BUNUN SONU IZDIRAP..
Serendip Altındal / 08.04.2020
serendipaltindal@gmail.com
Lider, ancak kendisinden güçlü bir hasma dik durabilen müktesebat savunucusu bir öndere denir. Yakın tarihimizde buna tek emsal yüce Atatürk’tür. Bu anımsamadan sonra yine gündeme dönersek; Korona ile artık iyice bozulan balans ayarımız, şimdi başka da eksiğimiz kalmamış gibi şapka mı, türban mı nakaratlı bir de yalpa vurmaya başladı. O halde segman da dağıtıp duvara toslamamız ya da uçurumdan uçmamız yakındır.
Bütün iş güç ve devasız derdimiz bitti, üstüne yeni kankamız yapay salgın da kontrol altına alınmış olmalı ki birde Polis kadınlarımız şapka mı ya da eşarp mı taksın adlı bir erken doğuma daha sahip olduk. Oysa işin aslı hiç de böyle değil. Aslı, bir türlü Viski masasından kalkamayan birilerinin en az bir ayaklarıyla hep Amerikan sofrasında kalmak istemeleri meselesidir. Ki bu düşkünler kendilerini çok iyi bilirler.
Korona kumaşından peçeli harekât planının çerçevesinde yeni Türkiye Cumhuriyeti İslam Devleti yaratma hayali veya kurgusu kaldığı yerden devam ettirilmektedir. Ana neden de budur aslında. Bu yolda yüründüğü, şu son günlerde arkadaki sinsi Feto dürtüsünden cesaret alan Cemaat liderlerinin ve irtica bakiyesinin, Erdoğan’la sık bir araya gelmesi ile de fark ediliyor olmalıdır.
Anlaşılan bu projenin mimarı olan emperyalist cephe, bizim milletin ne denli gaflet uykusunda olduğuna iyice ikna oldu ki tetikçileriyle darbe üstüne darbe vurduruyor başımıza. Çünkü şayet böyle olmasa, tam da bu günlerde milletine destek olması istenen ve gereken Sosyal(!) bir Devletin Lideri, çaresiz ve yokluk içindeki milletine karşılıksız yardım yapacağına, el açmaz ve sorumsuzluğun ifadesi olan ‘dayanışma içinde olmalıyız’ lafları etmezdi. Ve Kurtuluş savaşı dönemindeki yokluk mağduriyeti ile bugün aslında sahip olmamız gereken varlıktaki, yokluğu bir tutmazdı.
Aynı minvalde Kanal Projesi de ucundan çekilip uzatılmaya, sessiz ve derinden devam ediyor. Bu düşünceyi daha da aydınlatmak gerekirse: Yakın geçmişte USA Başkanıyla daha sık görüşen Erdoğan, son günlerde bu meşhur buluşmaları gündeme taşımıyor olsa da emperyalist çıkarlı (Montrö Kanalı, Türkiye İslam Cumhuriyeti Federe Devleti vs. gibi) projeler ne hikmetse Korona rüzgarını da arkalarına alarak, pupa yelken yola devam ediyor ya da ettiriliyorlar.
Yaşlılar, Kutup Ayılarına yem olmak üzere Buzullara terk edilmeye hazırlanırken – ki teşbihte hata olmaz- torunlarına; ‘büyüyün ki olgun döneminizde kendi dehanızla da tanışabilme ve sevdiklerinize daha fazla manevi güç sağlama şansınız olabilsin’ nasihatlerini miras bırakmaya yöneliyorlar son gayretleriyle. Sadece çalışanların bir seçkin otokrat azınlık tarafından sömürüleceği, güçten kesilmiş yaşlılarınsa cemiyetten soyutlanacağı ilkel çağların benzer bir Dünyasına doğru koşarak ilerleniyor.
Komplo teorisi olarak algılanıyor olsa da eskiden komplo denen tezlerin çoğunun, bugün sentez olduğu bir dünyada, komplo lafı daha dikkatli kullanılmalıdır. Çünkü kontrollü bir salgın hazır yaratılmışken ve ısrarla da yeni dünya farklı olacak sözleri havada uçuruluyorken, muktedirlerin istemediklerini hastalık bahanesiyle temizleyerek, meydanı kendilerine ayırmak için çok müsait bir ortam yaratılmıştır artık.
Hele de %50 nasılsa dışlanmışken diğer 50 ile yola devam etme düşüncesi bile Allah’ın verdikçe verdiği bağışların da üstünde, çalıp oynayacakları bir egodur kendileri için. O zaman ne de güzel idare edilir değil mi ülke? Ve işte o zaman istediğini de asar kesersin. Ne ahrettekine ne de topraktakine hesap verirsin. Gel keyfim gel artık. Yoksa bu mudur kıssadan istenen? Yani harp, darp olmadan, toplu temizlikle hoş geldin yeni küresel Dünya. Çiplenmiş geri kalanlar ise nasılsa tam kontrol altındadırlar.
Ee gelelim sadede, bu kadar hayal gücü yeter. Yapay salgın bahane, sen ille de Montrö’yü egale edecek Kanal mı istiyorsun. Sonunda Rus’un da haklı olarak kafası atacak ‘al sana Montrö’ diyerek getirecek ağır silahlı donanmasını Balkan geçidine dayayacaktır. İstanbul Kanallarından istemediği bir kuşu bile geçirmeyecektir. Sakın olmaz demeyin, olmaz olmaz. Bu tarih neler gördü. Yani öyle başa böyle tıraş, neden olmasın ki.
Ve işte o zaman İstanbul Kanalı sadece bizim değil; ama cümlesinin elinde patlayacak bir havai fişeğe dönüşecek. Ne ki bu cümbüşün en ağır faturası da yine bize yazılacaktır kuşkusuz. Bakalım onu neyle ödeyeceksiniz o vakit. İşte bu da birilerine ve öncelikle de Okyanus ötesine kapak olmalıdır aslında.
Çünkü durup dururken kaşınıyor ve kendiniz gibi art niyetli olmayanlara bile zoraki kaşıntı davetiyesi çıkarıyorsunuz, izan fukaraları. Bunları korktuğum için yazmıyorum. Sizler o vakit pahada ağır ne varsa toplayıp bilinmez adreslere doğru dörtnala savuşurken ben emmioğullarımla birlikte vatan savunmasına koşanların safında olacağım nasılsa…