Naci Kaptan / 04.02.2020
Değerli okur,
Günümüz Türkiye’si SÖZDE DEMOKRASİ içinde çok az ülkenin yaşadığı hatta yaşamadığı ağır ve örtülü, gizli bir emperyalist saldırı altındadır. Cumhuriyet hükümetlerinin tuğla üzerine tuğla koyarak yokluk ve yoksulluk içine yapmış olduğu tüm sanayi tesislerimiz İNANÇLI gibi gözüken işbirlikçiler tarafından milletin elinden tek tek alınmış ekonomimiz çökertilmiştir. Aşağıdaki uzun yazıda Ülkemizin nasıl sanayileştiği konusu NAZİLLİ BASMA FABRİKASI örneğiyle okumanıza sunulmuştur.
1937’de Atatürk tarafından açılan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası Venezuella’daki “Atatürk Modeli Fabrika’ya” esin kaynağı olmuştur.
Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası, Atatürk’ün kafasındaki “Sosyal Fabrika Projesi’nin” ilk uygulaması olması bakımından çok önemlidir.Atatürk’ün kafasındaki fabrika, sadece üretim yapılan bir mekan değil, aynı zamanda “ar-ge” çalışmalarının yapıldığı bir labratuvar, eğitim verilen bir okul, her türlü sanat ve spor imkanlarına sahip bir kültür kompleksi, kısacası adeta dört dörtlük bir “yaşam alanı”, bir kampüstür. Atatürk, işçilerin yüksek standartlarda, her türlü imkandan yararlandıkları bu “sosyal fabrikaları” Anadolu’nun her yanına yapmayı planlıyordu. Ama bu projesini yaygınlaştırmaya ömrü yetmeyecekti.
Fabrikada yemekhanede ve diğer sosyal alanlarda Türk musikilerinin yanısıra, klasik batı müzikleri ve hatta klasik müzik, opera ve vals de dinlenilmiş, icra edilmiştir, balolar danslar ve partiler düzenlenmiştir.
Fabrikada 700 kişilik bir sinema salonu vardır. 1930’lu yıllardan itibaren memurlara, ustalara ve işçilere ayrı ayrı toplam haftada 6 defa film gösterimi yapılmaktadır.
Fabrikanın Sümer Spor adında bir spor kulübü vardır. Sümer Spor, futbol, basketbol, atletizm, voleybol, bisiklet, güreş, yüzme, boks branşlarında faaliyet göstermiştir. Fabrika bünyesindeki Sümer Spor futbol sahası Ayrıca yine fabrika bünyesinde basketbol, voleybol sahaları, güreş minderleri, boks ringi, tenis kortu ve paten pisti vardır. (*)
Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 9 Ekim 1937 tarihinde açılan bir tekstil kombinasıdır. O yıllarda Rusya’dan temin edilen kredi ve teknik destekle inşa edilen bu fabrika, öncelikle ekonomide hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dallarının kurulması ilkesi gereğince ülke çapında başlatılan mücadelenin somut bir uzantısı olarak yükselmektedir.
Askeri zaferlerden sonra ekonomide de ulusal bağımsızlığın ebedi tesisi amacıyla kurulan bu fabrika 66 yıl ülkeye hizmet edecek, gerek yurt içinden gerekse yurt dışından gelecek binlerce insana iş olanağı sağlayacaktır. 30 binden fazla insana ekmek kapısı olacak fabrika ürettiği pazen ve basmalarla da yurdu baştan başa süsleyecektir. 70 yıl önce tezgahların bir anda çalıştırılmasıyla Ulu Önder Atatürk’ün “sanayinin musikisi” olarak nitelendirdiği ses ne yazık ki 2003 yılına gelindiğinde tamamen kesilecektir.
66 yıl çalınıp dinlenen bu musikinin kesilişinin altında yatan nedenler de geçmiş bir döneme ve geleceğe ışık tutması açısından üzerinde düşünülmeye değer nitelikler taşıyacaktır. Öyleki bu nedenler o günlerden bugüne bir ulusun neleri başardığı, neleri kaybettiği özellikle de nerelerde hata yaptığına ilişkin önemli ipuçları içermektedir.
Daha ötesi Ulu Önder’in “ekonomik bağımsızlık olmadıkça, ulusal bağımsızlık olmaz” diyerek ne kadar öngörü sahibi olduğu ve bizlere ne derece doğru ve tutarlı bir hedef sunduğuna açık bir işaret, delil olarak değerlendirilecektir. Sonuç olarak Ata’nın ekonomik bağımsızlık sürecinde ülkeye hediye ettiği Etibank, Sümerbank gibi köklü kuruluşlar birer tarih olurken bu değerleri, geride bıraktığımız süreci ve hatta bugün geldiğimiz noktayı objektif şekilde yeni baştan sorgulamamız gerektiği de açıkça ortaya çıkmaktadır.
Konuya ilşkin, Doç. Dr. Hulusi DOĞAN’ın SANAYİNİN MUSİKİSİ NASIL BAŞLADI NASIL BİTTİ? – SÜMERBANK NAZİLLİ FABRİKASINA TARİHSEL BİR BAKIŞ başlıklı akademik çalışmasından çıkardığım özet aşağıdadır;
Naci Kaptan
SANAYİNİN MUSİKİSİ NASIL BAŞLADI NASIL BİTTİ?
SÜMERBANK NAZİLLİ FABRİKASINA TARİHSEL BİR BAKIŞ
Doç.Dr.Hulusi DOĞAN,
hulusidogan@gmail.com
Adnan Menderes Üniversitesi
9 Ekim 1937 tarihinde Ulu Önder Atatürk Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası’nın açılışı için Nazilli’dedir ve savaş alanlarındaki zaferlerden sonra,sanayi alanında başlatılan topyekün mücadelenin bir tanesini daha ziyaretleriyle şereflendirmektedirler. Bu ziyaret sanayileşme, kalkınma yolunda makinalarla,tezgahlarla çalınacak bir musikisinin başlangıcı anlamına gelmektedir.
Şevket Süreyya Aydemir (1981:379-381) 9 Ekim günü Nazilli’de çalmaya başlayan sanayinin musikisini şu cümlelerle anlatmaktadır:
“Burada fabrika takımların, bölüklerin, taburların, geçit resmi için sıralanıp yerlerini aldıkları bir karargah meydanına benziyordu. Ve bir karargah meydanı gibi, burada da bir kumanda bekleniyordu. Kumanda duyulmadı ama, Atatürk’ün arkasında duran müdürden, sessiz bir işaret verildi… Atatürk, bunu her halde beklemiyordu. O’nu, oraya çıkardıkları zaman, belki etrafı görmesini, belki fabrika halkına bir şeyler söylemesini istediklerini düşünmüş olabilirdi. Ama, öyle olmayıp da, ayağının altındaki dünya ve etrafını saran hava böylesine birden harekete gelince, önce hatta biraz şaşakaldı. Ne yapacağını bilmedi de denebilir.Önce biraz sarsıldı. Biraz etrafından bir şeyler sormak ister gibi yaptı. Ama, işte o anda, belki kendi bile farkında olmadan ağzından şu kelimeler döküldü:
-İşte bu bir musikidir!..”
Ulusal bağımsızlık, hezimetle sona eren I. Dünya savaşı’nın ardından topyekün verilen bir Kurtuluş Savaşı’yla kazanılmıştır. Bu anlamda bağımsızlık için çok ağır bir bedel ödenmiş, yeni Türkiye Cumhuriyeti adeta borç, yoksulluk ve sıkıntılar üzerine kurulmuştur. Ülkenin durumunu çok iyi bilen Ulu Önder “ekonomik bağımsızlık olmadıkça, ulusal bağımsızlık olmaz” diyerek ulusa bundan sonraki hedefini göstermiş ve bir sanayileşme mücadelesi başlatmıştır. Dolayısıyla Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nı da bu sanayileşme mücadelesi ve planlarının içerisinde, onun bir parçası olarak değerlendirmek gerekir (Gencosman, 1978: 38-39).
Nitekim Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası da bu musikiyi 66 sene hiç susmadan icra edecek, ürettiği rengarenk basmalarla ülkeyi baştan başa süsleyecektir. Ancak Ata’nın bizzat kendi elleriyle açarak ülkeye hediye ettiği fabrikada yarım asırdan daha fazla bir süre çalınan bu musiki, 2000’li yıllara gelindiğinde belki de bir daha hiç duyulmamak üzere kaybolup gidecektir.
Sonuç olarak yeni Türkiye Cumhuriyeti sanayileşmede batının çok gerisinde kalmış, yokluklar içerisinde verilen bir bağımsızlık savaşının ardından, Osmanlı’dan büyük bir borç mirası devralarak kurulmuş bir ülkedir. Dolayısıyla bir yandan devralınan borçları ödeme, bir yandan yeniden yapılanma ve kalkınma bağlamında bir sanayileşme harbinin başlatılması bu yeni kurulan ülke açısından kaçınılmazdır. Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası da yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm ülke sathında başlattığı bu sanayileşme ve kalkınma mücadelesinin somut bir uzantısı olarak görünmektedir.
2003 yılı Temmuz ayında Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası fiilen yaşam sahnesinden silinirken, fabrikanın geride bıraktıkları da tarihçiler, iktisatçılar ve işletmeciler için irdelenmeye değer birer miras olarak kalacaktır (Doğan, 2007:105-109).
Özellikle Ulu Önder Atatürk’ün sanayileşme sürecinde bu fabrikayı neden kurduğu, fabrikanın genel olarak ülke ekonomisine neler kattığı ve 2000’li yıllara gelindiğinde Etibank ve diğer Sümerbank fabrikaları gibi bu fabrikanın da neden kapandığı soruları ülke geleceğine yönelik çıkarımlar yapma noktasında cevap bulması gereken öncelikli konular arasında yer alacaktır. Dolayısıyla bu ve buna benzer çalışmaların Cumhuriyet döneminde kurulan ekonomik kuruluşların önemini ve hedefini bugün çok daha net ve objektif şekilde kavrayıp değerlendirebilmemiz açısından birer rehber, kaynak olabileceği gerçeği de asla gözlerden kaçırılmamalıdır.
Ulusal Etkenler
Ulusal bağımsızlık, hezimetle sona eren I. Dünya savaşı’nın ardından topyekün verilen bir Kurtuluş Savaşı’yla kazanılmıştır. Bu anlamda bağımsızlık için çok ağır bir bedel ödenmiş, yeni Türkiye Cumhuriyeti adeta borç, yoksulluk ve sıkıntılar üzerine kurulmuştur. Ülkenin durumunu çok iyi bilen Ulu Önder “ekonomik bağımsızlık olmadıkça, ulusal bağımsızlık olmaz” diyerek ulusa bundan sonraki hedefini göstermiş ve bir sanayileşme mücadelesi başlatmıştır. Dolayısıyla Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nı da bu sanayileşme mücadelesi ve planlarının içerisinde, onun bir parçası olarak değerlendirmek gerekir (Gencosman, 1978: 38-39).
Ülkenin Genel Ekonomik Durumu
Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik durumunun pek de iç açıcı olmadığı bilinmektedir. Savaşlar içerisinde harap olan ve Osmanlı’dan kalan borçlar altında ezilen bir ülke bulunmaktadır. Özellikle 1838 yılında İngiltere ile imzalan Serbest Ticaret Anlaşması, Osmanlı Ekonomisi’ne indirilen öldürücü bir darbe niteliği taşımıştır. Gümrüksüz giren İngiliz gelişmiş makine endüstrisi malları, Osmanlı’nın korumasız el tezgahı endüstrisini kısa zamanda ezmeye yetmiştir (Sabır, 2003:
1). Diğer birçok batılı ülkelerle de yapılan serbest ticaret anlaşmaları neticesinde ülkedeki geleneksel üretici kesim, sanayi devrimini tamamlamış batılı ülke ürünleriyle rekabet edemeyerek ekonomik hayattan silinip gitmişlerdir. Ülke kısa zamanda ihracatın çok üstünde ithalat yapar hale gelmiş, hele savaşların çıkışıyla da devasa finansman açıkları kaçınılmaz olmuştur.
Gerek Birinci Dünya Savaşı sonrası, gerekse 20’li yıllardaki durum da bundan pek farklı değildir. 1919 yılında Batı Anadolu’da çalışmakta olan irili ufaklı 3300 imalat sanayi işyerinin % 73’ü Rumların olup, bu işyerlerindeki 22000 işçinin % 85’i de gayri müslimdir. Yaşanan ekonomik sıkıntıların yanı sıra, sanayileşmede ne derece geri kalındığını göstermesi açısından bir başka gösterge de ülke ekonomisindeki sektörel dağılımdır.
1927 yılında % 78.2 ile tarım kesimi ülke ekonomisinde ilk sırada yer alırken bunu % 14.4 ile hizmet, % 7.4 ile de sanayi kesimi izlemektedir. Ne yazık ki bu değer bile birçok batılı ülkenin 1800’lerin ortasında ulaştığı sanayileşme oranının çok gerisindedir (Gülerman, 1987: 17-18)
fabrika yurdun her yöresinden, her köşesinden insana ekmek kapısı olmuştur. Bırakınız il ya da ilçeleri yüzlerce, binlerce kilometre uzaklıkta bulunan köylerden insanlar Nazilli’ye, fabrikaya çalışmak üzere gelmişlerdir.
Bugün insanlar iş bulmak umuduyla İstanbul’a, İzmir’e giderken 40’lı, 50’li yıllarda bu illerden insanlar çalışmak için Nazilli’ye gelmektedir. Daha ilginci fabrikanın yurtdışından gelecek birçok insana da iş olanağı sağlayacak olmasıdır. Tablo 4’de görüleceği üzere Bulgaristan’dan ran’a, Suriye’den Macaristan’a, hatta Katar’dan Rusya’ya kadar dünyanın dört bir yanından gelecek insanlara fabrika umut kapısı olacaktır. Fabrikanın 66 yıllık yaşam serüveninde kayıtlarına ulaşabildiğimiz 30 binin üzerindeki çalışan arasında da 1.209 işgörenin yurtdışından geldiğini görmekteyiz.
Bunların hemen hemen tamamı Türk ya da Türk kökenli vatandaşlar iken, ilginçtir ki 1941 yılında fabrikaya giren 27’kişi Sisam’lı Rumlardır (Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası işçi kayıtları).3 Bu, o yıllarda fabrikada işçiye duyulan ihtiyaçla beraber, yabancılara gösterilen hoşgörünün de somut bir delili olarak değerlendirilebilir.
SÜMERBANK NAZİLİ FABRİKASININ KAPANIŞI
Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 14.11.2000 tarih ve 2000/83 no’lu kararı doğrudan Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası’nın Adnan Menderes Üniversitesi’ne devrini öngörmektedir. Bu karar gereğince fabrika 30.04.2002 tarihinde önce üretim dışı bırakılmış, 31.07.2002 tarihinde de fabrikanın kapanış bilançosu çıkarılmıştır.
Bundan tam bir yıl sonra 31.07.2003 tarihinde de fabrikanın fiilen üniversiteye devri gerçekleştirilmiştir. Atatürk’ün açarak Nazilli’ye ve ülkeye emanet ettiği fabrika 66 yıllık yaşam serüvenini bu şekilde tamamlarken, fabrikanın kapanış gerekçesinde sürekli zarar eden ve devlete yük haline gelen bir kuruma dönüşmesi belirleyici olmaktadır.
Ancak fabrikanın bu hale gelmesinde etkili olan unsurları da doğru irdelemek gerekir. Bir dönem ülkenin en büyük 100 işletmesi arasında olan bir kurumun kapanışına zemin oluşturan temel nedenler ülke insanı ve yöneticilerinin düşünmesi ve herkesin kendisini bir kez daha sorgulaması açısından bir fırsat, bir kaynak olabilecektir.
Celal Bayar ve Nazilli
Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’na imza atan ve bunu eyleme geçiren hükümetin İktisat Bakanı Celal Bayar’dır. Celal Bayar’ın da Nazilli ve Nazilli’lilerle daha kurtuluş mücadelesinin ilk günlerinden olan bir yakınlığı, hatıratı vardır. Bilindiği üzere Bayar, Bursa’da Deutsche Orientbank’ta bir memur iken, henüz o sıralarda gizli bir örgüt olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne kayıt olmak suretiyle siyasete atılmıştır.
Teşkilat içindeki çalışmalarıyla dikkat çeken Bayar yirmili yaşlarda teşkilatın Bursa Katib-i Mes’ulü olacak, kısa süre sonra da Talat Paşa’nın referansı ile İttihat ve Terakki Patisi’nin İzmir Katipliği görevine atanacaktır.
Birinci Dünya Savaşı’nın Osmanlı Devleti’nin yenilgisiyle son bulmasının ardından, gerek İttihat ve Terakki Partisi’nin iktidardan uzaklaştırılıp yöneticilerine karşı soruşturma ve sorgulamalar başlatılması, gerekse ülkenin fiilen işgali üzerine Bayar, Milli Mücadelede yer almak amacıyla İzmir’den ayrılacaktır. Bir müddet “İlyas Efe” kimliğiyle Ödemiş civarında, Hüseyin Gökçen Efe’nin yanında bulunan Bayar, siyaseten gelişmemiş halk kitlelerini harekete geçirmede en etkili faktör olan “din adamı” kimliğinde karar kılarak, “Galip Hoca” yeni kimliğiyle Aydın yöresine geçecektir.
Bayar eski ittihatçılardan Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi ve Nazilli Müftüsü Salih Efendi aracılığıyla Demirci Mehmet Efe’yle tanışıcak ve “Diplomat ve Bilge Galip Hoca” olarak Efe’ye müşavir olacaktır. Bu O’nun Nazilli ve Nazilli’lilerle olan ilişkilerinde bir ivme anlamı taşımaktadır.
O günden sonra Bayar Nazilli’de sıkça bulunacak, özellikle Demirci Mehmet Efe ile bu yörenin diğer önde gelen ismi Yörük Ali Efe arasındaki rekabeti dostluğa dönüştürüp, onları ortak dava etrafında birleştirme görevinde bulunacaktır.
Ancak Demirci Mehmet Efe, “Galip Hoca”nın gerçek kimliğini öğrenecek, İttihat ve Terakki’nin bu Mes’ul Katibi’ni bir casus olabileceği endişesiyle önce öldürtmeyi düşünecek, daha sonra da bu fikrin vazgeçerek O’nu hapsettirecektir. Sonrasında Demirci Efe, Bayar’ı Nazillili Hacı Nuri Efendi’nin araya girip, ricası üzerine serbest bırakacaktır (Bayar, 1967: 1940-1846; Burhan, 1999: 547-557; Bilmez, 2004: 44-52; Şakir, 1952: 50-54).
İşte bu olay, özetle Demirci Efe’ye karşı Nazilli’nin ileri gelenleri tarafından korunup, yardımlarda bulunulması, bir anlamda ölümden kurtarılması Bayar’ın Nazilli’ye ve Nazillilere bakışında ayrı bir yer tutacaktır. Kısacası bu olay, 1930’lu yıllarda yeni kurulacak fabrikanın Aydın-Nazilli-Denizli üçlemesinden hangisinde olacağı yönündeki tartışmada, ibrenin Nazilli lehine dönmesinde etkili olduğu düşüncelerini doğurabilecektir.
Diğer yandan Celal Bayar’ın 25 Ağustos 1935’de Fabrika’nın temel atma töreninde söylediği şu sözler (Toprak, 1983) de kendisinin Nazillilerle olan yakınlığını adeta doğrular niteliktedir:
“Ben Serbest Fırka vakalarından sonra Nazilli’ye gelmiş idim. O vakit, bana mahsülün para etmediğinden bahsetmiştiniz. O vakit, liberalizm denilen iktisadi sistem bilinerek bilinmeyerek münakaşa ediliyordu. O zaman size mahsülü dışarıya satmak müşküldür dedim. Fabrika yapmak lüzumuna işaret ettim. Bu fabrikayı kendi vesaitinizle kurabilir misiniz dedim. Bunun cevabı menfi oldu.Memleketin başka yerlerindekiler gelip de sizin ihtiyacınız için bu fabrikayı kurarlar mı dedim. Bittabi bu büsbütün imkansızdı. Bu büyük işi, ancak, devlet eline alır, bir gün Nazilli’ye gelir, fabrikayı kurar, pamuklarınızı alır, bunun adına devletçilik derler. Böyle bir devletçiliğin taraftarı mısınız: (Kurbanıyız sesleri). O vakit de bana aynı şeyi söylemiştiniz.”
Ege Akademik Bakış / Ege Academic Review 7 (2) 2007: 661-689
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/557111
Sayfa 662 – 663 – 669 – 670 – 674
(*) https://medium.com/@umutgokbayrak/atatürkün-çılgın-projesi-nazilli-sümerbank-fabrikası-6efcb763c96a
“İşte Bu Bir Musikidir.”
H. Olcay Taşlı yazdı:
Müzik devrimi hakkında Atatürk ile yapılan bir görüşme üzerine, Sadi Irmak anılarında şunları anlatmaktadır : “Biraz sonra Atatürk’ün yepyeni bir konu ortaya attığını gördüm :” ‘En güç devrim nedir’ Sıra ile hepimizin cevabını bekliyordu. Bazı arkadaşlar : ‘Bütün Devrimler birbirinden güçtür.’ dediler. Sıra bana gelince ; ‘En güç devrim laikliktir’ dedim. Nitekim bugün hala o kanıdayım. Ama Atatürk cevaplarımızın hiçbirisini beğenmedi. Bizi bir müddet tereddütte bıraktıktan sonra ‘En güç devrim, müzik devrimidir.’ dedi.
Geçen ay olacak, Beethoven ile ilgili bir haber düştü ajanslara. Alman besteci Ludwig Van Beethoven’ın hayattayken tamamlayamadığı 10. Senfonisi, yapay zekâ tarafından bitirilecek, 2020 yılı ünlü bestecinin doğumunun 250. Yıl dönümü olarak kutlanacakmış. Peki, kimdir Beethoven?
Beethoven, belki de gelmiş geçmiş en ünlü ve en etkileyici klasik müzik bestecisi ve piyanistidir. Alman klasik müzik piyanisti ve bestecisi Ludwig Van Beethoven’ın 9. ve 10. senfoni üzerinde çalışırken hastalanmış, son eserini tamamlayamadan 1827 yılında vefat etmişti. Batı’da çok sesli müzik 15. yüzyılda ortaya çıkar, peki ya Anadolu’da ne zaman başlar? Batılılaşma ile birlikte müzik alanında yenilikler yaşanmış olmasına rağmen sorunun cevabını bulmak için Erken Cumhuriyet Dönemi’ne uzanmak gerekmektedir. Birçok müzik kurumunun ilk adımı Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra atılmış ve müzikte bir devrim arayışı başlamıştır.
MÜZİK DEVRİMİ
Müzik devrimi hakkında Atatürk ile yapılan bir görüşme üzerine, Sadi Irmak anılarında şunları anlatmaktadır : “Biraz sonra Atatürk’ün yepyeni bir konu ortaya attığını gördüm :” ‘En güç devrim nedir’ Sıra ile hepimizin cevabını bekliyordu. Bazı arkadaşlar : ‘Bütün Devrimler birbirinden güçtür.’ dediler. Sıra bana gelince ; ‘En güç devrim laikliktir’ dedim. Nitekim bugün hala o kanıdayım. Ama Atatürk cevaplarımızın hiçbirisini beğenmedi. Bizi bir müddet tereddütte bıraktıktan sonra ‘En güç devrim, müzik devrimidir.’ dedi. Şaşkınlığımızı, yüzümüzden okumuşçasına devam etti :
‘Çünkü müzik devrimi, şahsa önce kendi iç dünyasını unutturmayı, sonra da yeni bir âleme yönelmeyi gerektirir. Onun için çok zordur.’ Kısa bir susma oldu. Işıklar saçan gözünü, üzerlerimizde gezdirerek ekledi : ‘Çok zor ama yapılacaktır’ dedi.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğindeki Türk Devrimi’nin nihai hedefi çağdaş uygarlıktı. Çağdaş uygarlığa ulaştıracak yollardan biri de güzel sanatlarda evrensel ölçülere ulaşmaktı. Evrensel ölçülere müzik dalında da ulaşılmalıydı. Bu yüzden Atatürk müzikte de devrim yapmayı denedi, çok sesli evrensel müziği toplumumuza kazandırmak için yoğun bir çaba harcadı. Bu çaba ilk meyvelerini icrada olsun, bestede olsun verdi ve vermeye devam ediyor. nımsayabildiklerimi sayayım isterseniz:
Adnan Saygun, Cemal Reşit, Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses, Muammer Sun, Fazıl Say, İdil Biret ve daha nicelerini bu listeye ekleyebiliriz.
MAKİNELEŞMEK
Peki, uygarlığa giden yol sadece müzik ve güzel sanatlardan mı geçiyordu. Tabii ki hayır, çağ, ünlü ozan Nazım Hikmet’in dizelerinden de anlayacağımız gibi makineleşme çağıydı:
Makinalaşmak
trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
beynimden, etimden,
iskeletimden geliyor bu!
her dinamoyu
altıma almak için çıldırıyorum!
tükrüklü dilim bakır telleri yalıyor,
damarlarımda kovalıyor
oto-direzinler lokomotifleri!
trrrrum,
trrrrum,
trak tiki tak
makinalaşmak istiyorum!
mutlak buna bir çare bulacağım
ve ben ancak bahtiyar olacağım
karnıma bir türbin oturtup
kuyruğuma çift uskuru taktığım gün!
trrrrum
trrrrum
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!
Türk Devrimi de makineleşen, sanayileşen dünyaya ayak uydurmak istiyordu.
ATATÜRK GÜNÜ
Peki, tüm bunları neden anlatıyorum? Aydınlılar iyi bilir ki, 3 Şubat Aydın’da Atatürk günüdür. 3 Şubat günü Aydınlılar Ata’nın Aydın’a gelişini hatırlayarak, Atatürk’ü anarlar.
İsterseniz 1931’in 3 Şubat’ına dönelim, Atatürk o gün “ … istasyonda vatandaşın büyük sevgisiyle karşılanmış, trenden indikten sonra, yine yol boyunca toplanan Aydınlıların tezahüratı arasında belediye binasına gitmiştir.” (1)
3 Şubat gecesi Atatürk, geceyi Aydın’da geçirecektir; ertesi gün ise Nazilli’ye geçer. Nazilli de yoğun bir ilgi ile karşılayacaktır Atatürk’ü. Nazilli halkı burada Atatürk’ten bir basma fabrikası kurulmasını istemişlerdir. Ayrıca pamuk üretiminin artırılması için su kanalları ve pamuk ıslah istasyonu açılmasını da talep etmişlerdir. Atatürk tüm bu dilekleri not ettirir. Sonra ne mi olur?
NAZİLLİ SÜMERBANK BASMA FABRİKASI
Nazilli’de pamuk istasyonu kurulur, 1935 yılında Sovyet Rusya’dan faizsiz kredi ve teknik destek alınarak Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın temelleri atılır. 1937 yılında ise fabrikanın açılışı yapılır. Bu öyle bir fabrika olacaktır ki, işçi çocukları için kreşi olacak, yüzmeden patene, atletizmden futbola birçok branşı olan spor kulübü olacak, işçiler tiyatro yapacak, 700 kişilik sineması,40 yataklı hastanesi, eczanesi ve laboratuvarı olacaktır.
1937 yılında büyük önder hastadır ama o, yurdunun çağdaşlaşma yolunda akort tutmasına şahit olmak için Nazilli’ye gelir. Açılışa katılır, isterseniz bundan sonrasını Afet İnan’dan okuyalım:
“ … Nazilli’ye yaklaşıyorduk.Atatürk, H. Reşit Tankut’a sordu: Nazilli ne demektir?
Onun izahatı bitirmeden trenin içini, genç, gür sesler doldurmuştu. Eski cedlerin bugünkü çocuklarının sesleri; tarihin engin derinliklerinden gelen sesler gibi uğulduyor ve çınlıyordu:
Yaşa Atatürk!
Fabrika binalarına giden yollar halkla dolu idi…Fabrika direktörünün rehberliğinde yürüyoruz. Pamuk, işleyen makinelerde türlü şekiller alıyor. İplikler, binlerce makaralar üzerinde kümeleşiyor. Makaralar çözülerek tezgâhlarda yer almış, büyük bir salonda tezgâhların bulunduğu yerde her makinenin başında duran bir işçi marş emrini bekliyordu…
Büyük yerden çıkan emir, 480 makineyi birden gürültülü bir faaliyete koydu. Bunu üzerine Atatürk şunu dedi:
– İşte bu bir musikidir.” (2)
Söz yine müziğe gelmişken hatırlatalım. Bu fabrikanın ayrıca bir piyanosu vardır. Çok sesli müzik yapılmaktadır, işçilerden kurulan koro, Aydın, Denizli ve Nazilli’de klasik müzik konseri vermektedir. Ne mi çalıyorlarmış: Günümüz insanının yarım kalmış senfonisini yapay zeka aracılığıyla tamamlama çabası içerisinde olduğu, çok sesli müziğin en önemli bestecilerden biri olarak kabul gören Beethoven’u !
Atatürk Aydın’da, Atatürk’ün doğumunun 100. yılında hazırlanan kitaptan, s.50
Atatürk Hakkında Hatırılar ve Belgeler, Afet İnan, Türkiye İş Bankası Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 1981, s.175-176