ALEVİ DOSTLARA BİR UYARI * ATATÜRK  DÜŞMANLARININ – YANİ “TÜRK DÜŞMANLARININ” ALEVİLERE VE CEM EVLERİNE SALDIRILARI

ATATÜRK  DÜŞMANLARININ – YANİ “TÜRK DÜŞMANLARININ” ALEVİLERE VE CEM EVLERİNE SALDIRILARI


ALLAH İLE ALDATMADAN ve ATATÜRK İLE ALDATMADAN” SONRA SIRA,  HZ. ALİ İLE ALDATMADA!


BÖLÜM I   

BİLİMİ hayatının yegane rehberi kabul etmiş, Türk, Müslüman ve Vatansever bir akademisyen olmam nedeniyle, Türklüğü ve İslâm’ı ilgilendiren her konunun beni ilgilendirdiği gibi, “Alevilik Konusu” da beni ilgilendirmiştir. Bin küsur yıl önce Türklerin İslâm’ı kabul etmeleriyle birlikte, Türklerin hayatında son derece önemli bir rol oynamaya başlayan dini inanç konusunu, bir Siyaset Bilimci ve Tarihçi olarak benim de araştırmam gayet doğaldı…

Onun için İslâm’ın ve Hıristiyanlığın tarihini araştırmış olduğum gibi, İslâm’ın tek ve yegane kaynağı Kuran’ı da dikkatlice okuyarak, âyetler üzerinde düşünerek, analizler yaptım. Böylece İslâm da dahil, Türkleri yakından ilgilendiren önemli konulara “siyaset ilminin, tarih ilminin ve Kuran’ın tebliğ ettiği İslâm’ın” penceresinden bakarak, konuları tek tek değil, her konuyu bir bütünlük içinde ele aldım; bir başka deyişle, bir bulmacanın bütün resmi içinde, konunun nereye oturduğunu gözlemleyerek”, gerçekçi ve isabetli değerlendirmeler yapmaya çalıştım. Bilhassa 622 yıllık Osmanlı dönemi   ve 1938’den günümüze olan 81 yıllık dönem için, söz konusu bu metot son derece yararlı olmuştur.

      Yıllarca sürdürdüğüm kapsamlı çalışmalarım sırasında gördüm ki, Türkleri ilgilendiren her konunun – evet istisnasız her konunun – birbiriyle bağlantısı mevcuttur ve bunun için, yukarıda da vurgulamış olduğum gibi “her  konunun  makro  düzeyde, yani geniş olarak – bir bütünlük içinde ele alınması mutlak bir gereksinimdir. Çünkü bir konunun tek başına ele alınması,  hem eksik, hem de oldukça yanıltıcı olabilmektedir. Bir benzetme yaparsak, büyük bir ormanı incelediğimizi farz edelim, bu ormanının sadece bir – iki bölgesini ve birkaç ağacını incelemek, koskoca bir orman hakkında bizim sağlıklı ve geçerli bilgi sahibi olmamızı sağlamayacaktır!  Benzer şekilde Türk Milletini ilgilendiren her önemli konuda, bağlantısız olarak,  mikro düzeyde – tek başına ele alındığında, o konu hakkında sağlıklı bilgi sahibi olmamız mümkün olmayacaktır. Onun içindir ki her konuyu, tam bir bütünlük içinde ele almamız ve analiz etmemiz kaçınılmazdır.

Bu da şu demektir, şayet günümüzdeki bir olayı doğru, gerçekçi  ve isabetli bir şekilde anlamak ve analiz etmek istiyorsak, o olayın “tarihteki temeline inmemiz ve onu sosyal, iktisadi, siyasi, tarihi, dini boyutlarıyla incelememiz” kaçınılmazdır. Bu açıdan Türklerin 1938 sonrasından günümüze karşı karşıya kaldıkları her olay ve sorunun temeline inmek için de, 622 yıllık Osmanlı devrinde Türklerin neler yaşadıklarını, nelere maruz kaldıklarını mercek altına almak ve tespit edilen gerçekleri olduğu gibi – dosdoğru ortaya koymak,  Tarih İlminin mutlak bir gereğidir.

O halde bu kısa açıklamadan sonra gelelim asıl konumuza, bazı televizyon kanallarında verilen cem-evlerindeki törenlerden bahsetmek istiyorum: Son yıllarda televizyon kanallarından verilen cem törenlerinde benim ve çevremin fark ettiğimiz, hatta bizi endişeye sevk eden bir tuhaflık  dikkatimizi  çekmiştir; şöyle ki söz konusu bazı cem-evleri salonlarındaki duvarlar, kasıtlı olarak ekrandaki izleyicilere gösterilmiyor! Hatta cem-evleri duvarları, kameraların çekim kapsama alanından uzak tutularak, duvarlar sanki özellikle gizlenmeye çalışılıyor! Duyarlı bir vatandaş olarak, bir bilim insanı olarak çok tabidir ki bu dikkat çeken tuhaf tavrın arkasındaki  nedeni – amacı  sorgulamak ve araştırmak  gereği  duydum.

Oysaki önceki senelerde (yani 2011 öncesi) böyle bir durum söz konusu bile değildi! Şöyle ki cem-evlerinin  duvarları ve duvarlarında yer alan başta Büyük Atatürk fotoğrafı olmak üzere, değerli Türk Büyüklerimiz Hacı Bektaş Veli Hz.’nin – Pir Sultan Abdal’ın temsili resimleri, açık açık ve gururla gösteriliyordu:  olması gerektiği gibi. Şimdi bazı cem-evlerinde bu fotoğrafları maalesef ki göremiyoruz! Neler oluyor diye soru işaretleri kafamızda belirdi!

      İlk olarak belirtmemiz gereken husus şudur; söz konusu bu değerli fotoğraflar – temsili resimler, herhangi bir siyasetçinin veya sıradan insanların fotoğrafları  – resimleri değildir. Bu değerli fotoğraflar – ya da temsili resimler, “Türklüğün binlerce yıllık köklü özünü – ruhunu  temsil eden; Türklerin hakkı – hukuku, bağımsızlığı – özgürlüğü, yaşamı ve ihyası  için  canlarını  ortaya  koyan,  hatta tüm ömürlerini  bu kutsal amaca adayan, vatanı ve milleti için  olağanüstü  fedakârlıklarda, hizmetlerde bulunan, bu uğurda büyük savaşlar veren, Türk Milletini “TÜRK” yapan Eşsiz Türk Büyüklerimizin – Atalarımızın” fotoğraflarıdır.  Bu  fotoğrafları  bu  şekilde değerlendirmeyenler  ise,  ne Türk  olabilirler,  ne Müslüman olabilirler, ne de Alevi olabilirler!

      Ayrıca başta Büyük Atatürk olmak üzere, söz konusu Türk Büyüklerimizin Fotoğrafları, onların İslâm Dinine yaptıkları büyük hizmetleri de temsil etmektedir.  Büyük Atatürk, “yüzyıllarca duvarlara süs gibi asılan, kılıflara – sandıklara gizlenen, dokundurulmayan,  Türkçe tercümesi ve Türkçe basımı – çoğaltılması yasaklanan, Türklerce anlamı bilinmeyen Kuran’ı”, gün ışığına çıkartarak, Türklerin Ana Dili TÜRKÇEYE tercüme ettirmiş, “anlaşılmak, ders ve ibret almak  ve yaşama uygulanmak üzere tebliğ edilmiş olduğunu bizzat ifade eden  Kuran’ı”  hapsedildiği yerlerden kurtarmış ve anlaşılır kılmıştır; böylece Türklerin, iman ettikleri  Yüce Allah’ın uyarı ve emirlerini keşfetmelerini ve öğrenmelerini sağlamıştır.

Ayrıca Büyük Atatürk,  Kuran’ın  tebliğ  ettiği Gerçek İslâm’ı Türklere tanıtarak, “yüzyıllarca din adına baskı altına alınarak, kula kulluk yapmak zorunda bırakılan, din adına kandırılan  ve sömürülen Türkleri, bu utanç ve zilletten kurtardığı gibi,  Kuran’a göre hiçbir şekilde affı olmayan –  en büyük günah olarak ifade edilen şirk günahından da  kurtarmıştır.Böylece Türklerin, sadece inandıkları – iman ettikleri Allah’a kulluk etmelerini, kendi ana vatanlarında onurlu, saygın ve eşit bireyler/ vatandaşlar olarak özgürce yaşamalarını sağlamıştır. Bundan daha büyük – daha  anlamlı  – daha erdemli  bir  hizmet düşünebilir mi?


BÖLÜM II

       Bu anlamda başta milletçe kendimize yeniden saygı ve güven duymak” olmak üzere, eğitim, sanat, sağlık, zirai ve sanayi üretim, iktisadi – sosyal gelişim, dini inanç gibi pek çok  hususta  Büyük Atatürk, hayatımızın her alanını ışığa – aydınlığa – çağdaşlığa – berekete kavuşturarak güzelleştirmiştir. Yukarda da ifade ettiğim  gibi  her şeyden  önce O, yüzyıllarca İslâm kisvesiyle uyutulan – uyuşturulan, “Kuran’da olmayan – uydurma yasaklar, haramlar ve cezalarla” baskı altına alınan, anlamadıkları yabancı bir dille – Arapça ile,  Arapça ezber dayatmalarıyla beyinleri köreltilen, genel anlamda cahil şeyhlerin – hocaların – tarikatların – sıbyan mekteplerin – medreselerin elinde oyuncak edilen, sömürülen Türk Milletini, söz konusu bu korkunç aldanıştan ve derin gaflet uykusundan uyandırmış, Kuran’ı “Ana Dilimiz Türkçeye” tercüme ettirerek, Kuran’ın tebliğ ettiği Gerçek İslam’ı Türklerin anlamalarını ve inançlarını KURAN’A GÖRE – İNSANLIK HAYSİYET VE ONURUNA GÖRE,  yaşamalarını sağlamıştır.

Olması gerektiği gibi… Onun bir tek bu başarısı bile, başlı başına büyük bir devrimdir; Türk Milletine ve İslâm Dinine büyük bir hizmettir ve sonsuza kadar Ona minnettar olmamız için, her meydana  heykellerini  dikmemiz – her duvara  fotoğraflarını   asmamız  için  tek  başına  yeterli  bir sebeptir.

      622 yıl Osmanlı devrinde ve 1938 sonrasından günümüze (81 yıl), Kuran âyetlerinin ANLAMININ, Türklerin dikkatinden neden canhıraş kaçırıldığını, Türkçe Kuran’ı okuyunca çok iyi anlamış bulunuyorum: Çünkü Kuran’da Yüce Allah sürekli insanları uyararak, şöyle diyor; “aklınızı  çalıştırın,  düşünün;  size birisi bir şey söylediğinde, bunun doğru olup olmadığını araştırın, doğru olun, insanın ve sözün de doğrusuna uyun… Sizlerden menfaat beklemeyenlerin sözüne uyun. Adaletli olun, Sözünüzde durun. Ve “Biri gelsin, başıma çoban olsun da beni gütsün” demeyin.” diyor. O halde bizde aklımızı çalıştıralım ve düşünelim lütfen:

Söz konusu bu değerli Türk Büyüklerimiz, bilhassa Büyük Atatürk olmasaydı, 81 yıldır “namusumuzla, şerefimizle, özgürce yaşayabileceğimiz bir Türk Yurdumuz olacak mıydı? Sokaklarda tacize uğramadan, rahatça yürüyebilecek miydik? Camilerimizden ezanlar okunabilecek miydi? Atatürk’e “bilinçsizce – vicdansızca düşmanlık güden o yobazlar” Camilerde rahatça namaz kılabilecek miydi? Hatta camiiler var olmaya devam edebilecekler miydi? Ya da cem-evleri olabilecek miydi? Cem-evlerinde törenler – ibadetler rahatça  yapılabilecek  miydi?”  Tüm  bu  soruların  yanıtı elbette ki HAYIRDIR.  

      Hatırlatmak isterim ki 21. Yüzyılda, gözlerimizin önünde Balkanlardaki soydaşlarımız Müslüman Türkler bile, sürekli baskı altında tutulmaktadırlar! Türk soydaşlarımızın nasıl ezildiklerini, nasıl esaret altında yaşatıldıklarını, asimile edilemeye çalışıldıklarını biliyor musunuz? Onların, milli kimliği olan “Türküm “demeleri bile yasak! Pek çok yerde Türklerin müftülerini – imamlarını kendilerinin seçmesi bile yasak, camilerinde tamirat yapabilmeleri bile zor alınan bir izne bağlı!


BÖLÜM III

Grek devletinde (Yunanistan’da) yaşayan bir soydaşımız imam televizyonda şöyle dert yanmıştı; “yağmur ve sel felâketinden dolayı camimizin bahçesi çöplerle ve çamurla dolmuştu, bunları, Grek yetkililerden izin almadan  temizledik  diye,  bize  ağır  para  cezası  kesildi!” Amnesty İnternational (Uluslararası Af Örgütü) Balkanlarda Türklere uygulanan söz konusu bu haksızlıkları,  baskıları ve çifte standardı çeşitli raporlar halinde AB’ye ve Birleşmiş Milletlere sunmaktadırlar… Bunlardan bazılarının okunmasını önemle tavsiye ederim. Böylece bir insanının kendi vatanında, onuruyla – başı dik, özgürce  yaşayabilmesinin  ne kadar kıymetli  olduğu belki anlaşılır!

       O halde Müslüman bir Türk Vatandaş, ister Sünni olsun – ister Alevi olsun, ister Şii olsun, her ne mezhepte olursa olsun,  “Türk ecdadının Anadolu’da da ne badireler atladığını, nasıl bir ölüm – kalım savaşı verdiğini, köylerinin – evlerinin – ekinlerinin nasıl yakılıp, yıkıldığını, nasıl aç, perişan ve çaresiz kaldığını, nasıl aşağılanmalara, işkencelere ve tecavüzlere uğradığını, hatta esaretten, yok olmaktan nasıl kurtarıldığını  ve  ONLARI  KURTARANIN  KİM OLDUĞUNU – YANİ  BÜYÜK  TÜRK ÖNDERİMİZ MUSTAFA KEMAL PAŞAMIZI” her daim hatırlaması  ve minnet duyması  gerekmektedir.  

