak ve sermaye birikimi yoluyla ülkeye hizmet etme imkânı yoktu. Padişah, kendisine tehdit oluşturacak kadar güçlenmiş bir zengini sürgüne gönderip, servetine el koyabiliyordu. Meşrutiyet yönetimi ve anayasa, zenginlerin mal ve can güvenliğini emniyete almaları için bir zorunluluktu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne inanç ve etnik köken ayırımı yapılmadan sivil-asker bütün Osmanlı uyrukları kabul ediliyordu. Her üye, girişte 5 maddeden oluşan bir yemin etmek zorundaydı. Yeminin son maddesi, bütün vatandaşların hayat, mal ve onurunu koruma sorumluluğu getirmekteydi. Hatta söylediklerine göre parti bir ayaklanma durumunda yabancıların mallarını korumak ve Avrupa’nın müdahalesini engellemek için bir tür milis kuvveti de organize etmişti.[42]
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucuları arasında çok sayıda Mason ve Sabetaist vardı. Mesela Sadrazam yaptıkları Said Halim Paşa, Masondu; Masonluğu babasından almıştı. [43] Binbaşı Enver Bey Bektaşi-Masondu.[44] İttihat ve Terakki’nin ünlü Maliye Nazırı (Bakanı) Cavid Bey, Sabetaist Karakaşi grubunun ruhani önderiydi.[45] Talat Paşa’nın bir bağlantısı var mı? Bilmiyoruz. Türkiye’deki ilk demiryollarını finanse eden demiryolu kralı Baron Mautritz Hirsch, 1873’ün Aralık ayında özellikle Osmanlı Yahudilerinin eğitiminde harcanmak üzere Alyans okullarına 1 milyon frank bağışlamıştı. Talat Paşa, Edirne Alyans okullarında öğretmenlik yapmıştı.[46]
Şimdi bir tespit ile devam edelim. Kapalı kapılar arkasında parti kurma geleneği İttihat ve Terakki ile başlar. Bu durum Atatürk dönemi hariç bugün de böyledir. Önce parti kurma izini alınır veya doğrudan bir parti kurulur ama sonra mutlaka Amerika’ya gidilir, Nakşibendi-Kadiri-Arusi-Melami Şeyhi vasıtasıyla icazet alınır ve ancak bu yolla iktidar olunur. Vatandaş da kendisini en milli en yerli hükümetin yönettiğini zanneder! Mesela bu hükümetler bağıra bağıra İsrail’e küfrederler ama hiçbiri iş icraata gelince en ufak bir hamle bile yapamazlar. Bu icazetle kurulan partiler ne zaman yoldan çıksa hemen seçim oyunlarıyla iktidardan gönderilir; olmadı son çare darbeyle devrilir. Bazen de devrilmek istenen hükümet korkudan akıllanır! Tekrar ne isterseniz yaparım der bu seferde onun iktidarını uzatmak için her türlü entrikayı çevirirler. Önemli olan iktidarda kimin olduğu değil kontrolün kimde olduğudur.

İSTİHBARAT ÖRGÜTÜ VE VESAYET SİSTEMİ
Yine Binbaşı Enver Bey’in hikayesiyle devam edelim. Mahmut Şevket Paşa suikastından sonra Binbaşı Enver Bey hızla yükselmeye başladı. Bingazi Savaşı’ndaki başarılarından dolayı 6 Kasım 1913’te 3 sene zam (kıdem) ile ödüllendirilmişti. Bu arada 17 Kasım 1913 tarihinde Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurdu. Almanların gizli örgütü, artık resmiyet kazanmıştı. Enver Bey yükselişine devam etti, 15 Aralık 1913’te rütbesi bir derece daha yükseltilip Miralay (Albay) nasbedildi. 3 Ocak 1914’te Mirliva (tümgeneral) rütbesine terfi etti. 8 Ocak 1914’te Erkan-ı Umumiye Riyasetine atandı yani Genelkurmay Başkanı oldu. 11 Ocak 1914’te de Harbiye Nazırı İzzet Paşa’nın istifa etmesi üzerine Tümgeneral rütbesiyle Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) oldu.[47] Bu arada 24 Şubat 1914’te Naciye Sultan ile elenerek Saraya da damat oldu. Anlaşılan Saray, bu tehlikeli paşaya kız vererek kendisini emniyete almak istemişti.
Şimdi bir tespit daha yapalım: İttihat ve Terakki, 2 darbe ve 1 suikast ile iktidarı tamamen ele geçirmişti. Aslında suikast ve darbeleri gerçekleştiren gizli bir örgüttü. Bu örgüt sonradan resmileşti, Teşkilat-ı Mahsusa adını aldı. Bir ülkede, istihbaratı ele geçiren, o ülkenin siyasetini de iktidarını da belirler. İstihbarat örgütünün mutlaka silahlı kuvvetlerle de bağlantısı vardır. Şimdi dışarıdan yönlendirilebilen bir istihbarat örgütü düşünün. Bu örgütün Nakşibendi, Melami, Mason tarikatları veya FETÖ benzeri cemaatlerle bağlantısı olsun ve bu ezoterik yapılanmalar sivil toplum örgütü kisvesinde devlet bürokrasisinden, akademik çevrelere, basın yayın kuruluşlarından iş çevrelerine kadar bir ağ ile birbirlerine bağlanmış oluşun. Devleti örümcek ağı gibi saran bu gücün büyüklüğünü düşünün. Bu güç, gerektiğinde darbeyle ama çoğu zaman normal yollarla ülke siyasetini ve iktidarını istediği gibi belirleyebilir. Bu yapılanmaya Türkiye’de insanlar “Askeri Vesayet” adını veriyor. Ama aslında “Askeri Vesayet”in doğrudan askerle bir ilgisi yoktur. Askeri vesayet diye adlandırılan bu mekanizmanın merkezinde her zaman başında “M” harfi olmayan İstihbarat Teşkilatı vardır. “Askeri Vesayet”in içinde asker olarak sadece dışarıdan yerleştirilmiş paşalar vardır. Türkiye’de “Askeri Vesayet”i tesis eden, istihbarat kurumumuz Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurup finanse eden Almanlardır. Askeri Vesayet’e Atatürk döneminde kısa bir süre ara verilmiştir. 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra o dönem adı MAH olan (Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti) İstihbarat Teşkilatımızı finanse edip yönlendiren Amerikalılar, “Askeri Vesayet”i devralmıştır. Bugün eski “Askeri Vesayet”ten kurtulma çabaları devam ederken diğer yandan yenisinin kurulma çalışmaları da tüm hızıyla sürmektedir. İleride yine bahsederiz şimdi bir ara verelim.[3]

KAYNAKLAR
37- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-171
38- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-213
39- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-172
40- https://islamansiklopedisi.org.tr/mahmud-sevket-pasa
41- https://m.bianet.org/bianet/siyaset/489-ermeni-tehciri
42- Koloğlu Orhan, İttihatçılar ve Masonlar, İstanbul, 3. Baskı 2002, Eylül Yayınları, S-83
43- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-223
44- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-295
45- Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-43
46- Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, Kırmızı Kedi 569, S-121
47- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-10

Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü – 4

Almanya, Osmanlı’ya askeri hizmetleri karşılığında borç verecekti. 10 Kasım 1914 günü Alman Büyükelçisi Baron Wangenheim ile Talat Paşa arasında %6 faizle 5 milyon altın tutarındaki borç anlaşması imzalandı.
