Sevgili dostlar,
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar”
türküsünü bilirsiniz değil mi?
Garip Tatar’ın derlemesidir.
Garip Tatar, Ardahanlı bir köy çocuğuydu.
Onu Cılavuz Köy Enstitüsü’ne yazdırdılar. Köyünden okula 40 kilometre yalınayak yürüyerek gitti; oradan bir edebiyatçı olarak çıktı. Mardin Derik’te öğretmenlik yaptı; Ahmet Türk’ün ilkokul öğretmeni oldu. Solcuydu, atıldı öğretmenlikten… Cumhuriyet’te yazmaya başladı. 1974’te İstanbul radyosuna girdi; prodüktör oldu; programlar yaptı, kitaplar yazdı, ödüller aldı peşpeşe…
Türkiye onu, “Ümit Kaftancıoğlu” adıyla tanıdı.
1980’nin 11 Nisan günü, kızını okula bırakmak üzere evden çıktığında üç faşistin saldırısına uğradı. Sırtında ve göğsünde 5 kurşunla, 8 yaşındaki kızının kollarında can verdi. Bekliyordu bunu; sesini kaydetmişti önceden: Demişti ki: “Öldüğümde yakınlarım, tek damla gözyaşı dökmesin; benim için caddeleri dolaşsınlar, kitap okusunlar, bir konferansa, bir konsere gitsinler…”
Oğlu Ali Naki, İstanbul Tıp’ı bitirdi; çocuk doktoru oldu. 2001’de meslektaşı Canan’la evlendi.
Ben Canan Kaftancıoğlu ile tanıştığımda, kayınbabasının ve onunla birlikte katledilen aydınların anısını yaşatan bir aktivistti. 2007’de Ümit Kaftancıoğlu’nun anma etkinliğindeydik AKM’de… 2009’un babalar gününde, “Benim babam bir kahramandı” etkinliğini düzenledi Esenyurt’ta… Türkiye’nin karanlığında yakınlarını kaybedenler, Toplumsal Bellek Platformu’nda toplanmış, toplumun körelen hafızasını cilalıyorlardı.
Bu çabalar, Canan Kaftancıoğlu’nu siyasete kazandırdı. CHP’nin il başkanı oldu. Aleyhine yürütülen bütün kampanyalara inat dimdik durdu, gözyaşı dökmedi; aylarca Ekrem İmamoğlu ile caddeleri dolaştı ve İstanbul zaferine imzasını attı.
Bugün “yüksek yüksek tepelere saray kuranlar”ın açtığı davada yargılanacak.
Duruşmadan önce sormak istedim: Sizce böyle bir tarihçenin içinden çıkıp gelen biri, bu tür baskılara boyun eğer mi?
Can Dündar