      Sormak isterim, akıl ve vicdan sahibi Müslüman bir Türk, Onun eşsiz değerde  KUTSAL ANISINA  “nankörlük ve saygısızlık yapanlar” karşısında sessiz kalabilir mi?  Bizleri biz yapan, bizleri ayakta tutan ve her daim bizlere yol göstermeye devam eden, hatta İslâm’a bile büyük hizmetlerde bulunmuş olan “Milli Temel Direğimiz – Kahraman Büyük Atatürk’ümüzünaziz anısı saldırıya uğrarken sessiz ve duyarsız kalan bir insanın, ne Allah indinde, ne peygamber, ne Hz. Ali indinde, ne de insanlık indinde bir değeri olabilir mi? Elbette olamaz. Her şeyden önce nankörlük, ne insan olana, ne de Müslüman olana yakışmaz! Çünkü Kuran’ın tebliğ ettiği İslâm’a göre “nankörlük”, ancak Allah’ın lânetlediği ŞEYTANIN en belirgin vasfıdır.

      Yabancı ülkelerde bizlere ne diyorlar biliyor musunuz? “Siz Türk Milleti olarak Büyük  Atatürk’ün (Great Ataturk) kıymetini bilemediniz…” Ne kadar acıdır ki, doğru söylüyorlar! Eller bildi, dünya bildi, hatta Onun yabancı asıllı düşmanları bile Onun kıymetini bildi, ama bizler bilemedik! Türkleri için ne kadar utanç verici bir durum! Şayet O Büyük Önderimizin kıymetini bilseydik, sözle değil, gerçekten – fiilen Onun gösterdiği aydınlık yolda azimle giderdik, Onun Düşüncelerini, İlkelerini ve Milli Politikalarını titizlikle korurduk, ve bugün – 21. Yüzyılda Türkiye –  dünyanın en ileri, en refah ve en medeni ülkesi olurdu.

      O halde Cem-evleri duvarları da dahil olmak üzere, sivil veya resmi her binada – her  duvarda “bizim birleştirici – ortak değerimiz” Mustafa Kemal Paşa’mızın Fotoğrafları gururla yer almalıdır. Yer almalıdır ki Onun Güçlü Manevi Varlığını bizler de ruhen hissedebilelim… Unutmayalım ki Onun Manevi Varlığının Sembolü olan Heykelleri ve Fotoğrafları – tıpkı Şerefli Türk Bayrağımız gibi – biz Türk Milletinin özgürce var oluşunun, insanca yaşama ve ibadet edebilmemizin TEK GARANTİ BELGESİDİR.

Onun için her daim çok dikkatli olmak zorundayız; hiç kimsenin bizleri “çözüm sürecidir – AB üyeliğidir – demokrasi gereğidir vs…” gibi süslü sözlerle – masallarla kandırmasına, ya da yanıltmasına asla izin vermemeliyiz. Ne dıştaki, ne de içteki düşmanlarımız, Türkiye’nin çağdaş, laik, demokratik, güçlü bir ülke olmasını kesinlikle ve kesinlikle istememektedir.

       Unutmayalım ki geçmişten günümüze dıştaki ve içimizdeki Türk düşmanları, biz Türkleri  kandırmak – yanıltmak, esaret altına düşürerek, topraklarımızı gasp etmek için yüzlerine her türlü maskeyi takarak, TAKİYYE  yapmışlardır  ve  halâ da yapmaktadırlar… Örneğin “Atatürkçülük maskesi, Türkçülük maskesi, Müslümanlık maskesi, Alevilik maskesi, Şiilik maskesi, demokrasi maskesi,  çağdaşlık – modernlik  maskesi,  bilim insanı  maskesi, gazeteci – aydın  maskesi  vs…” Bize düşen “aklımızı çalıştırmak – düşünmek – sorgulamak ve bu çeşitli maskelerin ardına gizlenen, hatta birer Türk adının ve dini kimliğin/ mezhebin  ardına  gizlenen  kimselerin   gerçek  niyet ve planını” tespit etmektir. Yüce Allah ne diyor; “Aklını çalıştırmayanların üzerine felâket, belâ – pislik yağdırırım”. (Yunus Sûresi – Âyet 100)


BÖLÜM IV

      Bu bağlamda bazı ne oldukları, kim oldukları, kime hizmet ettikleri bilinmez kişiler, Efendim  Atatürk’ün  fotoğrafı siyasidir; Alevilerden  bazı siyasi parti taraftarlarımız  da vardır, onlar da çıkıp,  bizim parti liderinin fotoğrafları da duvarlara asılsın derlerse… o zaman ne olacak” diyerek, tamamen mantık dışı, saçma bahaneler öne sürerek, esas gizli niyetlerini – hedeflerini  “sözde kamufle ettiklerini” zannetmektedirler!

O halde soralım; 1938  – 2019 arası dönemde, bilinen – tanınan hangi siyasi parti lideri bir KURTULUŞ SAVAŞINA önderlik etmiştir? Hangisi Türk Milletini düşman işgallerinden – saldırılarından,  işkence ve katliamlarından kurtarmıştır? Hangisi  Türk  Milletine  – Türk  Yurduna, bir Mustafa Kemal Paşa gibi bütün ömrünü ve hayatını adamış ve bu uğurda tarifsiz sıkıntılar, yokluklar, acılar yaşamıştır? Hangisi Onun gibi ömrünü savaşlarda – cephelerde geçirmiştir? Hangisi Onun kadar milletine ve vatanına büyük hizmetlerde bulunmuştur?  Hangisi bu vatanı – TC DEVLETİNİ kurmuş ve biz TÜRKLERE armağan ve emanet etmiştir?   Hangisi?  Hangisi? Hangisi?  

      Büyük Atatürk’ü,  “alelade siyasi bir figür gibi  göstermek  ve  Onu sıradanlaştırmaya çalışmak”,  Türk  Milletine ve Türkün Vatanı Türkiye Cumhuriyeti’ne resmen ihanettir. Bu böylece bilinmelidir. Vatanımız TC. Devletine sahip çıkmak, Türk Milleti olarak bizlerin en temel görevimiz ve hakkımızdır. Hz. Ali ne diyor; “Haksızlığa boyun eğmeyin, hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz.” Kaybedilen her türlü maddi şeyler yerine gelebilir, ancak kaybedilen onur  –  şeref,  bir daha yerine gelmez.

       Allah aşkına, Büyük Atatürk’ü Türkiye’de herkes iyi tanıyor mu diye şüpheye düşmeye başladım! O, “binlerce yıllık Türk Topraklarını – Türk Yurdunu,  hak – hukuk, insanlık – bilim – tarih tanımaz, saldırgan ve istilâcı emperyalistlerden  kurtarmakla kalmamıştır;  O, aynı zamanda sırf kendi saltanatını korumak gayesi güderek zalim istilacı düşmanların emrine giren, Türk Milletini sürü yerine koyan bencil padişahtan, tüm hain adamlarından ve hain ordusundan” da Türk Milletini kurtarmıştır.

O padişah ki, Osmanlılara sadakatle bağlanıp, yüzyıllarca fedakârca hizmet eden,  üretim ve askerlik hizmetleri sırtlarına yüklenen, padişahların keyfi fetih savaşlarıyla cephelerden cephelere sürülerek geniş coğrafyalara kanlarını döken, canlarını veren ve böylece imparatorluğu  yüzyıllarca ayakta  tutan  Koskoca Türk Milletini,  işgalci düşmanların kanlı ellerine teslim etmekten hiç çekinmemiş, hatta “kurbanlık koyun gibi düşmana teslimiyete razı gelmeyen” başta onurlu Türk Komutan Büyük Atatürk ve değerli silah arkadaşları olmak üzere, Milli Türk Güçlerinin ve Türk Köylüsünün üzerine hainler ordusu toplayıp, göndermiş, Büyük Atatürk ve silah arkadaşları hakkında ölüm fetvası çıkarıp, onları yok etmek istemiş, ve Anadolu’ya nifak saçarak, isyanlar çıkartmış ve Anadolu’yu bir baştan bir başa kana bulamıştır…

Büyük Atatürk,  işte bu düşmanı destekleyen hain padişahtan, adamlarından ve ordusundan da Türkleri kurtarmış, yani güzel vatanımızı içteki Türk ve İslâm düşmanlarından da temizlemiştir. (Anlaşılan odur ki, maalesef tam da temizleyememiştir!) O günleri gözlerimizde canlandırmamız ve empati  yapmamız gerekir; çünkü empati yapmak, insan olmanın – vicdan  sahibi  olmanın  mutlak  bir  gereğidir.

      İşte Büyük Atatürk bu hain padişah ve adamlarından da vatanı temizleyerek, Müslüman Türkleri, düşman çizmeleri altında sürünmekten, aşağılanmaktan, yersiz – yurtsuz – vatansız kalmaktan,  hatta hatta soykırıma uğramaktan kurtarmıştır.  Böylece sadece Türklerin değil, tüm dünya milletlerinin büyük takdirini, saygısını ve hayranlığını kazanan, bu açıdan gayet iyi tanınan, pek çok ülkede heykelleri dikilen, duvarlara fotoğrafları asılan, okullarında  ders  olarak okutulan Büyük Atatürk gibi sadece çağının değil,  çağların EN BÜYÜK KAHRAMANINI, EVRENSEL HAK – HUKUK VE ADALET TEMSİLCİSİNİ, “sıradan bir siyasetçi” gibi göstermeye çalışmak, gerçekten de aklın alamayacağı ve vicdanın kabul edemeyeceği bir hadsizlik ve hainliktir. Bunu yapanların alenen Türk düşmanlığı yaptıkları çok açıktır. Onun Aziz Kutsal Anısına saygısızlık yapan diller ve eller, ancak Türk düşmanlarına ait diller ve eller olabilirler.


BÖLÜM V

Gelelim tekrar 2011 – 2012 yıllarına:

O yıllara kadar cem-evleri duvarlarında asılı duran, başta Büyük Atatürk olmak üzere söz konusu Türk Büyüklerimizin Fotoğrafları, her nedense ve birden bire, birilerini çok fena halde rahatsız etmiş olacak  ki, “gökten bir gecede vahiy” almışlar gibi, Büyük Atatürk’ün fotoğrafı birden “siyasi” görülmüş ve fotoğraflarının kaldırılması istenilmiştir! Yoksa bu “vahiyAvrupa Birliğinden gelmiş olmasın!  

Avrupa Birliğinin NGO (Non-Governmental Organizations Aid Project; yani Resmi Devlet/Hükümet dışında “Sivil Organizasyonlara” maddi destek kapsamında – yani kendi taleplerini dikte etme projesi doğrultusunda – Türkiye’deki bazı vakıflara, derneklere vs… gönderdikleri milyon avroların devreye girmesiyle, acaba bazılarının gözleri ve vicdanlar körleşiyor mu?

       Bazı cem-evlerinin duvarlarından, ya başka yerlerden Büyük Atatürk’ün fotoğrafının indirilmesini talep etmek demek, hiç kimse kusura bakmasın ama, resmen Türk Milletine hakaret ve ihanet demektir. Bunlar kim oluyor? Bu ne cüret? Vatanımızı, Afrika’daki bir muz cumhuriyeti mi sanıyorlar??? Görüyoruz ki makam ve maddiyat karşısında bazılarının gözleri ve vicdanları öylesine kör oluyor ki, ya da Türk Milletine karşı düşmanlık duyguları öylesine yoğun ki, “ne Türk Milletini, ne Türk Milletinin Büyük Kurtarıcısını – ne T.C. Devletinin Kurucusunu, ne İslâm’ı, ne Kuran’ı, ne hak  ve  hukuku”,  kısaca  artık  hiçbir şeyi  göremez oluyorlar! O halde onların gözlerini güzelce açalım ve hatırlatalım; hiç kimse, “Bizi biz yapan KUTSAL DEĞERLERİMİZİ – TÜRK ATALARIMIZI” yok farz edemez – sıradan gösteremez.

Şimdi değerli “Alevi” kardeşlerime seslenmek istiyorum; uzun yıllar yapmış olduğum akademik araştırma ve çalışmalar göstermiştir ki, yüzyıllardır Osmanlıların “Alevi – Rafizi – Kızılbaş – kaba-saba – taşralı” olarak adlandırdıkları, ötekileştirdikleri, hor görerek, baskı altına aldıkları Türkler /Türkmenler, öz be öz Oğuz Türk soyundan gelmişlerdir.

Bu Anadolu Türkleri İslâm Dinini de, Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli Hz., Ahi Evran, Yunus Emre, Sarı Saltuk, İlyas Baba, İshak Baba vs…. gibi Gerçek Türk İslâm Âlimlerinden öğrenmişlerdir; böylece hem binlerce yıllık Kadim Türklük Değerlerini – Türk Dilini – Kültürünü, hem de Kuran’da tanıtılan Gerçek İslâm’ı yaşamışlar, yaşatmışlar ve yüzyıllarca korumuşlardır. Hatta bu yüzden Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde Türk Unsurları, pek çok haksızlıklara, aşağılanmalara, zulümlere, hatta katliamlara maruz kalmışlardır…

        622 yıl gibi devasa bir zaman diliminde Türklük ve İslâm’dan uzaklaşan – yabancılaşan – yozlaşan Osmanlı padişahları ve onların yabancı kökenli eşleri, cariyeleri, nedimleri (özel erkek oda hizmetçileri, ki bunlardan sadrazam yapılanlar olmuştur; örneğin Kanuni Sultan Süleyman, nedimi – oda hizmetçisi devşirme Pargalı  delikanlıya, “İbrahim” adını takmış, “oldu da bitti o Müslüman oldu” demiş! ve ona “paşa” unvanı vererek, koskoca Osmanlı İmparatorluğuna sadrazam yapmıştır!), akrabaları ve yabancı kökenli Hıristiyan ve Yahudi devşirme yöneticileri Türklere, yüzyıllarca her türlü haksızlığı ve zulmü “din maskesiyle”; Türkleri aşağılamışlar, onlara eğitim, adalet ve sağlık hizmetleri vermemişler, cahil ve yoksul  bırakarak,  ağır vergilerle ezerek, uzun – zorunlu askerlik hizmetleriyle sömürmüş ve tüketmişlerdir.

      Ancak burada sadece Osmanlılar suçlu değildir; maalesef ki asıl suçlu olanlar Türklerdir – yani Anadolu Türk Devletleridir; çünkü Türkler, kendi aralarında birleşerek – güçlenerek, kendi köklü milli kimliklerine, dil ve kültürlerine, siyasi haklarına ve onlara yol gösteren Değerli Türk Büyüklerine sahip çıkmamışlar, onların öğütlerini dinlememişlerdir! Akılları başlarına gelince de çok geç olmuştur! Türkler, bu yanlış davranışlarının – aralarında bölünmelerinin ağır bedelini, Osmanlılara ve devşirme yöneticilere, yüzyıllarca kulluk – kölelik yaparak, aşağılanarak, “emekleri, alın-terleri,  kanları  ve  canları” heba edilerek ödemişlerdir…

      Osmanlı devrindeki bu haksızlıklara, zulümlere ve sömürüye itiraz eden, milli değerlerini koruyarak, insanca yaşamayı talep eden Türk soydaşlarımızı, Manevi Toplum Liderlerimiz Türkmen Babalarımızı – Dedelerimizi, hatta Pir Sultan Abdal gibi değerli Ozanlarımızı, Türk köylerini, çoluk – çocuk demeden Osmanlılar, kılıçtan geçirip, katletmişler ve böylece Türklere esaslı bir gözdağı vererek – susturmuşlardır!  


BÖLÜM VI

Bizleri yakından ilgilendiren tüm bu tarihi gerçekler, 1938 sonrası değiştirilen Milli Eğitim Sistemimizden dolayı, Türklerden gizlenmeye başlanmıştır! Bundan dolayı ne binlerce yıllık Muazzam Antik Türk Tarihimizi biliyoruz, ne Osmanlı Tarihini biliyoruz, ne Cumhuriyet Tarihimizi biliyoruz, nede Kuran’ın tebliğ ettiği – tanıttığı gerçek İslam’ı biliyoruz!  Maalesef ki durum budur.

O halde Yüzyıllar sonra ilk kez, bizleri İNSAN yerine koyan, bir baba sevgisi ve şefkatiyle bizlere değer veren, bizleri aydınlatmak –  kalkındırmak – medeni milletler arasına sokmak isteyen; bu hedefle bize milli  kimliğimizi – gücümüzü – değerimizi  hatırlatan ve insanlık onurumuzla, özgürce yaşamamızı,  özgürce ibadet etmemizi sağlayan o Büyük  Atatürk’e, “Ben Aleviyim” diyenlerin  minnet borcu yok mudur?

Eminim ki içinizden pek çoğu Ona büyük minnet duymaktadırBüyük Atatürk bizlere doğruyu, aydınlığı, ışığı, özgürlüğü, insanca yaşamı ve Kuran’ın tebliğ ettiği Gerçek İslâm’ı gösterdikten, öğrettikten sonra  sizler, “Türklük karşıtlığı güden – topraklarımızda  gözü olan, sürekli bizleri bölmeye çalışan yabancıların taleplerini Türklere dikte etmeye çalışan maskeli yerli unsurları” mı dinleyeceksiniz?  Unutmayalım ki her kim ki duyduklarını  – gördüklerini sorgulamaz ise ve kime kulak verdiğine dikkat etmeden, her duyduğuna inanır ve kabul ederse, aynı Osmanlıda olduğu gibi, 21. yüzyılda da cehaletin ve yokluğun karanlık girdabında,  tutsak  yaşamaya  mahkum  olacaktır.

       Şimdi sormak istiyorum; “Alevi” ne demektir; Hz. Ali taraftarı, yani Hz. Ali ve ailesinin yanında yer alan, haklıdan – doğrudan – mazlumdan yana olan Müslüman demektir. Akıl ve vicdan sahibi olan bir İNSAN, hele ki Müslümanlığı Kuran’dan – yani ilk elden – tek kaynağından öğrenmiş ve samimiyetle benimsemiş olan bir Müslüman,  elbette ki Hz. Ali taraftarı olacaktır ve olmalıdır da; tıpkı Türklerin olduğu gibi…

Çünkü Emevi Arap saptırmalarına, haksızlıklarına ve zulmüne boyun eğmeyen ve Kuran’ın tebliğ etti Gerçek İslâm’ı savunan ve bu yüzden işkencelere ve katliamlara maruz kalan Hz. Ali, Hz. Ali soyu ve taraftarlarıdır. Kuran’da Yüce  Allah ne  diyor, “doğru – dürüst olun, Benim âyetlerimi para karşılığı – menfaat karşılığı satmayın- gerçeği saptırmayın, doğrularla beraber olun, doğru insanları destekleyin, haksızlığa uğramış – mazlum insanların yanında yer alın. Yani yalancılara, fesat çıkaranlara,  bozgunculuk yapanlara, zalimlere  ve  zorbalara  karşı sağlam bir duruş sergileyin; Allah rızasını kazanmak adına onlarla mücadele edin – savaşın” diyor.

O halde ben de,  tabidir  ki  Hz. Ali ve soyundan yanayım; ama ben Alevi değilim; Sünni de değilim, Şii de değilim! Ben sadece ve sadece Allah’a kulluk yapmaya çalışan, Allah’a  samimiyetle  inanan – saygı duyan, sadece ve sadece Allah’ın vahiy kitabı Kuran’a tabi olan bir Müslüman’ımÇünkü  çok  iyi  biliyorum ki  İslâm’da  mezhep yoktur.  Hz. Muhammed’in  mezhebi  var mıydı? Hz. Muhammed’in “en yakını – en güvendiği – en takdir ettiği, hatta ilk Müslümanlardan olan, amca oğlu ve damadı, “peygamberlik bana gelmeseydi, Ali’ye gelirdi diyerek yücelttiği”  Hz. Ali’nin” mezhebi var mıydı?  Tabi ki yoktu.  O halde benim neden mezhebim olsun!

       Zaten mezhep “yol” demektir; KURAN’A GÖRE ALLAH’A DOSDOĞRU GİDEN YOL BİRDİR, ALLAH BİRDİR, İSLÂM BİRDİR, İSLÂMIN TEK BİR KAYNAĞI VARDIR – O DA KURAN’DIR, PEYGAMBER BİRDİR, O HALDE İSLÂM’DA, FARKLI – FARKLI – BAŞKA  “YOLLAR YOKTUR!  Çeşitli yollara saparak, kaybolmaya, kafa karıştırmaya, ikircikliğe, karışıklığa,  kaosa ve bölünmeye gerek yoktur!

İslâm Âlimi – Ünlü Türk Büyüğümüz Hacı Bektaş Veli Hz. ne güzel demiştir; “Bir olalım,  diri olalım – güçlü olalım.” Bu her daim rehberimiz olacak, çok yerinde bir öğüttür. O halde hepimiz birlik olalım, Milli Değerlerimize sahip çıkalım ve Kuran’ın dosdoğru yolundan hiç ayrılmayalım. Kişilikli olan, Aklını çalıştıran, Sorgulayan, İlkeleri olan, Dürüst olan ve İnancında Samimi olan her vatansever insana saygı duyalım. Mutlak Gerçeğe giden yol tektir, bu yoldan şaşmadan – sapmadan, kararlılıkla  yürüyelim. 

  Son olarak, Cumhuriyetimizin Sigortası olan siz Alevi kardeşlerimi, BAŞTA  BÜYÜK  ATATÜRK OLMAK ÜZERE, VARLIK GARANTİMİZ OLAN TÜM  MİLLİ  DEĞERLERİMİZE, DAHA ÖNCELERİ OLDUĞU GİBİ, SIMSIKI SAHİP ÇIKMAYA ÇAĞIRIYORUM. (TÜM MEDENİ, GÜÇLÜ ve ÇAĞDAŞ MİLLETLER GİBİ, BİZLER DE ANA DİLİMİZ TÜRKÇEMİZE, BAŞTA BÜYÜK ATATÜRK OLMAK ÜZERE – TÜM MİLLİ DEĞERLERİMİZE SIMSIKI SAHİP ÇIKALIM. BİZİ BİZ YAPAN – BİZİ BİRLEŞTİREN, ÖZEL VE GÜÇLÜ YAPAN İŞTE BU DEĞERLERDİR.) UNUTMAYALIM Kİ BİNLERCE YILLIK ANA YURDUMUZDA – YUVALARIMIZDA MİLLETÇE HEPİMİZİN “ÖZGÜR VE HUZURLU OLARAK  VARLIĞIMIZI SÜRDÜREBİLMEMİZ”, ANCAK ve ANCAK BU KOŞULA BAĞLIDIR.                                                                         

SAYGILARIMLA… 

 19 EYLÜL 2019, GÜZİDE FİLİZ TUZCU              

This entry was posted in ATATURK, DİN-İNANÇ, YOZLAŞMA - AHLAKSIZLIK. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *