ABD’DEN SKANDAL DEĞERLENDİRME: “YÖNETİMİN TEK KİŞİDE OLMASI İŞİMİZİ KOLAYLAŞTIRIR”
Oraj Poyraz
Elbette öyledir.
Başka türlü olmasına imkan yok ki.
Tek adamları kandırmak kolaydır.
Biz bunu Yüce Galaksi Başkanımızdan biliyoruz.
Kaç kez kandırıldı tahmin etmek çok zor.
Tek adamları korkutmak da kolaydır. Yakın çevresine yapılan birkaç suikast, medya linci, hakimlerin tetikçi olduğu adalet linçleri falan yeter. Daha eskiden bir örnek olarak Jandarma Genel Komutanına yapılan suikast uzun yıllar Türk devletini felç etmiştir. Hatırlayın ABD’de yürütülen Halk Bank yargılaması. Hatırlayın artık herkesin kanıksadığı şu meşhur bir muhalefet liderinin homoseksüel ilişkisi.
Tek adamlara şantaj yapmak da kolaydır. Herkesin sırları vardır. Yeter ki, bu sırları banda kaydetme imkanı olsun. Tapeler, video kayıtları, resimler vb. Ondan sonra maymun edersin. Hatırlayın, pek çok devletin gizli servisinin Yüce Galaksi Başkanımızın çeşitli bankalardaki Offshore hesaplarında biriken milyar dolarlar için yaptığı açıklamalar.
Oysa demokrasi tek adam değil meclis işidir.Hakimiyetin temeli hükumetin değildir, başkanın da değildir, seçim sistemine göre ya doğrudan oy verenlerdir, ya da vekillerden oluşan ülkenin en büyük meclisidir. Evet, meclisler iktidarları devirebilir ve bu kesinlikle hem yasal hem de ahlakidir, asla bir suç değildir. Ama iktidarlar meclis kapatamaz, kapatamamalı, çünkü demokrasinin tanımına göre bu darbe olur.
Pek çok ülkede iktidarlar değil ama tarafsız olduğu düşünülen cumhurbaşkanının yeniden seçim yapmak üzere meclisi tatil etmesi imkanı vardır. Dikkat bu izin kısıtlı ve şartlıdır. Tekrar seçim yapmak üzere.
Meşruti monarşilerde monarklar da meclis kapatamaz. Eğer, çağın ruhunu doğru dürüst okuyamamış, ve hala daha yüzlerce yıl önceki mutlak gücü koruma tutkusu olan Abdulhamit gibi bir sultan meclisi kapatıp da, 30 küsur yıl bir daha seçim yapmaz ise buna dört dörtlük darbe denir. Çünkü çağdaş bir devlette hakimiyetin kaynağı sultan ya da hanedan değildir. O çağlar artık geride kalmıştır. Ve bu darbeci monarkı devirip tekrar seçim yaptıran, ve meclisi açan güce de darbeci denmez ancak demokrasinin kurtarıcısı denir. Hareket ordusu bu nedenle bir darbeci mutlak monarkı devirip, yeniden demokrasi tesis ettiğinden elbette hukuken ve ahlaken haklıdır.
Anadolu aslında demokrasinin beşiği sayılmalıdır.Milat zamanları etrafında hemen her şehrin meclisi vardı.Ve yine zaman zaman bu şehirler federasyon oluşturacak şekilde büyük meclisler de kurmuştur. Likya Federasyonunu hatırlayınız. Bu şehirlerin meclis binaları dahi hala ayaktadır. Ancak, bunlar tarihin oldukça eski çağlarında kalmıştır.
Roma en güçlü zamanlarında bir cumhuriyetti.
Venedik, Cenova pek çok Avrupa şehri ya da bölgesi cumhuriyetti.
Ve zaman içerisinde, bir zamanların demokrasi beşiği olan Anadolu, Ege adaları, Mora yarımadası, Teselya despotların, kralların, sultanların ellerine düştüler. Roma önce askeri bir darbe dönemi olan Triumvira dönemini, sonra da İmparatorluk dönemine geçti. Bu elbette bir geriye gidiş, bir çürümedir. Netekim İmparatorluk Roması gerileyen, çürüyen, küçülen bir dönemi temsil eder.
Her şeye karşın Osmanlının en büyük müttefiki olan Ceneviz ile en Osmanlı’nın en büyük düşmanı olan Venedik Cumhuriyetleri Napolyon istilasına kadar cumhuriyet olmayı sürdürdü. Bütün bu cumhuriyetlerin tarihte meclislerine ev sahipliği yapmış büyük meclis binaları hala ayaktadır.
Müslüman olmayan bu halklarda heykel, resim yasak olmadığından, eski senatörlerin, düklerin, konsey üyelerinin, avukat ve hakimlerin heykelleri, resimleri hala daha müzelerde görülebilir. Hala daha bu cumhuriyetlerin teoride ve pratikte demokrasilerini nasıl ayakta tuttukları, hangi ilkelere çok önem verdiklerini tarih kitaplarından öğrenmek mümkündür.
Örneğin, Venedik cumhuriyetin’de seçimle iktidar edilen Dükler yalnızca yerel hizmetlerle görevliydi ve asla yabancı temsilciler ile görüşemezdi. Dış politikaya ilişkin işleri başlangıçta doğrudan meclis başkanı, sonradan 10lar konseyi yürütmüştür. 10’lar konseyi aslında günümüz meclis dış işleri, savunma işleri meclis komiteleri gibidir, ama tam yetkilidir. Yani aslında bir doğrudan meclis hükumeti söz konusu olmuştur.
Misal Venedik cumhuriyetinde asla Venedik Cumhuriyeti seçmeni, ve meclisi üyesi olmayanlar herhangi bir devlet görevi yapamaz. Bir de bizi düşünün, Amerika’nın atadığı Amerikan vatandaşı bakanlar, şimdi Türk vatandaşı bile olmayan Cumhurbaşkanı danışmanları.
Ve bütün bu meclislerin iktidarlarını aşırı zenginleşmiş oligarklara, askerlere, bürokratlara karşı korumak için aldıkları sayısız önlemler. Peki neden meclisler önemli. Çünkü kollektif akıldır. Çünkü bütün bir meclisin aldatılması, kandırılması, şantaj yapılması, korkutulması, tehdit edilmesi çok ama çok zordur.
Herşeyden önce en önemlisi meclisler hakimiyetin dayandığı halkın iradesini temsil ederler. Bir ülkede en güçlü kurum meclistir. Meclisleri şimdi olduğu gibi, etkisiz, kadük, denetim yapamaz hale koyan seçilmişler elbette siyasi darbe yapmıştır. Meclisin gücünü meclisten çalmıştır. Bu işin yasal görünmesi hukuka uygunluğunu elbette sağlamaz.
Ve bir gün siyasi darbe yapmış liderler, ve partiler ömürlerini tamamlar, yorulur, gücünü yitirir. İşte o gün elbette siyaseten yargılanırlar. Siyasi suçların sandıkta hesabının sorulacağını zannedenler fena halde yanılıyorlar. Siyasi darbecilerin kendilerini korumak için çıkardıkları yasalar, kendilerini koruyacağını düşündükleri hakimler ve mahkemeler elbette etkisiz kılınacaktır.
Elbette bunlar olağanüstü mahkemelerde, ve o mahkemeleri kuran görevlendiren meclislerin ölçülerine göre yargılanacaktır. Kimse bu kadar olağanüstü demokrasi suçlarının olağan mahkemelerde yargılanmasını bekleyecek kadar aptal olamaz.
ABD’DEN SKANDAL DEĞERLENDİRME:
“YÖNETİMİN TEK KİŞİDE OLMASI İŞİMİZİ KOLAYLAŞTIRIR”
01.03.2020
ABD’den skandal değerlendirme: “Yönetimin tek kişide olması işimizi kolaylaştırır”
Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay 1 Mart tezkeresinin geçmediği dönemde ABD’lilerin Türkiye ve bölge ülkelerle ilgili yaptığı değerlendirmede “Bu ülkelerde yönetimin tek kişinin elinde olması bizim işimizi kolaylaştırır. Bunca kurumla uğraşacağımıza tek kişiyi nasıl olsa ikna ederiz” dediğini aktardı.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay TBMM’de kabul edilmeyen ve Irak’ın işgali için ABD askerlerinin Türkiye’de bulunmasını öngören 1 Mart tezkeresinin kabul edilmemesinin yıl dönümünde o dönemde Washington’da yapılan çarpıcı bir değerlendirmeyi köşesine taşıdı. ABD’nin Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerde demokrasinin kendileri için gerekli olmadığını belirttiğine dikkat çeken Balbay ABD’lilerin “Bu ülkelerde yönetimin tek kişinin elinde olması bizim işimizi kolaylaştırır. Bunca kurumla uğraşacağımıza tek kişiyi nasıl olsa ikna ederiz” ifade ettiğini aktardı.
Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay’ın “1 Mart tezkeresinin yıldönümü ve İdlib şehitleri!” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:
“İdlib’de şehit düşen 34 askerimizin acısını tüm ülke olarak yaşıyoruz. Şehitlerimize Allah’tan rahmet 82 milyon yakınına başsağlığı diliyoruz.
Bugün 1 Mart 2003’te TBMM’de oylanan Irak tezkeresinin 17. yıldönümü. Tarihe “1 Mart tezkeresi” diye geçen Türkiye’de 70 bin Amerikan askerinin bulundurulmasını onlarca liman ve havaalanının ABD tarafından kullanılmasını içeren bu tezkerenin TBMM’den geçmemesi büyük bir dönüm noktasıydı.
O gün ABD katında şu değerlendirme yapıldı:
Bize Türkiye gibi ülkelerde demokrasi lazım değil. Parlamento yargı Genelkurmay iradesi bunlar planlarımızı olumsuz etkileyen kurumlar. Bu ülkelerde yönetimin tek kişinin elinde olması bizim işimizi kolaylaştırır. Bunca kurumla uğraşacağımıza tek kişiyi nasıl olsa ikna ederiz!
Bugün yaşadığımız darmadağınık dış politikanın özünde bu yatıyor.
1 Mart tezkeresi geçseydi ne olurdu sorusunun özet yanıtı şudur:
ABD’nin işgal ettiği yerlerde ne olduysa o olurdu!
***
Bugünkü durum:
Türkiye’de parlamento ikincil hale getirildi. Bütün önemli kararlar Saray’da tek kişi tarafından veriliyor havası yerleşti. Devlet çarkının dişlileri arasındaki bağlar koptu. Bozulan saati düzeltmeye çalışırken içinden parça artırır gibi pek çok kurum işlevsizleşti.
Saray’da oluşturulan dış politikadan Dışişleri Bakanlığı’nın haberi olduğunu sanmıyoruz! Karşı karşıya kaldığımız tablo bu kadar vahim…
Bu gidişin devamı daha da vahim olabilir.
Şu öngörümüzün altını bir kez daha çizelim:
Bir gün Suriye sorunu bitecek ama Suriyeliler sorunu bitmeyecek!
Yanılmayı yürekten diliyoruz…
İçimizde ne kadar Suriyeli olduğuna ilişkin görüş birliği yok. Kevgir devlet olduk. Sınırlarımız akordeon gibi; ne zaman açacağımız ne zaman kapatacağımız belli değil.
Güncel durum şu:
İdlib’den Türkiye’ye giriş yasak. Gerekçe “daha fazla sığınmacı alacak durumumuz yok. ” Edirne’den sanırın ötesine geçiş serbest. Neden “AB’ye ders vereceğiz sorunun ciddiyetini anlasınlar!”
Edirne ötesine ilişkin resmi söylem de şu:
“İnsanlar gitmek istedikten sonra biz onları zorla tutamayız ki!”
Şimdi binlerce Suriyeli “Avrupa kapıları açıldı” haykırışlarıyla sınıra yöneliyor.
Yarın Merkel’le konuşup şöyle bir demeç vermeyeceğinin garantisi var mı:
“Türkiye sınırları insanların elini kolunu sallaya sallaya girip çıktığı yol geçen hanı değildir. Bu ülke sınırları içindeki herkes bu ülkenin kuralarına uymak zorundadır!”
Böyle devlet mi yönetilir?
Bu durumda size sormazlar mı?
“Milyonlarca insanın duygularıyla böylesine oynamak hangi din kardeşliğine yakışır?”