Serendip Altındal / 10.08.2019
GÖRECELİ TASAVVUF..
Ön Türk atalarımız, güneşi tanrılaştırmakla (Tengri) ne kadar isabet kaydetmişler değil mi? Çünkü gözle görülür; ama elle tutulamaz varlığıyla güneşimiz, bu âlemde bizim varlığımızdan sorumlu tek enerji kaynağımız ve yaratanımızdır. Ve bir gün enerjisi tamamen soğurulup, o da kendi karadeliğinde yok olurken, beraberinde bütün uydularını da canlı, cansız küllen kendi karadeliğinde tanrı maddelerine ayrıştıracaktır. Ve hepimizin kaçınılamaz sonu, sönen güneşimizle ayni anda gelecektir. Yani kader yazgımız aslında birdir.
Meğerki bir başka güneş sisteminde o zamana kadar bir koloni kurabilmiş olalım. Tabii oralardaki güneşleri de sonunda ayni akıbet beklediğinden, anlaşılıyor ki insanoğlunun bu evrende sonuna kadar var olabilmesi, ancak sistemden sisteme sıçramakla (kaçmakla) mümkün olabilecektir. Ne acıklı bir durum, kendini dev aynasında gören zavallı insan adına!
İşte bu durumda da bizler için, artık bizimkinden başka güneşlerin, uyduların, evrenin veya tüm kâinatın herhangi bir kıymeti harbiyesi kalır mı o zaman. Yani bizim güneşimizden ya da varlık nedenimizden sonra, ondan sonrası ise artık tufandır bize dostlar. Acaba bu tespitlere, Sam Amcanın torunu ve dağ eşkıyası ile metres hayatı yaşayan Trump ne derdi. Hele de kadim dostu(!) Türkiye’nin hudut güvenliği için, 32 kilometreyi bile çok gördüğü bu günlerde.
Demek ki ön atalarımız bilim kurgusal ve uhrevi varlıklara, peygamberlere pirim vermemekle, onları varlık nedeni görmemekle bilimsel, determinist ve bizden çok daha ileri ve akılcı insanlarmış. Onlardan bir şeyler öğrenemediğimize göre, bunca yıl boşuna yaşamışız meğer. Bundan belki milyonlarca yıl sonra da, bir takım pozitivist yaklaşımların dışında ilk yaratıcı hakkında, vaktaki başka sistemlerde de onu arıyor olsak da, Tengriden öğrendiklerimizden fazla bilgi sahibi olamayacağımız, belki de bu evrensel özlemin değişmez tek kuralıdır.
O halde doğru olanın sahibi Türk’ü yok etmek değil, yüceltmek gerekir ki insan nesli de birlikte yücelebilsin. Harp en mazlum insandan bile sırası geldiğinde gözü kanlı barbar bir vahşi yaratabilir. Çünkü nefsi müdafaa ateşi sizi teslim aldığında var kuvvetinizle önce canınızı sonra da cananınızı kurtarmak zorunda olduğunuza iman etmişsinizdir artık. Çünkü cananınızın canı da, ancak sizin ki kurtulmuşsa var
olacaktır. Hâlbuki toplu mekânımız olan evrenimizde, daha öğrenecek olduğumuz o kadar çok şey var ki.
Mevcut paradigmalar bolluğunda Ortadoğu’ya baktığımızda, aslında şimdilerde onunla yatıyor, onunla kalkıyor olsak da, iştirakçilerin hepsinin gerçekte birbirlerinden çekindiğini ve içlerinden birinin önce kesin bir çözüme yönelmesini beklerken; ama nedense turbo-siyasetin de kilitlendiğini anlamakta zorlanıyoruz. Ve bu durumda ani kararsızlık veya ani bir ters kararın, neler getirip neler götüreceğini bilemiyoruz. Hatta bakarsınız çok şeyler beklerken, total bir atalet sessizliği sarmalında sükûtu hayale uğramamız da pekâlâ mümkündür.
Hani kavgada nasıl ilk vuran kazanırsa, taraflar için öyle bir durum da söz konusudur. Ve bu bileşkede en sıkıntılı ve tamamen nefsi müdafaa durumunda olan bizim, ilk yumruğu vurma hakkımız da bakidir laf aramızda hani. Ve kimse de neden vurdun diyemez aslında bize. Lakin Ortadoğu’nun bir sokak kavgası mizahını aşan çok ciddi bir konumu olduğu da asla unutulmamalıdır. Çünkü yanlış kararlar ve eylemlerin arkasında yeni bir Dünya harbi sorumluluğu veya sorumsuzluğunun da gizlendiğini kesinlikle yadsıyamayız.
İşte bu nedenle de Ortadoğu’da, bütün oyuncular top çevirip duruyorlar ya zaten. Tamam, da bu işin sonu nereye varacak o zaman. Dolayısıyla bu konuda şimdilik kesin öngörülerde bulunmak hatalı olur. Herhalde sadece birinin bile hatalı pas vermesi, topu kendi kalesine sokacak gibi gözüküyor. Bakalım önce kimin sabır taşı çatlayacak.
Kıbrıs gazı konusunda ise Türkiye ile antlaşma sağlamayan Yunan’ın; anlaşıldığına göre emperyalist ittifakçılar yine başını yiyeceklerdir. Tıpkı vaktiyle Yunan Ege’si vaatleriyle başını yedikleri gibi. Yalnız bu da sonunda Yunan’ın, tekrar aklını başına devşirerek dost ve düşmanını daha iyi tefrik etmesiyle sonuçlanır elbette yine.
Bölgenin teknik, ekonomik, siyasi ve stratejik özelliklerine girip kafalarımızı fazla karıştırmadan, çözümün salt sebep sonuç ve önce de bölgesel Devletlerin yararı, zararı bileşkesinde ele alınarak, bölge halklarının anlayacağı nitelikte açıklanması da, belki de bu yüzden çok önemlidir aslında. Tabii şayet milletimizi de arkamızda görmek istiyorsak. Ki bütün var olmuş ve olacak zaferler için de bu husus kaçınılamazdır.
En samimi dileklerimle, bütün okur ve dostlarıma, mutlu gönül aydınlığında Bayram günleri yaşamalarını, yürekten temenni ediyorum…
Serendip Altındal