DIŞ POLİTİKA * Yumuşak Gücü Buharlaşan Türkiye’nin Libya’nın Geleceğinde Yeri Var mı?

Yazan Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu 16 Haziran 2020


Türkiye 2002 sonrasındaki sekiz yıl boyunca, Orta Doğu ve Kuzey Afrika (MENA) bölgesi ile ticari ve ekonomik ilişkilerden daha çok dini, kültürel ve tarihi bakış açısı geliştirme gayreti içine girdi.
Ekonomik açıdan karşılığı oldukça sınırlı ve belki şahsi olan bu ilişkiler, özellikle siyasi emel ve ihtiraslarla birleşince, 2010 yılından itibaren, Türkiye kriz sonrası kazanımlarını MENA bölgesindeki çatışmalara gömmeye başladı. MENA nın en önemli ülkesi olan Mısır ile arası düzelmeyecek kadar açıldı. Arap Baharı sonrasındaki ilişkiler, eğer, Türkiye Müslüman Kardeşlere açık destek vermeseydi nereye evrilirdi bilmiyorum. Ama Türkiye, Libya’daki askeri varlığı ve bu ülke ile ilgili emelleri dolayısı ile Mısır’dan esen bu kadar husumet yüklü çöl rüzgârlarına muhatap olmayabilirdi.
Türkiye bilindiği gibi Doğu Akdeniz’deki enerji havzalarında da kendi aleyhine ittifaklar yaratmayı başardı. Mısır, İsrail, Kıbrıs, Yunanistan ve İtalya, deniz yetki alanı ve münhasır ekonomik alan belirleme, doğal gaz arama ve aktarma tasarımlarında ortaklaşa hareket etme becerisi gösterirken, Türkiye çeşitli nedenlerden dolayı gecikti. Libya’nın doğusunda yaptığı akıllı manevra da belki gecikmeden çok bu ittifak dolayısı ile bu kadar olumsuz tepki yarattı. Zaten huzursuz doğu Akdeniz’de Türkiye kaynayan kazanın altına çıralı odun atmış gibi oldu.  Denizden karaya esen ittifak rüzgârları,  İsrail’e,  Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri(BAE) ve Umman ile iyi ilişki fırsatı sunarken, Türkiye, Katar hariç Arap dünyasının tamamını da karşısına aldı.Şimdi artık hızını alamayıp önce Suriye, sonra Libya derken yumuşak gücünü ve elde ettiği kazanımları bozuk para gibi harcayan bir Türkiye var. Nice evladını da buralarda kaybediyor.
Yasal Meşruiyetin Sınırlı Şemsiyesi
Zaten Arap Baharı ile başlayan süreç, Türkiye için MENA bölgesindeki ticaret ve yatırım projeleri açısından belirsiz bir ortam yaratmıştı. Ekonomik değeri sınırlı da olsa bunların sürdürülememesi, Türkiye için önemli bir kayıp oldu.Özellikle yumuşak güç ile geliştirilmesi gereken işler, sert güç ile yer değiştirince, Mısır ve Libya’daki muhataplar,  ne denli ideolojik yakınlık vaat ederse etsin, Türkiye için bir belirsizlik hattı oluşturmaya başladı.Bu bağlamda Kaddafi’nin düşüşünden hemen sonra,  Libya’daki 20 milyar doları aşkın değerdeki projenin akim kalması, 25.000 dolayındaki işçinin geri çekilmesi, kaybolan olanakların ilk basamağı olmuştu.
Şimdi, mazide kalan fırsatlar, Trablus hükümeti ile kurulan ve büyük ölçüde sert güce dayanan ilişiklerle telafi edilebilir mi? Tabii 2019 yılı sonbaharı itibarı ile Türkiye’nin attığı adımların bu açıdan ne sağlayacağını değerlendirmek önemli. Bu açıdan Libya ile imzalanan özellikle “deniz yetki alanı belirleme anlaşması”, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki görece coğrafi ve siyasi soyutlanmasını sona erdirmiştir.Ama Muğla kıyılarından, Libya’nın Doğu kıyılarına, Derne’ye, Butnan’a uzanıp dokunan alan,Türkiye için yeni bir olanak olarak gözükse bile, bu alanın Libya Ulusal Mutabakat Hükumeti (UMH) sınırları içinde bulunmaması, Haftar güçlerinin geri çekilmekte olduğu şu günlerde bile kafalarda yine soru işaretleri yaratmakta.
Bilindiği gibi 17 Aralık 2015 tarihinde, Fas’ın Skhirat kentinde, Libya’daki Tobruk yönetimini de içeren tüm hizipler arasında imzalanan ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından da onanan Skhirat anlaşması (8. maddesinin 2f fıkrası ile), Trablusgarp yönetimine Libya adına her türlü anlaşmayı imzalama yetkisi vermiştir. Bu nedenle, Türkiye’nin Trablus yönetimi ile imzaladığı anlaşma yasal bir meşruiyete sahiptir. Amaher şeyden önce Türkiye bu girişimi ile Libya iç savaşı çerçevesinde, Doğu Akdeniz sorunlarını yeni bir tırmanma şeridine taşımıştır.Ancak bu çatışmalı coğrafyada, yasal meşruiyetin şemsiyesi, kızgın çöl güneşine karşı ne kadar gölge sağlayabilir?
