08 Ocak 2020 tarihinde paylaşmış olduğum DENİZCİ GÖZÜYLE KANAL İSTANBUL PROJESİ başlıklı yazımda https://nacikaptan.com/?p=75242 İSTANBUL KANALINI denizci gözü ile irdelemiştim.
Aşağıda emekli tümgeneral sayın Doğu Silahçıoğlu’nun konuyu kurmay bir asker olarak irdelediği yazıyı sunuyorum. Görülen odur ki akıl, bilim ve sağduyunun sesi olan tüm bilim adamları, STÖ’ler, akademisyenler, doğa bilimciler, denizciler, askerler bu anlamsız emperyal rant projesine yazı ve söylemleriyle karşı çıkmaktadır.
Umarım ki bu rant projesini buyurgan bir otokrasiyle topluma dayatanlar akıl ve bilimin ışığını görürler.
Naci Kaptan / 12.01.2020
Askeri harekât ve İstanbul Kanalı
Emin Çölaşan / 9 Ocak 2020
Sevgili okurlarım, emekli Tümgeneral Doğu Silahçıoğlu tarafından dün gönderilen ve adeta bir “Kurmay uyarısı” olan mektubu sizlere aynen iletiyorum. Savaş rüzgârlarının yeniden esmeye başladığı şu ortamda Silahçıoğlu şöyle diyor:
“Kanal İstanbul uydurma bir ifade olduğu ve ben buna karşı olduğum için, metinde hep İstanbul Kanalı ifadesini kullandım.”
Silahçıoğu Paşa bu kanal olayının, üzerinde hiçbir tartışma yapılmayan askeri boyutunu, yani bir saldırıya uğradığımız takdirde bu hilkat garibesi kanal yüzünden başımıza neler gelebileceğini şöyle anlatıyor:
“Giriş: Sun Tzu’dan Mustafa Kemal’e kadar, askeri stratejiyle (yani kuvvet oluşturma, uygun yer ve zamanda onu kullanma sanatı) ile ilgilenen tüm düşünürler, savaşı, görev, tehdit, yer, kuvvet, zaman ve komutan kavramlarıyla ortaya koyarlar. Bunların her biri sonucu etkileyen öğelerdir. Ama yalnızca biri, bazen de birkaçı, harekâtın temel dayanağını oluşturur. Buna ‘Ağırlık Merkezi’ adı verilir.
Trakya bir askerî harekâtta başlı başına ‘Ağırlık Merkezi’ olma karakterine sahiptir. Yani harekâtın temel dayanağını oluşturur.
Askerî Harekât: Askerî harekât kara harekâtı açısından yalın şekilde ‘Taarruz’ (saldırı), ‘Savunma’ ve ‘Geri çekilme’ olarak ifade edilir. Bunların her biri alt türlere de sahiptir. Bazen birbirlerini izler, bazen de birbirlerini içerirler.
Askerî harekâtın sürdürüldüğü alan ‘Harekât alanı’ olarak adlandırılır. Bu alan ileriden geriye doğru muharip (savaşçı) birliklerin yer aldığı ‘Muharebe sahasına’, muharip birlikler için lojistik destek sağlayan birlik ve tesislerin yer aldığı ‘Menzil sahasına’ ve de en geride insan gücü, ikmal maddeleri, üretim tesisleri başta olmak üzere savaşın sürdürülmesi için gerekli tüm kaynakları barındıran ‘Yurt içi sahasına’ ayrılır.
Harekât alanının boyutları değişkendir. Tüm ulusal güç unsurlarından yararlanılacak bir genel harpte ülke coğrafyası birden fazla harekât alanına bölünebileceği gibi, duruma göre tek bir harekât alanını da oluşturabilir. Bu alan ileriden geriye doğru tüm ihtiyaçları karşılayabilecek boyutlarda olmalıdır. Stratejide buna ‘Derinlik’ adı verilir.
Derinlik ve önemi: Derinlik her türlü harekâtta yaşamsal değerdedir. Örneğin savunmada eğer birbiri gerisinde hazırlanmış mevziler bulunmuyorsa, yani savunmada yeterli derinlik mevcut değilse, cephe yarıldığında yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Elde tutulan bölgeyi kaybetmek, imha olmak, yok edilmek ya da esir düşmek doğal sonuç haline gelir.
Taarruzda eğer uygun derinlikte yığınak ve çıkış arazisi yoksa yeterli hazırlık yapılamaz, birlikler düşman etkisine karşı korunamaz.
Sonuçta; taarruz etmek yerine taarruza uğramak kaçınılmaz olur.
Geri çekilmede eğer gerideki derinlikte hazırlanmış mevziler yoksa çekilen birlikler doğrudan düşman etkisine maruz kalır ve harekât çekilmeyle değil, felâket ve yıkımla sonuçlanır.
Özeti: Derinlik her türlü harekâtı, harekât alanının her bölümünü ve her aşamasını şekillendirir ve doğrudan coğrafyayla ilgilidir.
Harp Tarihi ve Derinlik: 15 Mayıs 1919’da Anadolu’yu işgale kalkışan Yunan ordusu, 22 Haziran 1920’ye kadar Bursa-Uşak hattına kadar ulaşmışsa da, Sakarya gerisine çekilen Türk Kuvvetlerinin 26 Ağustos 1922’de başlatmış olduğu ‘Büyük Taarruzla’ 9 Eylül’de İzmir’de denize dökülmekten kurtulamamıştır. Kurtuluş Savaşı’ndaki bu zaferi Atatürk, ona inanmış olan Türk ulusu ve de Anadolu’nun derinliği sağlamıştır.
Napolyon’un 1812’de, Hitler’in 1941-1942’de Rusya’ya karşı başlattığı taarruzlar, ‘Derinlik’ faktörü nedeniyle Moskova önlerinde felâketle sonuçlanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda, 1941’de Bulgaristan ve Yunanistan’ı işgal eden Alman orduları Meriç Nehri batısına kadar ulaştılarsa da Türkiye’nin kararlı tutumu, Trakya’daki savunma hazırlıkları ve de Anadolu’nun derinliği Hitler’i taarruzdan alıkoymuştur.
Trakya Coğrafyası: Konumuzun temel öğesi olan Trakya coğrafyası, askeri harekât açısından ideal şekil ve ölçülerde değildir. Alanda ‘Derinlik’ göreceli olarak değişir. Stratejik önemdeki İstanbul ve Çanakkale Boğazları ve Marmara Denizi, bölgenin Anadolu’yla olan bağlantısını keser.
Boğaz köprülerinin geçişe olanak vermediği hallerde harekât tümüyle su yollarına bağlı kalır. Marmaray ve Avrasya Tünelleri askerî ihtiyaçları tümüyle karşılayamaz.
Bu sınırlamalar yanında, İstanbul Boğazı batısında bir kanal inşa edilmesi ise zaten göreceli olan derinliği daha da azaltır, koşulları daha da güçleştirir. Bölgede oluşacak yeni yerleşim merkezleri birliklerin arazide tertiplenme ve intikalini kısıtlar. Kanal üzerindeki köprülerin tahrip olması halinde ise harekât sadece deniz ve hava ulaşımına kalır.
Gelecek ve Bilinmezlik: Sürekli değişikliğe sahne olan bölgesel ve küresel düzlemde, Türkiye bugün de örtülü ve açık tehditlerle karşı karşıyadır. Bu kapsamda Balkanlar muhtemel bir tehdidin kaynağıdır.
Bugün dostluk ya da ittifak zemininde Türkiye ile ilişkilerini sürdüren küresel, bölgesel ya da yerel güçlerin Balkanlar’dan yönelecek bir tehdidi başlatmayacakları, bunun ardında yer almayacakları ya da buna destek sağlamayacakları kesin değildir.
Tarih, siyasî ya da askerî ittifakların zamanla nasıl yok olduğunu gösteren sayısız örneklerle doludur. Bu nedenle; ABD, Rusya, AB ülkeleri ve NATO’nun Türkiye ile olan ilişkilerinin geleceği değerlendirildiğinde, bu tehdide karşı koymanın temel dayanağı Türk Boğazları, Karadeniz, Ege Denizi ve Trakya coğrafyası olacaktır. Ve doğal olarak da bu alan kısmen ya da tamamen Anadolu topraklarını kapsayacaktır.
İnşası düşünülen söz konusu kanal Trakya’nın sınırlı derinliğini göreceli olarak azaltarak bölgedeki bir askerî harekâtı olumsuz yönde etkileyeceği gibi, Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından büyük avantaj sağlayan Montrö Boğazlar Sözleşmesinin küresel ve bölgesel güçler tarafından tartışma ortamına getirilmesi yolunu da açar.
Türkiye, Karadeniz’e kısıtlamasız çıkmak için Montrö’yü dolanmanın yollarını arayan ABD ve müttefikleri ile onun karşısında duran Rusya ve müttefikleri arasında kalır.
Yakın dönemde bu kanaldan geçişi sorunsuz hale getirmek için Çanakkale Boğazı’na seçenek oluşturacak bir başka kanalın inşası daha gündeme gelmiştir.
Basında çıkan haberlere göre, İstanbul Kanalı ÇED Raporu’nda ‘Çanakkale Boğazı için Zincirbozan-Gelibolu mevkiinden Saros Körfezine bir kana açılması düşünülebilir’ ifadesi yer almaktadır.
Bu ifade ABD’nin niyet ve maksadına tümüyle uygun olup, ona Montrö Sözleşmesi’ni dolanarak Karadeniz’e çıkmasına olanak sağlayacak altyapı için yol göstermekten başka bir şey değildir.
Eğer bir gün bu kanal da inşa edilirse Montrö rejiminin temelini oluşturan ‘Her iki boğazdan da geçmek’ doğal zorunluluğu ortadan kalkmış olacağından Karadeniz yolu ABD’ye açılır ve Türkiye iki yönlü bir tehditle karşı karşıya kalır.
Sonuç: İstanbul Kanalı Trakya’nın askeri harekât açısından sağladığı sınırlı olanakları büyük ölçüde yok eder, geri kazanım olanağı bırakmayan yıkıcı sonuçlar doğurur.
Kanalla birlikte Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin gündeme gelmesi ise Türkiye’nin vatan savunması ve varlığını koruma iradesi önünde büyük engeller oluşturur.
Su yolu olarak İstanbul Boğazı’na ve de Çanakkale Boğazı’na seçenek oluşturacak kanal veya kanallar inşası, ulusal güvenlik ve de askerî boyutları itibariyle, Türkiye’nin ulusal çıkarlarını göz ardı eden ve çok tehlikeli sonuçlar doğuracak olan bir girişimdir.”
Doğu Silahçıoğlu Paşa bunları söylüyor.
Söz konusu kanalın ülke savunmasına olacak olumsuz etkileri de ayrıca ve mutlaka tartışmaya açılmalıdır.