Ben, ilk ve belki son defa Gazi’nin acı duyarak ağladığına şahit oluyordum. Milli heyecan duyduğunda veya harp sahnelerini anlatırken de gözlerinin de yaşardığını biliyorum ama Necati Bey’in vakitsiz ölümüne ağlaması büyük bir milli değere duyulan acının ifadesi idi. (Afet İnan, Tarihten Bugüne)
Gani AŞIK / 25 Haziran 2020 Perşembe
E-MÜFTÜ VE CHP KAYSERİ Mv.
Yunanın İzmir’i işgalinden (15 Mayıs 1919) bir gün önce kapı kapı dolaşarak halkı büyük felaketten haberdar eden, Milli Mücadele’nin önde gelen kahramanlarından ve Cumhuriyet aydınlanmasının sönmeyen meşalelerinden Mustafa Necati’nin Ankara’daki evinin, onun antitezi ve Atatürk’ün azılı düşmanı Nuri Pakdil adına “Nuri Pakdil Edebiyat Müzesi”ne çevrilmesine tepkiler yoğun biçimde sürüyor.
Olaya Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) penceresinden bakıldığında bu ölçüsüz hadsizlik, daha önceki karşıdevrim adımlarının yeni bir halkası olduğu kadar, Cumhuriyetin ruh ve nesnel gücünün, tahrik ve taşkınlıklara direnebilme potansiyelinin test edilmesi anlamına da gelmektedir.
AKP iktidarı, 2000’li yılların ortalarına doğru, benliğini teslim alan ve siyasi felsefesini zehirle yoğuran, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığını (gizli ajandasını) alıştıra alıştıra uygulamaya koymuştur. AKP Genel Başkanı’nın, 2013’te Meclis grubunda büyük bir cezbe halinde “İki ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da..” ifadesi, parti ideolojisi ve önderliğinin, Cumhuriyetin kurucusuna ve kurumlarına karşı taşıdığı hınç duygusunun pervasızlığını anlatır.
KARA KUVVETİN MUSTAFA NECATİ YALANLARI
Zulüm adaletten, karanlık aydınlıktan, hırsızlar namus erbabından ve yalan doğrudan rahatsız olur, yarasanın ışıktan rahatsız olduğu gibi… Cumhuriyet devrimlerinin tutku halindeki milli amacı, Anadolu insanını öz benliği olan Türklük bilinci ile buluşturmak ve asırların karanlığını eğitimle aydınlığa çevirmek yanında, Müslüman halkımızın yüce dinini ana kaynaklardan yalansız ve hurafesiz öğrenebilmesi ve kutsallarımızın geçim vasıtası olmasının önüne geçilmesiydi.
Bunun başarılması durumunda, imanının nuru ile ruhu aydınlanan ve toplumu da aydınlatan gerçek din adamları (ehli takva) değil, dinden geçinen özel esnaf işsiz kalacaktı. Bu nedenle de kurulduğundan bugüne Cumhuriyete ve Türk ulusunun büyük şansı olan kurucusuna duyulan sınırsız kinin temelinde, ortaya çıkış sebeplerinden büyük bir sapmaya uğrayarak ticaret ve devlet yönetme sevdasına kapılan tarikatlar, cemaatler, büyü ve muska şarlatanları yatmaktadır.
Çocukluğumun son ve gençliğimin ilk yıllarında pek çoğunu tanıdığım, bazılarından da feyz aldığım Kayseri’nin ünlü ve medrese kökenli ulema sınıfından, Atatürk ve Cumhuriyet ile ilgili olumsuz hiçbir söz ve tavra tanık olmadım. Onlar, “tarikat” örgütlenmelerine de karşıydılar ve “Medreselerin, halkın sırtında ağır yük haline geldiğini” söylerlerdi. Atatürk, Milli Mücadele’yi, Türklükten istifa eden Mustafa Sabri ve Dürrizadelerin hakkındaki ölüm fermanına karşılık, Rifat Börekçi ve Anadolu ulemasının destek fetvalarını arkasına alarak yürütmüş ve başarmıştır.
Osmanlı dahil, başka Türk devletlerinin de çökmesinde sorumluluğu olan tarikatların, gerek Cumhuriyet, gerekse de devrim ve aydınlanma hamlelerinde harcı olan herkese, o arada merhum Mustafa Necati’ye olan kinlerini, uydurdukları iğrenç bir yalanla ölümünden sonra tüm Anadolu’ya yaymışlardır. Mustafa Necati’nin, Türk eğitim ve aydınlanmasına katkılarına girmiyorum. Bu konuda, Sayın Işık Kansu (15 Haziran 2020) dahil, pek çok değerli yazar önemli yazılar kaleme aldı.
Mustafa Necati ile ilgili iğrenç yalanlara dönersek: Yaşım gereği, 40’lı yılların sonlarına doğru bu büyük bühtanı köyümüzün toplantı odalarında çok dinledim. Odaya toplanan köy halkından birisi ayağa kalkar ve anlatırdı: “Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde Mustafa Necati, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak’ı ziyarete gider.
Makama girince, Fevzi Çakmak’ın, masasının üstüne koyduğu Kur’an’ı okuduğunu görür ve ‘Paşam, bu Arap düzmecesine sen de mi inanıyorsun’ der. Bunun üzerine masasından tabancasını çıkaran Mareşal Çakmak, Mustafa Necati’yi ‘tak-tak’ alnından vurur ve Atatürk’ü arayarak ‘Makamımda bir it geberttim, leşini aldır’ der. Kısa, destansı yaşamını adadığı sınıfın omurgasını oluşturan köylülerimiz, heyecanla ayağa fırlayıp, “yaşa, var ol” çığlıkları ile Fevzi Paşa’ya takdirlerini ve Mustafa Necati’ye tepkilerini ortaya koyarlardı.” Anadolu’nun göbeğindeki (Bünyan-Burhaniye) köyümüzde yaşanan bu hazin tablonun, o yıllarda boydan boya tüm Anadolu’da tekrarlandığına hiç kuşku yoktur. Halka kızmalı mıyız, asla (!), ama acımalıyız.
İRTİCANIN GIDASI YALAN
İskilipli Atıf Hoca, şapka devrimine karşı çıktığı için değil (Bu davadan beraat etti), Mustafa Sabri ve Dürrizade Abdullah Efendi gibi, İngilizlerle işbirliği yaptığı ve Milli Mücadele’ye karşı durduğu için cezalandırıldı. O günden bugüne, “Şapka İktisası Kanunu çıkmadan çok önce yazdığı şapka aleyhtarı bir risalesinden dolayı asıldığı” yalanı organize biçimde yayılır.
Avrupa’da din görevlisi (şimdilerde din ataşesi deniliyor) olarak bulunduğum yıllarda, gurbetçilerimizi bu konuda da aydınlatmak adına çok boğuştum, bedeller de ödedim. AKP, hocanın adını bir hastaneye vererek hem yalanı taçlandırdı, hem de Cumhuriyetle ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili pozisyonunu netleştirdi. Mustafa Necati’nin evinin başına gelenlerden, İskilipli Atıf Hoca’ya, Cumhuriyet’in aydınlıkların merkezi olarak planladığı milli eğitimin medreseleşmesine ve Türklük’ten utanıp ümmete evrilmeye (Türk olunca ümmetlik düşermiş gibi) olup bitenlerin hiçbirisi ötekinden bağımsız değildir.
Meseleyi ortaya dürüstçe koymak gerekirse: AKP, devleti Cumhuriyetten teolojiye, (Osmanlı-Emevi modeline) toplumu, milletten ümmete (Türklükten Araplığa da diyebiliriz) ve Mustafa Kemal Atatürk’ten Vahdettin’e hızlı biçimde dönüştürmenin gözü pek bir kavgasını veriyor olsa da Cumhuriyetin temel harcı kan ve gözyaşı ile karıldı, sütun ve kolonlarını Türklük bilinci taşıyor, Atatürk’ün ruhu çarpabilir ve hüsranları büyük olabilir.