Tabii bu bağlamda asıl soru, Türkiye’nin neden bu anlaşmayı çok yıllar önce, hatta Kaddafi zamanında imzalamaya tevessül etmediği ile ilgilidir. Bu bir ihmal miydi? Yoksa şimdi büyük ölçüde Müslüman Kardeşlerin etkisi altında olduğu için Katar ve Türkiye nezdinde itibar gören Trablus yönetiminden olan beklentilerin çölde yarattığı bir serap mı?  Bu bağlamda eğer ideolojik kayma göstermeyen bir politikanın, ekonomik beklenti ayağında şimdi bir tek Libya’ya insansız hava aracı, silah ve mühimmat satmak, mayın toplayan uzman ve yerli/yabancı milis güçleri göndermek varsa, bunun sınırlı bir uz görüşlülük olduğunu söylemek yanlış olmaz. Türkiye Libya’dan önümüzdeki yıllarda ne bekliyor ve bunun için neler vermeye hazır? Açıkçası benim aklıma gelen bir başka soru.Elde edilmesi umulan petrol arama lisansları ile üzerinde anlaşmaya çalışıldığı iddia edilen hava ve deniz üslerinin sağlayacağı yarar kadar, Türkiye’yi nasıl bir boy hedefi haline getireceği düşünülüyor mu acaba?

Türkiye destekli UMH güçlerinin Haftar’ın “Libya Ulusal Ordu ”suna karşı başarı elde ettiği şu sıralar Libya Destek Misyonu ( UNISMIL) da yine sahaya indi. UNISMIL’in duygu yüklü “Libya’da Barış için Birlikte”sloganı hala geçerli.  Libya bayrağının önünde sıkışan iki el var. Ama bu iki elin ses çıkarması için bayrak ve slogan yetmiyor. Nitekim Haftar çölde savaşmak için geri çekildiğini açıkladı. Oysa konuşulan konular aynı. Farklı gruplar, Libya’nın barış ve güvenliğine nasıl katkıda bulunur?  Ağzı laf yapmayıp eli silah tutanlar ise dışarda, çölün ortasında, körfezin kıyısında yine bildiğini okuyor. Asıl bunları kalıcı olarak silah bırakmaya kim ikna edecek?  Eğer, başta Mısır’ın ön ayak olduğu ateşkes, barışa evrilir ve Libya’ya geri dönen (UNISMIL)bu defa “yeni kapasite yaratma” ve “yeniden yapılandırma” dan önce Trablus ve Tobruk yönetimlerini bir dönüşümlü başbakanlık formülünde el sıkışmaya ikna edebilirse ne ala! Yoksa dünya Libya’nın geleceğinde de Suriye’de olduğu gibi kalıcı ateşkesten daha fazla, zaman zaman olan “kısık ateş” ler görecek.
Şimdi UNISMIL’in ve dolayısı ile Berlin sürecinin başında yetkin bir kişi var.Hassan Salama. Lübnan(Liban) asıllı olduğu için, yıllar süren, ancak kendi kanında boğulunca savaşmayı bırakan Lübnan’ı iyi biliyor. Ama Libya iç savaşı Liban savaşından farklı. Bazen paylaşması zor zenginlik de başa ceza. Libya’nın Liban’dan farkı sadece aşiret kültürü ile mezhep kültürü arasındaki fark değil, asıl hidrokarbon zenginliği. 29 Temmuz 2019 da Hassan Salama, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine üçhatlı (track) bir barış planı sunmuştu. Bu plan, çatışmaya taraf olan tüm ülkeleri de masa etrafında uzlaşmaya zorladığı için gerçekçi gözükmüştü gözüme.  Türkiye, Katar ve İtalya gibi Sarraj’a, Rusya, Fransa, Mısır, BAE ve ABD gibi Haftar’a destek veren tarafların da bu süreçlere katılması önemli. Ama bu kadar çok horozun olduğu yerde Libya için gün nasıl doğar tabii ayrı bir konu. Şimdi Salama, Sarraj ve Haftar’a önce başkalarının vesayet savaşlarını sürdürmektense, “daha iyi melekleri” (Better Angels)dinlemelerini tavsiye etti ve önlerine kısmen hayata geçmeye başlayan bir program koydu.
Şeker Bayramında ateşkes ilanı (ki 2019 Ağustos ayında da ilan edilmişti, 2020 Mayıs ayında da şeker bayramı dolayısı ile yeniden ilan edildi) ve savaş mahkûmu değiş tokuşu; Savaşa katılan üçüncü ülkelerin taraf olmayı sonlandırması;
Üç aşamalı bir Libya konferansının ivedilikle toplanarak, Ocak 2020 den beri faal olan ekonomik hattın bir an önce bir Libya ekonomik destek grubu oluşturması; Şubat 2020 de başlatılan askeri hatta Cenevre görüşmeleri uyarınca ateşkesin sürdürülebilirliğinin sağlanması ve nihayet siyasi olarak Tobruk ve Trablusgarp arasındaki görüşmelerin kesintisiz sürdürülmesi.
Şimdi burada önce iki düşman tarafa ayrı ayrı destek olan ülkelerin kendilerini geriye çekip,  Haftar ve Sarraj’a bir mutlu ortalamada buluşabilme imkânı vermeleri gerekir. Oysa Berlin sürecine ve Salama’nın çağrısına rağmen, Türkiye Libya yüzünden karşılaşabileceği kayıpları Libya’dan olan beklentileri ile karşılaştıracağına, UMH e destek vermeye devam edeceğini ve Libya ile işbirliğini daha geniş bir ekonomik alana yayacağını açıklıyor.Oysa Libya topraklarında Türkiye, 1980 li yıllardan beri genellikle ekonomik olarak kaybetti.
Su Üzerine İmzalanan Bir Anlaşma Olmaması için
Türkiye eğer Haftar’ı da “deniz yetki alanı anlaşması” nın ve Libya’da bulunan Türk askeri varlığının Libya’nın ali çıkarlarına olan katkısına ikna edemezse, muhtemel bir Libya nihai barışının önünde durmak gibi tarihi bir hata yapar. Bunun için bence Berlin süreci ile uyumlu olarak Haftar’a bir zeytin dalı uzatmalı ve birkaç konuya dikkatini çekmeyi başarmalı. Bu ikna sürecinin başında, deniz yetki sınırının coğrafi konumuna rağmen neden anlaşmayı UMH ile imzaladığı gelmeli ki bu malumun ikrarı kadar kolay. Ama bunun yanı sıra, eğer böyle bir hamleyi Türkiye yapmasaydı, Libya’nın ali çıkarları ve yetki alanları görmezden gelinerek, Yunanistan ve İtalya’nın Doğu Akdeniz ittifakı desteği ile Girit açıklarında ve Libya Denizi çevresinde doğal gaz aramaya başlayacaklarını anlatmalı ve bu konuda ısrarcı olmalı.
Türkiye bu adımı atmaz ve Berlin barış sürecine engel olursa,buna rağmen gerçekleşecek bir uzlaşma sonucunda, gözünü diktiği bazı petrol çıkarlarından da nemalanamaz. Çünkü zaten Libya petrol kuyularının büyük bir kısmı ve rafineriler Sirte Körfezi’nin doğusunda.Evet, El Jurf kuyuları Trablusgarp’ın 140 km kuzeybatısında ve denizde. Üstelik 2018 yılında UMH bu sığ kuyularda Total ve Elf ‘in lisanslarını iptal etmişti. Sarraj hükumeti TPAO ya lisans vermiş olsa bile bir nihai barışta ilk göze batacak şeylerden biri bu imtiyazlar olacaktır. Fransa ve Mısır’ın da bu konuda Haftar’a destek olacağını düşünmek için her neden mevcut. Kaldı ki, bugüne kadar, Libya’nın doğusundaki kuyulara saldırma operasyonlarının arkasında, Suriye ve Irak’ta da bu işi yapan İŞİD in olduğunun düşünülmesi, bu kuyulara saldırıp,  gasp eden korsanların müşterilerinin de kimler olduğunun araştırılmasını gerektirecektir.
Açıkça bir barış arifesinde Türkiye bir başka vekâlet savaşında bir kazanç-kayıp dengesi gözetmeli ve Sarraj ile Haftar’ın uzlaştırılma sürecine, Haftar’a uzlaşma teklif ederek katkıda bulunmalı. Yoksa yumuşak gücü çoktandır, Suriye ve Libya çöllerinde buharlaşan Türkiye’nin Libya’nın geleceğinde yeri olamaz. Libya’nın öz serveti, adil paylaşım koşulu ile Libya’nın öz vatandaşlarının olmalıdır. Bu bağlamda Müslüman Kardeşler ile yakınlığı maruf UMH nin ve onun arkasındaki destekçilerin artık barışa geçit vermeleri ve Salama’nın gösterdiği yöne ışık tutmaları önemli. Yoksa tüm yasal meşruiyetine rağmen muhtemel bir nihai barış halinde Türkiye’nin Libya UMH ile imzaladığı anlaşma, Doğu Akdeniz ittifakının da desteği ile iptal edilebilir.Oysa o korunması gerek değerli bir anlaşma.
https://21yyte.org/tr/libya/yumusak-gucu-buharlasan-turkiye-nin-libya-nin-geleceginde-yeri-var-mi
This entry was posted in 21.YÜZYIL ENSTİTÜSÜ, DIŞ POLİTİKA. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *