AKIL FİKİR YAZILARI * AKIL VE BİLİM KILAVUZ EDİNİLMEDEN YERLİ ARABA OLMAZ!..

AKIL VE BİLİM KILAVUZ
EDİNİLMEDEN YERLİ ARABA OLMAZ!..

Süleyman Çelik

Yazının tamamı :

“Beyin Kabuğu (Korteks)” denilen beynin üst kısmı, akıl ile ilgili beyin bölgesidir.

Beyin Kabuğunun altında bulunan ve “Limbik Sistem” denilen kısım ise içgüdü ve duygularla ilgilidir.

İnsan ve hayvan beyinlerinin limbik sistemleri arasında fark yoktur, fakat insanda beyin kabuğu hayvanlara göre çok büyüktür.

Limbik Sistem doğuştan aktiftir. Hayvanlar içgüdüsel dürtüler ve tepkilerle yaşamlarını sürdürürler…

Beyin Kabuğu ise doğuştan etkin değildir, görgü/ gözlem, deneyim/ yaşam mücadelesi ve eğitim/ öğretim ile kişi bilgi edindikçe etkinleşir, sonuçta akıl gelişir. Ancak ezberci/ dogmatik eğitim korteksi köreltir, akıl gelişmez. Bilgisayar diliyle anlatacak olursak beyin kabuğu “donanım (hardware)’dır, “yazılım” (software) yüklemeden bir işe yaramaz. Fakat bilgisayarlarda olduğu gibi dışarıdan yazılım (hazır bilgi), şimdilik yükleyemiyoruz.

Doğal olarak yetişen ot, sebze, meyveleri toplayıp ve avlanarak yaşamlarını sürdüren ilk insanlar, yaşam için mücadele ettikçe akılları gelişti. Mızrak ve ok- yay yapıp kullanmak, tuzak kurmak gibi yeni avlanma yöntemleri geliştirdiler. Akılları geliştikçe gözlem yapma yetileri gelişti. Gözlem yoluyla doğayı anlamaya başladılar ve 10 bin yıl önce bitkilerin tohumları yoluyla çoğaldıklarını saptadılar. Tohumları toplayıp işlenmiş topraklarda ekin (kültür) yaparak daha çok ürün almayı öğrendiler. Sonuçta “Tarım Devrimi” gerçekleşmiş oldu.

Tarım Devrimi, insanlık tarihinde çok önemli bir dönüm noktasıdır. Tarım devrimi ile yerleşik düzene geçildi, kentleşme ve uygarlıklar oluşmaya, sonuçta insanlık bilim, sanat ve kültürel alanda yükselmeye başladı.

Sellerin taşıdığı alüvyonlarla kaplı topraklar ekin için en verimli, en uygun topraklardır. Bu nedenle ilk uygarlıklar, büyük ırmakların denize döküldükleri yerlerde ortaya çıkan, Çin (Sarı Irmak), Hint (İndus Vadisi), Sümer (Dicle- Fırat) ve Mısır (Nil deltası) uygarlıklarıdır. Ortadoğu’da uygarlık Sümerlilerden, Yukarı Mezopotamya’ya doğru yayıldı (Babil, Asur vd.) ve Anadolu’ya geçti. Anadolu, insanların rahat yaşaması ve her türlü bitkiye uygun iklimi/ verimli toprakları nedeniyle 50’ye yakın uygarlığa beşiklik etti.

Anadolu, Mezopotamya ve Mısır’ı ele geçirerek zamanının küresel imparatorluğunu oluşturan Roma İmparatorluğu, uygarlıkları bütünleştirerek Roma Uygarlığını oluşturdu ve uygarlığın Ortadoğu’dan Akdeniz’e doğru yayılmasını sağladı.

Aşırı büyüyen tüm imparatorlukların doğal sonucundan kurtulamayan Roma İmparatorluğu, barbarların saldırılarıyla çöküşe geçince, düne kadar dışladığı bir din olan Hristiyanlığı benimseyerek din yoluyla birliğini korumaya çalıştı. O zamana kadar sürekli ezilmiş olan Hristiyan din adamları, soylularla iktidara ortak olunca, akıl ve bilimi dışlayıp halkı cennet vaadi/ cehennem korkusuyla uyutarak sömürüye ortak oldu, insanları köle gibi çalıştırarak yaptırdığı görkemli kiliseler, katedraller ve manastırlarda dünyanın keyfini çıkarmaya başladılar. Sonuçta Ortaçağ karanlığına girildi.

Bu sırada Arabistan yarımadasından yukarıya çıkan Müslümanlar, yeni bir din yaratmanın özgüveni ve devrimci atılımıyla zaferler kazanıp Ortadoğu’ya egemen oldular. Fetihlerin sağladığı zenginlik, Halife Sultan ve çevresinde, sanat ve kültüre zaman ayıran bir aristokrat sınıf yarattı, bunlar egemen oldukları topraklardaki Babil-Sümer, Hint, Mısır, Yunan ve Pers uygarlıkları ile ilgilendiler. Bilim ve felsefeye önem verdiler; gerek Hıristiyan bağnazlığından kaçan, gerekse pagan bilimci ve filozoflara kucak açtılar. Bağdat’ta “Beytül Hikme” adı verilen bilim ve Felsefe merkezi kuruldu; ünlü filozofların eserlerinin Arapça’ya çevrilmesi ve özgün eserler yazılması teşvik edildi. Sonuçta 8.- 12. yüzyıllar arasında bilimin meşalesi İslam dünyasında yükseldi, özellikle tıp, fizik, astronomi ve matematik alanında, evrensel bilim tarihinde önemli bir yer tutan özgün bilimsel buluşlar yapıldı, eserler üretildi.

Haçlı seferleri ile zayıflayan İslam dünyasının parlak dönemi, Moğol istilası ile sona erdi. Moğollar bilim yuvaları ve kütüphaneleri yok etti, ekonomiyi çökertti. Roma İmparatorluğu’nda olduğu gibi, yöneticiler ekonomik çöküntünün halkta oluşturduğu hoşnutsuzluğu din yoluyla bastırmak istediler. O zamana kadar devlet katında bilim adamlarının el üstünde tutulmasından hep rahatsız olmuş mollalar, akıl ve bilim karşıtı söylemlerini, İbn-i Sina, Farabi gibi İslam dünyasının yüz akı bilimcilerini kafir ilan edecek kadar ileri götürdüler, toplumda bilim düşmanlığı yarattılar ve sonuçta İslam Ortaçağı başladı. Bu dönemde etkin olan Ahmet İbn Hanbal ve Gazali gibi mollaların söylemleri ile, Batı Ortaçağı’nı başlatan Ambroise ve Augustine gibi Hıristiyan azizlerin söylemleri birebir örtüşmektedir. Bundan sonra İslam dünyasında bilim kurumsal olarak yok oldu ve kişisel çabaları ile kendilerini geliştirebilmiş birkaç bilim insanı dışında, bilim tarihinde Müslüman adı görülmez oldu.

İslam dünyası Ortaçağ’a girerken, bu kez Hıristiyan dünyasında uyanış başladı. 11. Yüzyıldan sonra Avrupa’da üniversiteler kurulmaya başlamıştı. Yaşamlarında balıkçılığın önemli yeri olan Okyanus kıyısındaki ülkeler, gemi yapım teknolojilerini geliştirerek açık denizlere dayanıklı tekneler yapınca keşifler ve deniz aşırı sömürgeciliğe başladılar. Dünyaya açılmak ve sömürgeciliğin sağladığı zenginleşme ufuklarını genişletti, kafalarındaki Ortaçağ karanlığı dağılmaya başladı. Bu gelişmeler Rönesans, Reform ve Bilimsel Devrimi doğurdu. Din yoluyla halkın sömürülmesine karşı çıkan Reformcu din adamlarının söylemleri ile bilim adamlarının, İncil’de yazılanların tersine dünyanın yuvarlak olduğunu ve Güneş çevresinde döndüğünü açıklamaları Kilisenin etkinliğini yok etti. Bunun sonunda eleştirel akılcı özgür düşüncenin ve laik/ seküler yaşamın önünü açan Aydınlanma Devrimi gerçekleşti. Aydınlanma Devrimi ile zincirlerinden kurtulan akıl, bilimsel buluşlar, bilimsel buluşlar da yeni teknolojiler yarattı ve Sanayi Devrimi gerçekleşti.

Şekilde görüldüğü gibi, Sanayi Devrimi 18. yüzyılın son çeyreğinde İngiltere’de dokuma tezgahlarının makineleşmesiyle başladı. Yani önce “tekstil sanayi” doğdu. Ardından demiryolu ve 19. Yüzyılın sonuna doğru da otomotiv sanayi doğdu.

Sanayi Devrimi 20. Yüzyılın ikinci yarısına doğru sona erdi, yerini “Bilişim (enformasyon) Devrimi” aldı.

Şekildeki sınıflandırmanın dışında başka sınıflandırmalar da var, ancak bizim için sonuç değişmiyor; biz hala Sanayi Devrimi’nin başlangıcını yakalayamadık. Tekstil örneği verilerek bu görüşe hemen karşı çıkılacaktır. Oysa çok başarılı olduğumuzu, hatta Batı’yı geçtiğimizi düşündüğümüz tekstilde bile işimizi, teknoloji transferi ve makine dışalımı ile yapıyoruz. Bırakın tekstili, en başarılı olduğumuzu sandığımız inşaat sektöründe bile teknoloji transferi kullanıyoruz. Köprüler, tüneller, hatta gökdelenler böyle yapılıyor.

Yerli ve milli araba, uçak vs. yapmak gibi fantezileri bırakıp Sanayi Devrimini neden yakalayamadığımızı düşünecek olursak, dışa bağımlılıktan çıkış yolunu bulabiliriz…

Sanayi Devrimi, bilimin yasalarının uygulamaya sokulması ile gerçekleşti. Eğer, Newton vd. fizik bilimini geliştirip enerjinin yasalarını bulmasalardı buhar gücü ile çalışan makineler yapılamazdı. O halde teknoloji yaratabilmek için önce fizik, kimya, biyoloji gibi temel bilimlerde ilerlemek gerek. Oysa üniversitelerimizde bu bölümler kapanıyor. İlk ve ortaöğretimde fen bilimleri dersleri azaltıldı, yerlerine Arapça, Osmanlıca ve Din dersleri konuldu. Biyolojinin temeli olan “Evrim Kuramı” müfredattan çıkarıldı. Ama yapay zekâ ve robotların konuşulduğu 4. Sanayi Devrimi’nde fizik ile biyoloji iç içe geçmiş durumda…

Adamların 150 sene önce yaptıklarını yapmaya heves edeceğimize zamanı yakalamaya, 4. Sanayi Devrimini gerçekleştirmeye çalışalım. Bunun için dini değil, bilimi kılavuz edinmek; masallarla korteksleri köreltilmiş çocuklar değil, tersine “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar yetiştirerek, yaratıcı aklın önünü açmak gerek. Aksi halde Ortaçağ’a gider ve araba yerine sadece deveye semer yapabiliriz…

Batı’ya değil de bizim için daha iyi örnek olacak, yarışa yenilerde girmiş Japonya, Güney Kore ve Çin’e bakalım. Bunlar Şintoizm ya da Budizm’i değil, bilimi kılavuz edindikleri için zamanı yakaladılar. Öte yandan yaşamlarında hala Budizm’in çok önemli rol oynadığı Laos, Myanmar, Kamboçya, Nepal gibi ülkelerin durumuna bakıp kararımızı ona göre verelim…

Sözün özü:

Atatürk 100 yıl önce bize bunları söyledi, uygulamaya başladı. Ama biz onu anlamadık. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalistlerin de yanıltmasıyla, O’nun yolundan ayrıldık ve gene Osmanlı’nın batış dönemindeki duruma düştük. O’nun yoluna dönmekten başka çıkış yolumuz yok…

https://www.yenimuhalefet.com/akil-ve-bilim-kilavuz-edinilmeden-yerli-araba-olmaz/

This entry was posted in AKIL FİKİR YAZILARI. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *