MUZ CUMHURİYETİ DİKTATÖRÜ

MUZ CUMHURİYETİ DİKTATÖRÜ

Süleyman Çelik scelik44@gmail.com

Yuval Noah Harari’nin yazmış olduğu “Sapiens” adlı kitap, insanın geçmişine (tarihi) ışık tutan bir eser. Konunun ilginç olmasına, yazarın gerek bilgi gerekse kaleminin güzel olması da eklenince ortaya kolayca okunup anlaşılabilecek bir kitap çıkmış. Çok okunan, popüler bir kitap olmasının nedeni bence bu…

Daha önce okumuş olduğum bu kitabı, karantina günlerinde kitaplığımı karıştırırken elime gelince, gene okumaya başladım. Okumak için bol vaktimizin olduğu bugünlerde herkese öneririm… Kitapta insanın besin zincirindeki yerinin değişmesinin sonuçları, psikososyal açıdan çok dikkat çekici bir şekilde değerlendirilmiş!..


Önce konuya ilişkin biyoloji bilgilerini kısaca anımsayıp, sonra ilginç bulduğum, kitabın bu kısmından alıntı yapacağım…

Biyolojide ortak bir atadan evrimleşen türler, “cins” adı altında toplanırlar. Örneğin, “Panthera” cinsi, aslan, kaplan, leopar ve jaguar türlerini kapsar. Uluslararası ortak bir dil oluşturmak için, önce Latince cins adı sonra tür adı söylenir. Örneğin aslan, “Panthera leo” olarak adlandırılır. Bunun gibi Homo, insanın cins adı, sapiens (zeki) ise tür adıdır. Geçmişte Homo sapiens dışında HhabilisH. neandertalensisH. erektus ve başka pek çok tür yaşamıştır.

Besin zincirinden de kısaca söz edelim. Doğada canlılar, başka bir canlıyı besin olarak kullanırken kendileri de başka canlıların besini olurlar. Canlıların birbirlerine yemelerine göre sıralanması ile oluşan zincire “Besin Zinciri” adı verilir. Bir piramit oluşturan bu zincirin en altında, fotosentez yoluyla inorganik maddeleri organik besinlere dönüştüren bitkiler bulunur. Bunlara “Üreticiler” denir. Üreticilerin üstünde “Otçullar”, bunların üstünde “Etçiller” ve piramidin en üstünde de “Yırtıcılar” bulunur. Bu arada tüm kademelerde, “Ayrıştırıcı” ya da “Çürütücü” denilen canlılar yer alır.


Atamız Homo milyonlarca yıl, doğada besin zincirinin ortalarındazayıf bir yaratık olarak yaşamını sürdürdü. Kendisi, küçük hayvanları avlarken, büyük hayvanlar tarafından avlanıyordu. Bu şekilde avlanma korkusu içinde; genellikle bitki toplayarak, böcek yiyerek, şanslı günlerinde küçük hayvanları avlayarak yaşıyordu.  Güçlü yırtıcı hayvanların bıraktığı leşleri yemek, onun için ziyafet oluyordu.

Bir aslan sürüsü, bir büyük hayvanı avlayıp karınlarını doyurduktan sonra sıra sırtlan ve çakallara gelirdi. Çünkü Homo, bunlarla da baş edebilecek güçte değildi. Arta kalanları da bunlar yağmalayıp geri çekildikten sonra; uzakta bir yerlere gizlenip olayı seyreden Homo, sağı solu dikkatle kontrol ederek ceset artığına yaklaşır ve yenebilecek bir şeyler bulmaya çalışırdı. Ancak genellikle, ortada kemiklerden başka bir şey kalmamış olurdu. Eline aldığı kemiği yalayıp kıkırdak, bağ dokusu vb.leri arasından yenebilecek bir şeyler bulmaya çalışırken kemik iliğini keşfetti. O zaman kemikleri kırarak iliği çıkarmayı düşündü ve kemik kıracak ilk taş aletleri yaptı. Bazı araştırmacılar, bunun insanların ilk özgün buluşu olduğunu öne sürmekteler.

Yaşam mücadelesinde ayakta kalabilmek için aklını kullandıkça beyni gelişen çeşitli insan türleri 400 bin yıl önce büyük av hayvanlarını avlayabilme becerisine kavuştular ve ancak yüz bin yıl önce Homo sapiens’in ortaya çıkışıyla, insan besin zincirinde tepeye zıpladı.

Evrim sürecinde birkaç yüz bin yıl, çok küçük bir süredir. Bu kadar kısa sürede, insanın piramidin orta sıralarından tepesine çıkmış olmasının çok önemli sonuçları oldu. Geçmişteki ve günümüzdeki psikososyal davranışlarımızı anlamak için, bu büyük adımın üzerinde durmamız gerek…

Piramidin tepesindeki aslan ve benzeri diğer hayvanlar, bu pozisyona kademeli olarak milyonlarca yıl içinde yükselmişti. Bu da ekosistemin çeşitli kontrol ve denge mekanizmaları üreterek, aslan vd.lerinin ortalıkta terör estirmelerini engelledi. Aslanlar daha öldürücü oldukça, ceylanlar daha hızlı koşmaya, sırtlanlar daha çok dayanışmaya, gergedanlar daha saldırgan olmaya başladı. Oysa insan tepeye o kadar hızlı çıktı ki, ekosistem gerekli ayarlamayı yapacak zaman bulamadı. Daha da önemlisi insanlar da bu değişime ayak uyduramadı.

Gezegendeki büyük avcıların çoğu, muhteşem yaratıklar olarak, milyonlarca yıl süren egemenlikleri sayesinde, olağanüstü derecede özgüven içinde yaşıyorlar. Sapiens ise adeta, her an tahtını kaybedebilecek bir muz cumhuriyetinin diktatörü gibi yaşamını sürdürüyor. Daha yakın zamana kadar doğadaki orta halli bir yaratık olduğumuz için hala korku ve endişe içindeyiz. Bu da bizi fazlasıyla acımasız ve tehlikeli  kılıyor. Ölümcül savaşlar çıkarmak ve doğayı katlederek büyük çevre felaketleri oluşturup, gezegenimizi yaşanmaz duruma getirmek gibi kötülüklerin kaynağı olmamız, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanmaktadır (Sapiens, s.24-25).


Yazarın biz insanları, “her an tahtını kaybedebilecek bir muz cumhuriyetinin diktatörüne benzetmesi çok ilginç…

Muz Cumhuriyeti, 1990 öncesinde Latin Amerika devletlerine verilen addı. 19. Yüzyıldan beri Amerika’nın sömürgesi olan bu ülkelerde, sık sık darbeler olur ve ABD’nin desteklediği bir diktatör iktidar ele geçirirdi.  Alt tabakaya mensup, yoksul halk çocukları olan bu diktatörler, kendisine suç ortağı yaratmak isteyen Amerika tarafından sömürüye ortak edilirlerdi.

Geçmişte yokluk ve yoksulluk içinde yaşamış olan yeni diktatör, “besin zinciri piramidinde, birden zirveye tırmanan Homo” gibi, acımasızca soygun ve yağmaya başlardı. Gözü doymak bilmez; Amerikan şirketleriyle birlikte ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını; ormanlarını, derelerini, koylarını, kısaca tüm doğasını talan eder; kültürel miraslarını yağmalar, rant uğruna kentlerin dokusunu bile yok ederdi…

Hırsızlık, sağır sultanın bile duyacağı kerteye gelince, millet homurdanmaya başlardı. O zaman, halkın gazını almak isteyen ABD devreye girer, yeni bir darbe yaptırır ve başka bir diktatörü başa getirir; servetini çoktan kaçırmış olan eski diktatörü de Amerika’ya götürürdü…

Soyulmaktan kurtulduğunu sanan halk, sokaklara dökülüp   kıvrak Latin dansları yaparak darbeyi kutlar, yeni diktatörü alkışlarla bağrına basardı. Ancak bir süre sonra aynı film yeniden oynamaya başlardı. Öyle ki bazen halk eski diktatörünü özler, onun kurtarıcı olarak geri gelmesini istediği bile olurdu…

This entry was posted in AKIL FİKİR YAZILARI, DOĞAL YAŞAM, GEÇMİŞİN İÇİNDEN YAŞAM, SÜLEYMAN ÇELİK, Yeni Kitaplar. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *