Sivas Kongresi’ni iyi analiz etmek için o günlerde Sivas’a gelen General Harbord üzerinde de durmak gerekir.
Milli Mücadele döneminin TBMM öncesinde Erzurum ve Sivas kongreleri gibi iki
temel taşı vardır. Erzurum Kongresi bitince (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) Mustafa Kemal 22 gün daha orada kalarak Sivas Kongresi için yapılan hazırlıkları takip etti.
Erzurum kongresi bölgesel nitelikli ama Sivas milli bir kongre olacaktı. Ancak kongre öncesi Sivas’ta tedirginlik had safhadaydı. Dahiliye Nazırı Adil Bey, Sivas Valisi Reşid Paşa’ya gönderdiği şifrede, “Mustafa Kemal ile Rauf Bey’in Milli Kongre namıyla yapacakları toplantının önlenmesini istemişti. Sivas’ta bulunan Fransız kontrol subayları da Reşid Paşa’yı tehdit etmişlerdi. Reşid Paşa önce ağır sonuçlar doğuracak bu kongreden vazgeçilmesini Mustafa Kemal’den istedi. Ancak O bundan vazgeçilmeyeceğini, valinin de böylesi blöflerden korkmaması gerektiğini bildirdi.
Şerefli Vali
Vali Reşid Paşa, hükumet ile Mustafa Kemal arasında sıkışıp kalmıştı. Dahiliye
Nezaretine gönderdiği 20 Ağustos 1919 tarihli şifrede diplomatik bir üslupla
hükümete kafa tutmuş, bu işin kendine bırakılırsa kimseye zarar vermeden idare
edeceğini, aksi takdirde başka yere naklinin yapılmasını istemiştir. Mustafa
Kemal’in Samsun’a çıkışından 23 gün sonra göreve başlayan Reşid Paşa’nın Sivas
Valiliği şerefle anılacak bir sayfadır. Amasya Tamimi ve Kuvayı Milliye meşalesi
onun göreve başladığı günlerde yakılmıştır. İttihatçı mazisine rağmen liyakatsiz
siyasetçilere boyun eğmeyen, eli eteği temiz kalmış valilerden biriydi. 4 –11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi, Anadolu’nun çeşitli yerlerinden gelen 38 delegeden oluşuyordu. Yerel kongre olan Erzurum’a 56 delege katılmışken, Sivas milli kongresine 38 delegenin katılması bir başarısızlık sayılabilirdi. Bunun nedenleri bir yana bırakılırsa, sonuç olarak Sivas Kongresi Müdafaayı Hukuk düşüncesi ve Milli Mücadele açısından büyük bir başarıya imza atacaktır.
Sivas’taki muhalif grup
Sivas Kongresi açılmadan muhalif bir grup Emir Paşa’nın (Marşan) evinde
toplanıp Mustafa Kemal’i kongre başkanı seçtirmeme kararı almışlardı. Toplantıya
katılanlar: Rauf Bey, Bekir Sami (Kunduk), İbrahim Süreyya (Yiğit), Hakkı Behiç
(Bayiç), Ömer Mümtaz (Tanybi), İsmail Hami (Danişmend), İsmail Fazıl Paşa
(Cebesoy), Kara Vasıf, Hüsrev Sami (Kızıldoğan) ve Emir Paşa…
Mustafa Kemal tarafından açılan ve yedi gün süren Sivas Kongresi ülkenin bağımsızlığı uğruna ilk direniş noktası olacaktı. Mustafa Kemal açış konuşmasını bitirince İstanbul delegesi İsmail Fazıl Paşa, kongre başkanının münavebeli olmasını isteyen bir teklif verdi. Bu teklif Mustafa Kemal’in başkanlığını önleme amacı taşıyordu.
İsmail Fazıl Paşa, delegelerin hürmet ettiği biri, üstelik 20 Kolordu Kumandanı
Ali Fuat Paşa’nın babasıydı. İlginç yanı, teklif, Mustafa Kemal’in desteğe en çok
muhtaç olduğu zamanda ve hiç ummadığı birinden geliyordu. Ancak Mustafa
Kemal, üç kişi hariç herkesin oyunu olarak başkan seçildi.
Gazeteci görünümlü istihbaratçı
İstanbul delegesi İsmail Fazıl Paşa Memleket gazetesi sahibi İsmail Hami (Danişmend) ile Ankara’ya geldi. Amerikalı gazeteci Louis Edgar Browne da Kara Vasıf’la birlikte gelmişlerdi. Gazeteci kılıklı bu istihbarat subayı Wilson Cemiyetinden Chicago Daily News’in muhabiri idi. Ankara’da Ali Fuat Paşa’nın misafiri olmuştu.
Kritik tavır
Sivas Kongresi’nin İttihatçı oyunu olduğu propaganda ediliyordu. Milli Hareket ise
dört yıllık savaşın suçunu yüklenerek dışarı kaçan İttihatçıların şaibesini üzerine
alamazdı. İttihatçılığın çağdaş ideolojisinden değil, “habis ruhundan” şikayetçilerdi. Bu şaibeyi geçersiz kılmak için kongrede İttihatçı olmadıklarına dair yemin edilmiştir. Ancak nasıl İttihatçı görünerek mücadele yürütülemezse, saltanat ve hilafete karşı çıkarak da yol alınamazdı.
Kongre günlerinde en önemli sorun parçalanmak istenen ülkenin geleceğiydi. Elimizde, sadece Anadolu ve Trakya kaldığı halde, Paris Barış Konferansında buralar da elimizden çıkıyor, Ermenistan, Kürdistan, Pontus planları yapılıyordu. Ordumuz dağıtılmıştı. Mütareke aydını ve en anlı şanlı paşalar bile bağımsızlık mücadelesini göze alamıyor, ufak bir direnişte yok olacağımızı düşünüyordu.
Mandacılar
Baş İngiliz mandacısı Vahdeddin ve çevresiydi. Ali Kemal “Çıldırmış bunlar, kudurmuş bunlar, koskoca Britanya’ya karşı gelinir mi?” diye yaygara koparıyordu. İngiliz emperyalizmi karşısındaki ulusçular ise kurtuluş çaresi olarak Amerikan mandasını ehven görüyordu. İstanbul’da her türlü siyasi, dini, etnik unsurlar hesaplaşma hazırlığındaydı. Kimi işbirlikçi, kimi ayrılıkçı, kimi saltanatçı, kimi Türkçü, kimi Millici… Gerçek olan şu ki, tam bağımsızlık sadece ve sadece Mustafa Kemal’in milli duruşundaydı.
Bu noktada şunu belirtelim ki, Sivas Kongresi’nde görüşülen ve tartışılan en hassas konulardan biri Amerika mandaterliği olmuştur. Konuyu ilk defa İstanbul
Murahhası İsmail Fazıl Paşa gündeme getirmiş, “devletin izmihlaline seyirci kalan
hükümet” karşısında Lloyd George’un konuşmasına dikkat çekmiştir:
“… Büyük lokma sayılan Anadolu’nun tamamen işgali planlandığına göre; şimdiki
hükümetin ıskat edilmesi, Meclis-i Mebusan’ın toplanıp ecnebi bir devletin ve
bittercih Amerika’nın müzaheretini temin etmek üzere vakit geçirmeden bir karar
alınması…”
“Tam bağımsızlık mı? Manda mı?”
Bekir Sami Bey, bir an evvel teklifin kabulünü istiyor, İsmail Fazıl Paşa da, “Mesele basitleşmiştir. Tam bağımsızlık mı, yoksa manda mı, kabul edeceğimiz pek ruhlu mesele budur ” diyordu. Kongreye hazırlıklı gelen mandacılar ağır basıyordu. Mustafa Kemal Paşa, konunun Teklif Encümenine gönderilerek orada müzakeresini önerdi. Mandacılara tek itiraz Raif Hoca’dan gelmişti: “ Aceleye gerek yoktur, önce istiklaliyet ile manda arasında ne fark vardır? Onu öğrenelim. İstiklalimiz kaybolacaksa mandayı kabul edemeyiz” diye çıkışıyordu. Doğu delegelerinin derdi Ermenistan, batıdan gelenlerinki Yunanistan idi. Tartışmalar kızışınca “ihanet” sözleri telaffuz edilmeye başlandı.
İsmail Fazıl Paşa tekrar söz aldı: “… Biz mandayı kabul ediyoruz da, istiklal istemiyoruz demedik. Eğer maksadımız bu ise, kendimizi vatan haini telakki ederim! Manda siyaseten olmaktan ziyade iktisaden memleketin kalkınması için muavenet demektir. Yanlış anlamalara sebep olduğu muhtıramızı çekiyoruz, hiç verilmemiş saydık…”
Refet Paşa’nın “manda imanı”
Mandacıların ağır toplarından Refet Paşa çok netti: “… Amerikan mandasından maksat, İngiliz mandasından kurtulmak ve milletlerin vicdanlarına riayetkar Amerika’yı kabul etmektir. (…) Biz bir istiklal-i tam isteriz! Fakat kendi başımıza yapabilecek miyiz? Bizi kendi başımıza bırakacaklar mı?(…) İzmir Yunanistan’da kalsa ve aramızda bir muharebe çıksa, düşmanımız Yunanistan’a vapurla asker getirebilir, acaba biz Erzurum’dan nasıl nakliyat yapabileceğiz? Biz İngiltere’nin elinde oyuncak olmamak için Amerikan mandasına muhtacız…”
Refet Paşa’nın konuşması çok olumsuz etki yaratınca, kürsüdeki Mustafa Kemal oturuma on dakika ara verdi. Ancak Refet Paşa sonraki celsede heyecanını hiç kaybetmemişti. Son cümlesi bile mandaya iman etmiş gibiydi: “… Eğer bu maruzatımla müzakerat-ı atiye için bir mukaddeme yapabildimse müteşekkirim…”
Ehven-i Şerciler
Manda yanlıları Vahdeddin yanlılarının İngiliz teslimiyeti karşısına Amerikan
mandasını ehveni şer görüyordu. Amerika bize uzak İngilizler kadar sömürgeci değildi. Manda lobisinin en faal üyesi Wilson Cemiyeti üyesi Halide Edip, Mustafa Kemal’e sayfalar dolusu mektuplar göndermişti. Gazeteci Louis Edgar Browne kongreyi izlemek için gönderen de oydu.
Ağır toplar kendine söz bırakmadığı için Rauf Bey hep dinlemede kalmıştı, kısa
konuşmasında Mr. Browne’un düşüncesini kongreye açmakla yetinmiştir: “Kati karar vermeden evvel Amerika’dan bir heyet davet edelim, gelip hakikati görmelerini rica etmeliyiz…”
Mustafa Kemal’in stratejisi
Oturumları yöneten Mustafa Kemal, Rauf Bey’in bu teklifini oylamak zorunda kaldı ve teklif kabul edildi. Rauf Bey, hem mandayı savunmuş hem gerginliği tatlıya bağlamıştı. İlginç nokta mandacılığa kesin karşı olan Mustafa Kemal oturumlarda neden açık bir duruş sergilememiştir?
Mustafa Kemal istemediği halde, mandayı açıkça reddeden bir karar neden çıkarılamadı? Anlıyoruz ki Mustafa Kemal, mandayı savunan ağır topları incitmeden, kongrenin selameti için onları sağduyuya davet etmiş, Amerika’dan bir heyet isteme kararıyla, taktik olarak “olmayacak duaya amin” denilmiştir.
Kongre sonunda bir beyanname yayınlanmış, 16 kişilik de bir Heyet-i Temsiliye
seçilmiştir: Seçilen bu Heyet-i Temsiliye, 12 Eylül 1919’dan TBMM’nin açılışına kadar kongrenin kararlarını yerine getiren icra ve yönetim organı olarak çalışmıştır. Aldığı kararlara bakılırsa yarı hükümet, yarı icra organı gibi çalışarak adım adım Anadolu’ya egemen olmuştur.
Sivas kongresini iyi analiz etmek için o günlerde Sivas’a gelen General Harbord
üzerinde de durmak gerekir. Kongrenin açıldığı günlerde General James G. Harbord da görevli olarak Anadolu gezisine çıkmıştı. Paris Barış Konferansında Ermeni delegasyonu Başkanı Bogos Nubar Paşa ile görüştükten sonra İstanbul’a gelmişti. Asıl görevi Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurulup kurulmayacağını, Amerika’nın karşılaşacağı siyasi, askeri ve ekonomik sorunları araştırmaktı.
Haydarpaşa’dan trenle hareket eden Harbord, Anadolu yaylasının ortasından geçerken, köylüler tırpanla ekin biçiyor, harmanlarda döven dönüyor, ama tek bir makinalı alet kullanılmıyordu. Yedi otomobil ve otuz kişilik konvoyuyla 13 Eylül 1919’de Mardin’e geldi. Malatya-Sivas üzerinden Ermenistan ve Batum’a geçecekti.
General hayretler içinde
General Harbord 20 Eylül 1919’da Sivas’a geldi. Kongre kapanmış Beyanname yayınlanmıştı. Kongrenin amacı ve liderlerini tanımak için, Heyet-i Temsiliye’yi ziyaret etti. 2.5 saatlik bir görüşmede tercüman olarak yanında Türkçe bilen Ermeniler ve Robert Kolej müdürü Hüseyin Pektaş vardı. Mustafa Kemal’in yanına mağrur giren Amerikalı General’in hayretler içinde kalacağı tahmin edilemezdi.
Sivas’ta iyi İngilizce konuşan, Amerika görmüş iki kişiyle karşılaştı. Birisi ne kan itibariyle Türk ne din itibariyle Müslüman, fakat vatanseverliği dillere destan bir Osmanlı vatandaşı oradaydı. Polonya kökenli bu vatandaş, Amerika’da maslahatgüzar ve büyükelçilik yapan Alfred Rüstem Bey idi (1862–1935). Diğeri de şu bizim Bahriyeli Rauf Bey centilmenimizdi…
“İmkansızı oynayan hayalperest General”
Yapılan görüşmede, daha çok Mustafa Kemal Paşa konuşmuş, General Harbord dinlemişti. Amerikan Kongresine sunduğu raporu, Anadolu’da bir Ermeni devleti
kurulamayacağı realitesini ortaya koyan tarihi bir belgedir. Raporunda ilginç
cümleler bulunur:
“Sarı saçları mavi gözleri nedeniyle Çerkez subayına” benzettiği Mustafa Kemal’i “imkansıza oynayan hayalperest bir general” olarak tanımlar. Karşısında koskoca Britanya İmparatorluğuna kafa tutan maceracı bir general duruyordu. Hem etkileyici konuşuyor, hem duygularını açık ve net ifade ediyordu. Mustafa Kemal’in mandadan anladığı, en fazla “bir ağabeyin kardeşine öğüdü veya yardımı gibi bir şey” olmalıydı. General Harbord, bu genç Sarışın Paşa’nın Milli Mücadele ve ihtilal yolculuğunu maceraya benzetir. Konuşması arasında Mustafa Kemal’e şunu sormuştur:
– Ya başarıya ulaşamazsanız, sonu ne olacak?
“Bir kuş gibi çırpınmaktansa…”
Mustafa Kemal’in bu soruya cevabı, tarihin kucağına doğup onun memelerini emerek büyümüş doğu ikliminden şaşırtıcı bir karakterdi. Amerikan kurtuluş savaşında bile böyle bir örneği duymamıştı:
“… Bir millet varlığını ve istiklalini korumak için düşünülebilen teşebbüs ve fedakarlığı yaptıktan sonra, muvaffak olamazsanız demek, o milleti ölmüş saymaktır. Millet yaşadıkça, fedakarlığa katlandıkça muvaffakiyetsizlik söz konusu olamaz… İngilizlerin avucunda bir kuş gibi çırpınmaktansa, şerefimizle çarpışarak ölürüz…”
Mustafa Kemal’in bu sözleri generale eğer doğru çevrilmişse, Harbord’u büyüleyecek böylesi romantik cümleler bulunamazdı. Harbord Kongreye sunduğu raporunda, sadece Sarışın Paşa’ya değil, iyi İngilizcesi nedeniyle bizim İngiliz Koloneli Rauf Bey’e de sicil düşmüştür. Rauf Bey, Amerika seyahatinde Başkan Ruzwelt ile tanışma sahnesini anlatarak görüşmeyi renklendirmiş olmalı. Harbord, Başkan Ruzwelt ile tanışan bir bahriyeli ile Anadolu yaylasında karşılaşacağını tahmin etmemiştir.
Mustafa Kemal’den muhtıra
Mustafa Kemal-Harbord görüşmesi Heyet-i Temsiliye’nin 22 Eylül 1919 tarihli
oturumunda da konuşulmuş, Karar Defterine aynen şu cümleler yazılmıştır:
“… Amerikan hükümeti tarafından Memalik-i Osmaniye ve Kafkasya’da tedkikat yapmak üzere gönderilen Ceneral Harbord heyeti Sivas’a vasıl olmakla, harekat-ı milliyenin maksat ve meşru gayesi, teşkilat ve vahdet-i milliyenin sebeb-i zuhuru, anasır-ı gayrı müslimeye karşı olan hissiyat, İngiliz propagandası ve icraat-ı hainanesi mufassalan ve müdellelen anlatıldı ve görüşülen şeylerin muhtıra halinde yazılarak avdetlerinde almak üzere Samsun’a gönderilmesi karargir oldu.”
24 Eylül 1919 tarihli ve Mustafa Kemal imzalı bu muhtıra, Kafkasya dönüşü Harbord’a verilmek üzere Samsun’a gönderilmiştir. Muhtırada, Milli Hareketin amaç ve gayeleri anlatıldıktan sonra, Osmanlı devletini parçalamak isteyen haksız işgalin kaldırılması ve yapılacak barışın bu topraklar üzerinde yaşayan halkın iradesine saygı gösterilerek kurulacağı ifade edilir. Hüküm cümlesi: Sivas Kongresi Sevr Antlaşmasında parçalanması düşünülen Anadolu’nun birlik ve bütünlüğünü ve TBMM’nin açılmasını sağlamakla, Türk Milli Mücadelesinin temel taşı olmuştur.
OSMAN SELİM KOCAHANOĞLU / Araştırmacı-Yazar