OSMANLI 1. PAYLAŞIM SAVAŞI’NA GİRİYOR
Almanların Osmanlı Devleti’nin içine nasıl sızdığını ve amaçlarını önceki 3 bölümde uzun uzun anlattık. Şimdi içimizdeki inandırılmış insanların devletin sonunu nasıl getirdiklerini adım adım inceleyeceğiz.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurulduğu yıllarda Almanya artık savaşın kaçınılmaz olduğuna karar vermiş ve savaşa hazırlanmaya başlamıştı. Şimdi şu meşhur istihbarat teşkilatımızın kuruluş amacına ne yazmışlar kısaca hatırlatalım:
“Bu heyet-i ittifakiyeyi vücuda getirmek için Harb-i Umumi’nin bidayetinden (başlangıç) itibaren Fas, Cezayir, Tunus, Trablusgarp, Bingazi, Afrika Merkezi, Mısır, Habeşistan, Sudan, Zengibar, Somali, Malay Adaları, Açe Adaları, Belucistan, Afganistan, Çin ve Türkistan-ı Rus, Hive, Rus ve Şimali, Şimal Kafkas ve Azerbaycan, Cenub-i Kafkas, Moğolistan, Kırım, Arnavutluk, Trakya ve Makedonya gibi menatıkda (uzak bölgelerde) ruhları uyandırmak, İslam’ın parçalanan, dağıtılan ruhunu yavaş yavaş canlandırmak, hükümetimizin Avrupa’daki ehemmiyet-i siyasiyesini artırmak…”[48]
Almanlar para vermese, Teşkilat-ı Mahsusa’nın personeline ödeyecek parası yoktu. Ama buna rağmen hedeflerin büyüklüğünü görüyor musunuz? Teşkilat-ı Mahsusa, bütün Türk ve Müslümanların yaşadığı coğrafyaya hâkim olacak bir dünya imparatorluğu kuracaktı. FETÖ’nün “Altın Nesli”nin kuracağı imparatorluğun haritası, Cumhurbaşkanı eski başdanışmanı Adnan Tanrıverdi’nin şeriat anayasasına geçmesini istediği devletlerin haritası ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) haritası hep örtüşmektedir. Ne büyük tesadüf öyle değil mi?
Teşkilat-ı Mahsusa kurulurken, Kafkaslar, Orta Asya ve Arap topraklarından çok sayıda ajan örgüte dahil edilmişti. Çünkü yapılacak propaganda faaliyetlerinde o bölgenin dilini ve kültürünü bilen kalemlere ihtiyaç vardı. Mesela bunlardan birisi, İskenderiye doğumlu Abdülaziz Çaviş’ti. Çaviş, Ezher’de eğitim almış öğrenimini tamamlamak için İngiltere’ye gönderilmişti. İngiltere dönüşü Mısır Eğitim Bakanlığında görev yapmış bu esnada İngiliz sömürgeciliğine karşı bayrak açmış olan el-Liva gazetesinin başyazarlığını yapmıştı. Artık gazetenin finansmanını kim yaptıysa! Abdülaziz Çaviş, İngiliz baskısından kurtulmak için 1912’de İstanbul’a geldi ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın üyesi oldu. 1. Paylaşım Savaşı çıkınca da Abdürreşid İbrahim, Mehmet Akif (Ersoy) ve Şeyh Şerif Tunusi gibi Pan-İslamcı hareketin önde gelen isimleriyle birlikte propaganda yazarlığı yapmak üzere Almanya’ya götürüldü.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914 günü Saraybosna’yı ziyaretinde bir Sırp Milliyetçisi tarafından öldürüldü. Bu olay 1. Paylaşım Savaşı’nın başlangıcıydı. Suikastta Alman parmağı vardı. Avusturya-Macaristan, 28 Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilan etti. Bunun üzerine Rusya 31 Temmuz’da genel seferberlik ilan etti. Daha önceden Rus Seferberliğini savaş ilanı kabul edeceğini açıklamış bulunan Almanya, 1 Ağustos’ta Rusya’ya ve 3 Ağustos’ta da Fransa’ya savaş ilan etti.
2 Ağustos 1914 tarihinde Sait Halim Paşa’nın Yeniköy’deki yalısında Osmanlı adına Sait Halim Paşa, Almanya adına Büyükelçi Baron Wangenhaim tarafından imzalanan gizli bir anlaşma yapılmıştı. Anlaşmaya göre; Osmanlı ve Almanya, Avusturya-Sırbistan savaşına tarafsız kalacak; Rusya, Almanya’ya karşı bir saldırı hareketinde bulunursa Osmanlı da savaşa girecekti. Osmanlı Devleti’ne herhangi bir saldırı olduğunda da Almanya, Osmanlı’ya yardım edecekti. Almanların 1 Ağustos’ta Ruslara savaş açtığı hatırlanacak olursa, yapılan gizli anlaşmaya 2 Ağustos’ta imza atan Osmanlı, kâğıt üzerinde peşinen savaşa girmeyi kabul etmiş oluyordu.
Bu arada Amiral Wilhelm Souchon komutasındaki Akdeniz’deki 2 Alman gemisi Goeben ve Breslau, Almanya’nın Fransa’ya savaş ilan ettiği 3 Ağustos 1914 günü Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a gitme emri aldı.[49]
4 Ağustos 1914 günü de Enver Paşa, Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı sıfatıyla, Bahri Sedif Boğazlar Komutanlığına söz konusu gemilerin boğazlardan içeri alınması için bizzat emir verdi. Bu olay, Almanlarla Enver Paşa arasında önceden kararlaştırılmıştı.[50] Belki de bu emirden hükümetin diğer üyelerinin haberi bile yoktu. Neyse gemiler İstanbul’a gelince isimleri Yavuz ve Midilli olarak değiştirildi mürettebata fes giydirilerek gemilerin komutanı Amiral Souchon Donanma KomutanıMız yapıldı. Eş zamanlı olarak Enver Paşa Hükümete sormadan seferberlik ilan etti. Seferberlik ilanı o dönem için savaş ilanı anlamına geliyordu.[51]
Daha Osmanlı savaşa girmeden Ağustos 1914’te Teşkilat-ı Mahsusa, Rusya’nın harpte mağlubiyetini temin için Kafkasya’da genel bir ihtilal hazırlamak maksadıyla bölgeye elemanlar göndermiş ve Kafkas İhtilal Cemiyeti’ni kurdurmuştu.52 Yine Enver Paşa tarafından daha Osmanlı savaşa dahil olmadan amacı İran, Afganistan ve Hindistan’da İngiltere aleyhine ihtilaller çıkartmak olan Rauf Bey Müfrezesi teşkil edilmiş ve göreve gönderilmişti. Bu müfrezenin hazırlıklarını Ömer Fevzi Bey (Mardin) Alman subaylarıyla birlikte yaptı.[53] Para işleri yine ondan soruluyordu.
Almanya, 1. Paylaşım Savaşı için tasarladığı Schlieffen Harekât Planı çerçevesinde, kuvvetlerinin %80’i ile Batı cephesinde Fransa’ya saldıracak, bu arada geri kalan kuvvetlerle Rusya’ya karşı oyalama muharebesi yapacaktı. Alman generaller, Belçika üzerinden kısa sürede Paris’e ulaşılacağını hesap etmişti. Fransa’nın işi bitirildikten sonra Rusya üzerine yürünecekti. Fakat savaş, planlandığı gibi gitmedi. İngilizlerin yardımıyla başarılı Fransız savunması, Batı cephesinde savaşı çıkmaza soktu; birlikler siper savaşlarına bağlandı. Bu başarıda, Doğu cephesinde saldırıya geçen Rusların da önemli bir katkısı vardı. Almanlar Rus saldırılarını durdurmak için Fransa’yı işgal etmek maksadıyla ihtiyatta tuttukları birlikleri Doğu cephesine kaydırmak zorunda kalmışlardı. Tannenberg muharebelerinde Ruslar yenilmişti ama Paris’e doğru Belçika üzerinden yürümeye çalışan Alman General Moltke de Eylül 1914 ayında Marne Muharebelerini kaybetti. Savaş Almanların istediği gibi gitmiyordu, Alman orduları iki ateş arasında kalmıştı. Fransa’nın işgali için acilen Rusya cephesindeki tazyikin azaltılması gerekiyordu. Bunun tek yolu Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi ve Rusları üzerine çekmesiydi. Zaten bu önceden hesaplanmış bir hamleydi.[54]
Amiral Souchon, Karadeniz’e çıkıp Ruslara saldırarak bir an önce Osmanlı’yı savaşa sokmak istiyordu. Ancak Osmanlı hükümeti buna yanaşmıyor, bir türlü Souchon’a Karadeniz’e çıkma izni vermiyordu. Ancak bir süre sonra başka kanallardan devreye girip Almanlar bu izni Enver Paşa’dan almayı başardı. Çünkü Enver Paşa savaşa girip bir an önce Müslüman Birliğini, Büyük Türkistan’ı kurmak istiyordu.
Bu esnadaki olayları iyi anlamamız gerekiyor. Cihad ve İslam Birliği’ni (ittihat-ı İslam) kurma fikri bir Alman planıydı ve General von der Goltz tarafından 1914 yılının ilk yarısında Enver Paşa’ya çok ikna edici bir şekilde önerilmişti.[55] Almanlar, dünyayı ele geçirdiğinde bütün Müslümanların yönetimini Türklere verecekti. Bugün büyük bir güç dese ki; seni “Halife” yapacağız. Vallahi ben bile çok sevinirim. Bu uğurda canla başla savaşırım. Etrafıma bu yolda canını malını verecek çok sayıda mürit de toplarım. Bu gazla Libya’dan sonra Yemen’e git deseler oraya da giderim! Vur deseler vururum, öl deseler ölürüm! Bizim sümüklü Fetullah Gülen’i de böyle kandırmadılar mı? “Altın Nesil” ve Türkiye Amerikalıların önderliğinde bütün Müslüman alemin hâkimi olacaktı! Yani Amerikalıların istikamet göstermesi, fırsat yaratması, önlerinden engelleri kaldırması ve bunlara para kazanma imkanları sunarak kaynak aktarmasıyla “Altın Nesil” hülyalarına ulaşacaktı! Koskoca orgeneraller, anlı şanlı profesörler bu numarayı yedi. Bugün de bu numarayı yiyen edebiyatçılarımız vardır herhalde.
Almanlar güzel bir taktik bulmuştu; birine çok büyük çok hoş vaatlerde bulunuyorlardı. Bu vaatlerin gerçekleşebilir olup olmaması hiç önemli değildi; yeter ki hedef kitle, bu vaatlere inansın. Sonra inanmış lider ve müritleri, aynen hedefe kilitlenmiş, güdümlü bir mermi gibi oluyordu; at-unut, o silah hedefi bulur ve vurur. İşte bu mekanizmada Enver Paşa, artık güdümlü bir mermi gibiydi; hedefine kilitlendiği için kime hizmet ettiğini göremez olmuştu. İttihatçıların çoğu devlet uğruna canı seve seve feda edecek mertlikte insanlardı. İşte bu kuvvetli inanç, onların içine düştükleri tezgâhı görmelerine engel olmuştu.
Kaldığımız yerden devam edelim. Osmanlı savaşa girmek istemiyordu. Onu savaşa sokacak bir katakulliye daha ihtiyaç vardı. Düğümü çözmek için güdümlü mermi Enver Paşa, kabineye danışmadan Amiral Souchon’a gizli bir emir verdi.
Emirde aynen şöyle yazıyordu: Donanma Komutanı Amiral Souchon Paşa’ya; Donanmay-ı Hümayun, Karadeniz’de hakimiyet-i bahriyeyi kazanacaktır. Bunun için Rus donanmasını nerede bulursanız ilan-ı harp etmeden ona hücum ediniz.[56]
Enver Paşa hep bu emri verdiğini sakladı, sorulduğunda inkâr etti. Bu emrin verildiği kaydı ancak Cumhuriyetin ilerleyen yıllarında bulunabildi.
Amiral Souchon, 29 Ekim 1914 günü Odessa, Sivastopol, Yalta ve Novorossiysk Limanlarını bombalayarak Osmanlı’yı savaşa sokmayı başardı. Osmanlı savaşa girdiğinde aslında Almanların savaşı kaybetmesi neredeyse kesinleşmişti.
Bu arada savaş karşıtı olan Osmanlı kabine üyelerini bir şekilde ikna etmek gerekiyordu. Para, zor durumdaki bir devlet için her zaman ikna edici olmuştur. Hele yanında biraz da rüşvet varsa çok süper olur! Bugün de mekanizma böyle işliyor. Almanya, Osmanlı’ya askeri hizmetleri karşılığında borç verecekti. 10 Kasım 1914 günü Alman Büyükelçisi Baron Wangenheim ile Talat Paşa arasında %6 faizle 5 milyon altın tutarındaki borç anlaşması imzalandı.[57] Acaba diyorum bizi bugün Libya’ya gönderenler para verdiyse, Yemen’e gitsek kaç para verirler?

ALMAN CİHAD’I
Sırada halkı savaşa inandırma işi vardı. Pek tabii ki bu iş, dinî motivasyonla yapılacaktı. Hemen Cihad-ı Ekber Fetvası kaleme alındı ve 14 Kasım 1914’te Fatih Cami avlusunda Ali Haydar Efendi tarafından okundu. 5 soru 5 cevap şeklinde hazırlanan Fetva, Fetva Emini ve ulemadan 29 kişi tarafından da imzalanmıştı. Fetvayı hazırlayanlar arasında Said-i Kürdi (Nursi) de bulunuyordu. Said-i Kürdi aynı zamanda Teşkilat-ı Mahsusa üyesiydi. Fetvada Rusya, 300 yıllık baş düşman olarak gösteriliyordu[58]. Bugün birileri bizim Rusya ile gereksiz yere ve mutlaka düşman olmamızı istiyorsa bilin ki işin içinde bir bit yeniği vardır. Neyse…
Fetvada özetle;
“1) Padişahın Cihad emrine herkesin katılması farzdır.
2) İslâm Hilâfetini ortadan kaldırmak isteyen Rusya, İngiltere ve Fransa’nın idaresi altında olan bütün Müslümanların bu devletler aleyhine birleşmesi şart olmuştur.
3) Bu farziyete rağmen Cihad’a katılmayanlar ağır cezaya düçâr olacaklardır.
4) İslâm (Osmanlı) askerini öldüren yukarıdaki devletlerin tebaası Müslüman askerler, büyük günah işlemiş olurlar.
5) İngiltere, Fransa, Rusya, Sırp, Karadağ hükümetleri idaresinde bulunan Müslümanların, İslâm Devletine yardımcı olan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmeleri, bu devletin zararına olacağı için büyük günah sayılır.[59]” deniyordu.
Bu Fetva, Alman ulaştırma ve haberleşme vasıtalarıyla tüm İslam dünyasına yayıldı. Almanların kurduğu İslam Birliği (İttihat-ı İslam) propaganda merkezi, devşirdiği yazarlar ile ayrı ayrı lisanlarda Araplara, Hintlilere, Rusya Müslümanlarına yönelik gazeteler çıkarıyor, bütün propaganda malzemesi gerektiğinde Alman denizaltıları bile kullanılarak hedef bölgelere ulaştırılıyordu.[60]
Alman Dış Politika Bürosu, “yeni doğu” (new orient) stratejisi kapsamında, “ayaklanma” (Aufwiegelung) isimli bir program hazırlamıştı. Bu programın amacı İngiliz ve Rus sömürgelerinde halk ayaklanmaları çıkarmaktı. Programın başında 2 önemli isim vardı. Hatırlayacaksınız birisi II. Wilhelm’e doğrudan rapor yazabilen Mısır’daki Alman casusu Max Freiherr von Oppenheim diğeri Rudolf Nadolny idi. Rudolf Nadolny propaganda programını Almanya’dan idare etti. Oppenheim 1915’te İstanbul’a gönderildi; Türkiye’deki ekibin başına geçip, çalışmalarına buradan devam etti.[61] Teşkilat-ı Mahsusa, savaş boyunca Almanların Osmanlı’daki istihbarat istasyonu gibi çalışmıştı.[62]
Burada önemli bir casustan daha bahsetmemiz gerekiyor: Niedermayer. Niedermayer Alman ordusunda görevli iyi bir şarkiyatçıydı. İslam’ı, dini ilimler okumuş bir Müslümandan daha iyi biliyordu. Farsçaya hakimdi. 1912 yılında özel bir görevle İran ve Hindistan’a gönderilmişti. Buradaki halkların yaşayış tarzlarını, inançlarını öğrenecek ve İngiltere Araplar arasında Lawrence’i nasıl Osmanlı devletine karşı kullandıysa, Almanya’da Niedermayer’i İngilizlere karşı Hindistan ve Afganistan’da kullanacaktı. Niedermayer 1914 yılında küçük bir heyetle yola çıktı Eylül 1915’te Kabil’e ulaştı, Afgan Kralı Emir Habibullah ile İngilizlere karşı yapılacak çalışmalar hakkında mutabakat sağlayamayınca geri dönmüş 1 Eylül 1916’da Osmanlı toraklarına dönerek buradaki Alman Askeri Misyonu Başkanı von der Goltz Paşa’nın emrinde çalışmaya devam etmişti.[63] Bu araya küçük bir bilgi girelim, CIA’nın Türk Casusu Ruzi Nazar’ın gelecekti kayınpederi, Bay Roth da Osmanlı topraklarında Goltz Paşa’nın emrinde çalışıyordu.[64]
Peki Savaşta Osmanlı ordusunun başında kim vardı dersiniz? Bir Alman Albay. Albay Friedrcih Bronsart von Schellendorff, rütbesi general yapılarak Osmanlı Genelkurmay Başkanı olmuştu. Genelkurmay Başkanımız Alman Schellendorff, Osmanlı Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi yani Genelkurmay Başkanlığı’nı yeniden düzenleyerek, Alman Genelkurmayı’nın bir alt karargâhı haline getirdi. Harekât planları, Türk kurmay subayları dışlanarak yapılıyor, bütün planlar Schellendorff ve 1. Şube Müdürü Yarbay Kress von Kressenstein tarafından hazırlanıyordu. Genelkurmay BaşkanıMız Schellendorff, bu arada yepyeni bir uygulama geliştirmişti. Bütün hazırlık çalışmaları, onay belgeleri, Alman Genelkurmayı ile yapılan yazışmalar ayrı arşivleniyor ve Türk subaylarına gösterilmiyordu. Bu durma itiraz eden, Alman planlarını eleştiren Türk subayları, birer birer tayin edilerek karargâhtan uzaklaştırılıyordu. FETÖ’cü subaylarda bizleri karargâhlardan böyle uzaklaştırmış sonra da içeri tıkmıştı. Ne büyük benzerlik!
Sonuç ne mi oldu dersiniz? Hüsran. Mesela ilk açtığımız cephe Kafkas cephesidir. Bu cephenin açılmasını, Rusların Avrupa cephesinden buraya birlik kaydırarak Almanları rahatlatması için Genelkurmay BaşkanıMız Schellendorff ısrarla istemişti. Sarıkamış Harekatı’nın kışın en zorlu döneminde, Aralık 1914 – Ocak 1915 aylarında yapılması planlanmıştı. Başarı şansı olmadığı için Türk komutanlar bu plana itiraz ediyor hiçbiri harekâtı yönetmek istemiyordu. Bunun üzerine Enver Paşa harekâtı bizzat yönetmek zorunda kaldı. Sonuçta 90 bin askerden sadece 12 bini hayatta kalabilmişti. Çoğu kurşun bile atamadan dağlarda donarak şehit oldu. İstanbul’da halk, ordunun zafer kazandığını zannediyordu fakat durum içler acısıydı. Halk bilmiyordu ama komutanlar her şeyin farkındaydı. Bu hezimetin utancı Enver Paşa’yı Almanlara daha da mecbur etti. Türk komutanlar nezdinde karizması çizilmişti. Almanlar olmadan otoritesini devam ettiremezdi.
Burada noktalayalım, bir dahaki bölüme Almanların Kafkasların kontrolü için Ermeni Tehcir’ini nasıl tezgahladıkları ile devam eder Lenin’in savaşın sonundaki bilinmeyen rolünü anlatırız. [4]

Kaynaklar:
48- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-8
49- Başıbüyük Osman, Berlin Bağdat Demiryolundan Çanakkale Savaşına, 21 Nisan 2015, www.ulusal.com.tr
50- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-49
51- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-69
52- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-158
53- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-72
54- Başıbüyük Osman, Berlin Bağdat Demiryolundan Çanakkale Savaşına, 21 Nisan 2015, www.ulusal.com.tr
55- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-203
56- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-51
57- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-190
58- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-203
59- https://www.yeniasya.com.tr/m-latif-salihoglu/cihad-i-ekber-ilani-sonun-baslangici-2_479066
60- Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-44
61- Jenkins Jennifer L., The German Moment in 1918, University of Toronto
62- Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-199
63- Altaylı Enver, Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu, İstanbul, 1. Baskı Şubat 2013, Doğan Egmont Yayıncılık, S-114
64- Altaylı Enver, Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu, İstanbul, 1. Baskı Şubat 2013, Doğan Egmont Yayıncılık, S-201

[3] https://www.sunsavunma.net/enver-pasadan-enver-altayliya-stratejik-ortakligin-hazin-oykusu-3/
[4] https://www.sunsavunma.net/enver-pasadan-enver-altayliya-stratejik-ortakligin-hazin-oykusu-4/
This entry was posted in SUN SAVUNMA NET, Tarih. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *