14 Aralık 2019 SELCAN TAŞÇI HAMŞİOĞLU : selcantasci@gmail.com
SOYKIRIMI İSPATLASINLAR KABUL EDELİM!
ABD Senatosu’nun Osmanlı’nın 1915’te uyguladığı “tehcir”i “soykırım” olarak nitelendiren ve daha önce oylanması bloke edilen Ermeni tasarısını kabul etmesinin ardından bu meseleye “Türk Tarih Kurumu başkanlığı görevinden alınması” bir “Ermeni şartı”na dönüşecek kadar çok ciddi ve etkili mesai harcayan Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu’nu aradım.
Beklediğimden sakindi “Önemli değil. Çok ciddiye almamak gerekiyor. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkide yaşanan siyasi gelişmelerden dolayı alınmış bir karar. Böyle bir kararı ‘almış olurlar’ sadece; mahkeme ile tescil edilmedikten sonra hiçbir etkisi yok” oldu ilk cümleleri.
ABD himayesindeki/ABD destekli Ermeni diasporasının sözde iddiaları ne zaman mevzu bahis olsa “Konuyu tarihçilere bırakalım” olurdu hep Türkiye’nin yaklaşımı. Ve fakat Türkiye’nin yetiştirdiği en donanımlı tarihçilerden biri olan Prof. Dr. Halaçoğlu’nun dahi “siyasi” diye yorumladığı bir sürecin tersine çevrilmesinde yahut hükümsüzleştirilmesinde ne/nasıl olabilirdi “tarihçilerin” etkisi?
Yusuf Hoca Türk Tarih Kurumu Başkanı olduğu dönemde sekteye uğratılan girişimlerinden örnek verdi:
– Türk Tarih Kurumu Başkanı olduğum dönemde diasporayla masaya oturacaktım ben mesela oturmak üzereydim. “Size 20 milyon dolar vereyim Boston’daki Taşnak arşivlerini açın” dedim. Açamayacaklarını biliyordum. Çünkü bütün katliamları orada belgeliydi. Arşiv açılmaz ama şu olabilirdi: Masada “O tarihte eziyet çeken masum Ermeniler de olmuştur ama Ermeni çetelerin Türkleri öldürdüğü katliamları da vardır” denilir iki taraf da üzüntüsünü bildirir o gün bu iş bitebilirdi. Görevden aldılar beni.
Halaçoğlu’nun görevden alınması tesadüf değildi. O Ermeni tarafında tarihçilerin enstitülerin diaspora medyasının da dahil olduğu bir “cephe”yi oya gibi ince ince işler ve “tarihi gerçekler”in üzerine inşa edilecek bir masaya davet ederken Cenevre’de kurulan ve tarafları Türk Ermeni ve ABD’li siyasilerden oluşan “emperyalist menfaatler” üzerine inşa edilen bir başka masada “Halaçoğlu’nu görevden alın” diye dayatıyordu “soykırım” iftiracıları iktidara.
Sonuç ortada.
ABD Senatosu’nun kabul ettiği yasa tasarısının Türkiye açısından hiçbir bağlayıcılığı olmamakla birlikte sözde “Ermeni soykırımı”nın ABD’de her yıl resmi törenlerle anılmasını “soykırımı inkar etmeye yönelik çabaların” ABD hükümetince reddedilmesini ve konunun “eğitim yoluyla anlaşılmasının teşviki”ni öngörüyor. Bu durumda senatodan geçen tasarının Amerikan başkanınca da onaylanıp yasalaşması halinde Türk tarihçilerin bilim insanlarının hukukçuların daha önce kimi Avrupa ülkelerinde karşılaştıkları türden yasak ambargo ve engellemelerle ABD’de de karşılaşma ihtimalleri yüksek. Keza Türkiye’ye karşı “resmen” de kin ve nefretle yetiştirilmesinin önü açılan nesillerin gelecekte oluşturacağı baş ağrısı da cabası.
Şu halde vermemiz gereken karar tamamen “hazım”la alakalı; hazmedecek miyiz etmeyecek miyiz bunları?
Hazmetmeyeceksek ne yapacağız?
Tasarının “Demokles’in Kılıcı” gibi kullanılmasına boyun eğip Trump tasarıyı onaylamasın diye uzun vadede faturası çok daha ağır olacak yeni tavizler mi vereceğiz?
Yoksa azıcık özgüven kuşanıp kendi kılıcımızı mı sallayacağız sanal tehditleri silahlaştırmaya çalışanlara?
Yusuf Halaçoğlu’na göre Türkiye’nin yapması gereken tek şey var bu aşamadan sonra:
– Cumhurbaşkanı uluslararası bir basın toplantısı düzenleyecek bir çağrı yapacak. “Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak iddia edilen soykırımı tanımaya hazırız ama bir şartla; bugüne kadar “soykırım” kararı alan bütün ülkeler parlamentolar belgeleriyle gelip bizi böyle bir soykırımın yaşandığına ikna edecekler. ” Hiçbiri gelemeyecek tabii. Çünkü yok; soykırım da yok olmayan soykırımın belgesi de yok. Bir ay sonra ikinci bir basın toplantısı yapacak Cumhurbaşkanı. “Bakın” diyecek “Biz çağrıda bulunduk. Buyrun ispat edin soykırımı tanıyalım” dedik. Hiçbiri ispat edemedi. Demek ki alınan bu kararlar suçlamalar hepsi tamamen siyasi. Türkiye Cumhuriyeti’nin olmayan bir soykırımı kabul etmesi mümkün değildir. Bu saatten bu iddialarda ısrar eden ülkeyi dostumuz olarak görmeyeceğiz… Sonra da dönecek Birleşmiş Milletler’e “ne yapıyorsunuz yapın” diyecek…
Türkiye’nin baştan sona her cümlesinde haklı olduğu “Ermeni meselesi”nde ilk günden bu yana savunma hattında mevzilenmesi sizce fazla ve gereksiz “ezik” bir tavır değil mi?
Türkiye Cumhuriyeti neden masumiyetini ispat etmek zorunda olsun ki?
İspat “evrensel hukuk”ta da iddia sahibine ait değil mi!