Araştırma yazısı
Naci Kaptan / 25.04.2109
İHVAN-I MÜSLİM / MÜSLÜMAN KARDEŞLER VE ERDOĞAN
Bölüm I
Müslüman Kardeşlerin önderi Banna’nın hocası Raşit Rida, Mısır’da İngilizlerin
desteğiyle yayınladığı haftalık Işık Evi dergisinde şunları yazıyordu:
“Arabistan’da İbni Suud’un Vahhabi hükümdarlığının oluşumuyla yeni bir umut yıldızı doğdu. İbni Suud Hükümeti, Osmanlının yıkılışı ve Türk hükümetinin dinsiz bir hükümete dönüşmesinden bu yana, bugün dünyanın en büyük müslüman gücü olmuştur. Din düşmanlığı ve zararlı yenilikleri kabul etmeyen ve Sünnete yardımcı olacak tek güçtür” (Robert Dreyfuss, The Devil’s Game, s.50)
Banna Işık Evi’nin sıkı bir izleyicisiydi. Mısır’ın da Suud Krallığı gibi bir rejimi benimsemesini istiyordu. Altı işçiyle kurduğu hücre, Süleymaniye’de İngiliz Petrol Şirketinin yaptırdığı küçük camiyi üs edinmişti. Banna’nın ilkesi, “Allah hedefimiz, Peygamber liderimiz, Kuran anayasamız, cihad yolumuz ve Allah davası yolunda ölmek en büyük ülkümüzdür” sloganı ile ifade ediliyordu. Banna yazdığı risalede (Risalat el Cihad), jihadın terörizmi meşru kıldığını söylüyor.
Müslüman Kardeşler, Almanya’daki Nazi örgütlenmesinden esinlenmişlerdi. Aslında Arap dünyasındaki Yahudi düşmanlığı, Müslüman Kardeşlerin Nazizme karşı sempati ile yaklaşmalarının bir başka nedendi.
BİRADERLER İÇİN OKULLAR
1938’de, Müslüman Kardeşler üyeleri taburlar halinde örgütlendi. Her tabur işçiler, öğrenciler, iş adamları ve serbest meslek mensupları olarak üç gruptan oluşuyordu. Her grup haftada bir kez bir araya geliyor ve sabaha kadar ibadet ediyorlar, eğitmenlerden dersler alıyorlardı. 1943’te taburlar 10 kişilik “aileler” halinde örgütlendi. Aileler haftada bir toplanıyordu. Aile bireylerinin alkol, kumar, v.b. gibi kötü yola sapmaları yasaklanmıştı. Evli çiftlerden yalnızca biri örgüte katıldığında evlilikleri sayılmıyordu. Aileler taburlara, taburlar da merkez karargaha bağlıydılar.
Biraderler her cami inşaatının yanına erkek ve kız okulları açıyorlardı. Ayrıca oluşturdukları izci örgütlenmeleriyle gençlerin fiziksel ve politik yetenekleri geliştiriliyordu. Bu gençlik kuruluşları İkinci Dünya savaşı döneminde Mısır’ın en güçlü gençlik örgütleri haline geldi.
Biraderler işçiler için gece okulları, sivil hizmet sınavlarına hazırlamak için dershaneler açıyorlardı. Öğrencileri sınavlara hazırlıyorlardı. Merkezlerde hastaneler, kırsal bölgelerde klinikler açmışlardı. Kendi işçi sendikalarını oluşturuyor, kendi fabrikalarını, matbaalarını, dokuma, inşaat ve mühendislik işletmelerini kuruyorlardı.
1936’da yayınladığı Manifesto’da Banna, laikliğin, İslamın dinden uzaklaşması olduğunu vurguluyor, siyasal partilerin yasaklanmasını ve ordunun İslamcı bir cihad ordusu olmasını istiyordu.
VURUCU GÜÇLER
1943 yılında 1000 kişilik gizli bir vurucu güç oluşturuldu. Bu güç, sinema ve tiyatroları bombalıyor, Yahudilere saldırıyor, solcu ve milliyetçilere suikast düzenliyorlardı. 1948’de ünlü bir yargıç olan Ahmetel Hazidar, ardından da Başbakan Muhammet Nukrasi öldürüldü.
Nasır’ın Süveyş Kanalını devletleştirmesinden sonra, Biraderler direnişlerini yaygınlaştırdılar. 1954’te darbe girişiminde bulundular. İngilizlerle işbirliği içerisindeki bu girişim, başarısızlıkla sonuçlandı. Liderlerinin büyük bir bölümü Suudi Arabistan’a kaçtı. Suudlar bunlara okullarda ve üniversitelerde iş verdiler. Binden fazla Birader tutuklandı, lider konumundaki altı kişi idam edildi.
Nasır’ın ölümünden sonra eski bir Müslüman Kardeşler üyesi kimliğiyle iktidara gelen Sedat, örgütü umutlandırmıştı. Sedat’ın Nazi Almanlar hesabına da çalıştığı bilinmekteydi. Sedat iktidara gelir gelmez, Nasır’ın izlemiş olduğu “tarafsız” politikalar hemen terk edildi. “Açık kapı” siyaseti benimsenerek ABD politikaları uygulama alanına konuldu. İnançlı bir müslüman, yeminli bir komünizm düşmanı olduğunu kanıtlamak için Sedat, Nasır döneminde hapsedilen Müslüman Kardeşler örgütü üyelerini serbest bıraktı.
EL DAVA
Örgüt El Dava (Çağrı) adlı yayın organları ile düşüncelerini yayıyordu. Tirajı 78 000 olan El Dava kendine dört “düşman” seçmişti:
Batı Hıristiyanlığı, komünizm, “Atatürk’ün laikliği” ve Siyonizm. Bütün haber ve yorumlar bu dört düşman temelinde oluşturuluyordu. (Armstrong, s. 290)
Sedat yönetimi, üniversitelerdeki Nasırcı, solcu öğrenci egemenliğini kırmak için, Biraderlere desteğini esirgememişti. Okullarda örgütlenerek solcu ve Nasırcı öğrenciler baskı altında tutuldu
Örgüt üniversiteliler için yaz kampları kurarak, buralarda dini ve bedensel eğitimler veriyordu. Kadınların, erkeklerin kendilerine özgü kıyafetleri vardı. Kız öğrenciler türban, uzun kara pardösüler giyiyorlar, bunları İslama dönüş, benliğine dönüş olarak, kendilerini ötekilerden ayıran üniformalar olarak kabul ediyorlardı. “Örtünen kız öğrencilerin sayısı arttığı zaman, bu Batı uygarlığına karşı direnişin bir işareti ve İslama kayıtsız şartsız itaatin başlangıcı olacaktı.” (Kepel, s. 88)
Üniversitelerde güçlendikçe örtünmeyen öğrencilere saldırılar başladı. Sokaklarda, meydanlarda, halka açık yerlerde toplu namaz gösterileri, Hıristiyanlara, türban takmayan kadınlara, sinemalara, tiyatrolara saldırılar yoğunlaştırıldı. Hıristiyanların iş yerleri soyuluyor, yağmalanıyordu. İslamcıların rehberi konumundaki kör İmam Şeyh Ömer Aburrahman, cihada mali kaynak sağlamak için Hıristiyan kuyumcuların soyulmaları, gerekirse öldürülmeleri yolunda fetva veriyordu.(Kepel,s. 320)
Özellikle cuma namazları propaganda amaçları için etkili olarak kullanılıyordu.
Sedat’ın ABD ve Suud yönetiminin politikaları doğrultusunda Mısır’a islami bir kimlik kazandırma çabaları, Nasırcı, ulusalcı, laik kesimleri susturmuş olmasına karşın, Müslüman Kardeşlerin beklentileri çok daha ileri boyutlardaydı. Öncelikle üniversite gençliği içerisinde tam bir egemenlik kurmayı amaçlamışlardı. Bunu kısa sürede başardılar.
Bölüm II
DÜNYA İSLAM BİRLİĞİ
1962 yılında Mekke’de Suutların desteği ile kurulan Dünya İslam Birliğinin kurucuları arasında Hasan al Banna’nın damadı Sait Ramazan, Pakistanlı Mavdudi, 1920’lerden beri İngilizlerin ajanlığını yürüten, daha sonra ayda 50 bin mark (bir Alman generalinin yıllık maaş toplamının iki katı) maaşla Nazilerle işbirliği yapan, Filistin müftüsü Hacı Amin el Hüseyin, Yemenli İslamcı Abdul Rahman, Suudi Arabistan Baş Müftüsü Muhammet ibn İbrahim el Şeyh gibi adlar vardı.
Birlik dünya İslam hareketini yönlendirme görevini üslenmişti. Bu amaç için büyük fonlar oluşturuldu, özellikle 1972’de kurulan Dünya Müslüman Gençlik Meclisi ile yakın işbirliği içerisine girildi. Avrupa Milli Görüş Teşkilatının bu örgüt içerisinde etkili olduğu bilinmektedir.
Alman Anayasayı Koruma Kurulunun saptamasına göre, Suud rejimi her yıl 4 milyar doları İslamcılığın yayılması için ayırmaktadır. Bu paranın üçte ikisi İslamcı vakıflara veriliyor.
Medine İslam Üniversitesi (1961) ve Kral Abdul Aziz Üniversitesi (1967) ile kurucuları arasında Türkiye’nin de bulunduğu, Davutoğlu ve şimdiki YÖK başkanının çalıştğı, Malezya İslam Üniversitesi, İslamcı eğitimin uluslararası merkezidir. Ülkelerinden kaçan Müslüman Kardeşlerin ders verdiği ve eğitim gördükleri yer bu üniversitelerdir.
TEODEMOKRASİ
Müslüman Kardeşler örgütüne benzer bir örgüt, Pakistan’da Mavdudi tarafından, Cemaat-ı İslamiye adıyla kurulmuştu. Mavdudi, ulusalcılığın putperestlikle eş olduğunu, sahte tanrılara tapınmak olduğunu savunmuş, Batı tipi demokrasiyi reddederek, “teodemokrasi” diye bir kavram da ortaya atmıştı. Banna’nın izleyicisi olan Mavdudi’nin görüşleri 1951’den itibaren Mısır’da yaygınlaşmaya başladı. Mavdudi’nin bu görüşleri, Müslüman Kardeşleri büyük ölçüde etkilemişti.
Mavdudi (1903-79) İslam’ın büyük tehdit altında olduğu, yokolma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu savıyla ortaya çıkmıştı. Bunun için gerçek müslümanların kenara çekilmemeleri, politikayı başkalarına bırakmamaları gerektiğini savunuyordu. La dini (dinsiz) laiklere karşı mücadelenin acil olduğunu söylüyor, Tanrının yasalarına karşı gelenlerle mücadele etmenin yalnızca bir hak değil, bir görev olduğunu savunuyor, silahlı mücadeleye hazırlanmak gerektiğini savunuyordu.
İslam radikalizminin en etkili ideologlarından biri de Seyyid Kutb’dur (1906-1966). Öğretmen eğitimi alan Kutb, Eğitim Bakanlığında müfettişlik yaparken Amerika’ya gönderilmiştir. Kutb, Müslüman Kardeşler örgütüne l951 yılında katılmıştır. Bu tarih ABD’den dönüşünün bir yıl sonrasıdır. Kendisi bu tarihi “1951’de doğdum” diye niteler. Nasır’a yapılan başarısız suikasttan sonra tutuklanır ve 25 yıl ceza alır. 1964’te Irak lideri Abdul Salem Arif’in arcılığı ile serbest bırakılır. 1965’te ikinci bir suikast girişimi sonunda idama mahkum edilir ve l966’da idam edilir.
Seyyid Kutb, bağnaz bir Mustafa Kemal düşmanı olarak tanınır. Ona göre, Batılı güçler M. Kemal’i İslamdan kurtulmak için öne sürmüşlerdi. Öteki İslam ülkeleri Türkiye örneğini izlemedikleri için Nasır’ı desteklemişlerdi.
DİNDARLAR İLE LAİKLERİ BİRARADA OLMAZ
Seyyid Kutb, dindarlarla laiklik taraftarlarının aynı toplumda yaşamalarının olanaksız olduğunu söylüyordu. Dolaysıyla, Müslümanlar, öncelikle bu tür yönetimleri devirmekle yükümlüydüler. Komünizm tanrıtanımazdı, demokrasi ise, Tanrı nizamının gaspedilmesiydi. Bütün bunlar cahiliyenin göstergeleriydi. Tanrının yerine insanlığa tapmaktı. Muhammet zamanında “cahiliye” bilgisizlikten kaynaklanıyordu, şimdiki cahiliye ise Tanrıya bilinçli başkaldırıştı. (Karen Armstrong, The Battle for God, s.239)
Kutb, laiklerle dindarların aynı toplumda birarada yaşayamayacağını söylüyordu. Bu nedenle de, Müslümanların laik devlete karşı başkaldırmaları gerektiğini savunuyordu. Demokrasi de ona göre Batı icadıdır, ulusçuluk da. İslamı yozlaştırmak için kullanılmaktadır. Esas olan İslam dünyasının bir halife yönetiminde biraraya getirmektir. Dünya ümmeti ırka, ulusal değerlere değil, yalnızca inanca dayanmaktaydı ve dünya inananlar ve inanmayanların iki ayrı dünyası değildir. Bütün dünya inanmayanlarla dolu olduğu için dar-ul harptır, cihat bütün dünyayı kapsar.
Onlara göre örtünmeyen bir kadın “canlı bir şehvet” davetiyesidir. “Bu ahlaksız kadınların çıplak bedenlerinden fışkıran ihtiras alevleri insanlığı yakarak küle çevirecektir.” Kutb “insanlık bugün büyük bir genelevde yaşıyor” diyor. Bunu kanıtlamak için”basına, filmlere, moda gösterilerine, güzellik yarışmalarına, dans evlerine, şarap barlarına, yayın istasyonlarına bakmak yeter.” (Fi Zilal el Kuran, aktaran Armstrong, s.240)
BEGOVİÇ İZLEYİCİSİYDİ
Bosna islamcıların lideri Aliyah İzzetbegoviç, Kutb’un bağnaz izleyicilerinden biriydi. 1970 yılında yayınladığı İslami Bildirge’de“moderistlerin başarısızlığının simgesi, reformlarıyla Türkiye’yi ancak ‘üçüncü sınıf bir ülke’ yapmış olan Atatürk’tür.”(Giles Kepel, Cihad s.471.)
Başında da değinildiği gibi, Mısır’ı anlamak, Ortadoğu’yu anlamak: Mısır’ı çözmek Ortadoğu’yu çözmektir.
Mısır, evrensel bir boyut kazanmış olan İhvan (Müslüman Kardeşler) hareketinin merkezi olma özelliğini koruyor. Stratejik yaklaşımlara ilişkin değişik yaklaşımlar göstermesi, değişik adlar alması doğaldır. Ama temel amaç değişmemiştir.
Kökü yüzyıla yakın bir geçmişe dayanan bu hareket, Mısır’da siyasal ve toplumsal ağırlığını giderek artan bir yoğunlukta hissettirmektedir. Son seçimi boykot etmelerine karşın, 2005 seçimlerine yasaklı partisiyle katılan İhvan bağımsız adaylarla parlamentoya 88 temsilci sokarak en büyük grubu oluşturmuştu.
“Terör” de tıpkı “demokrasi” gibi, amaca ulaşmanın bir aracı olarak algılandığına göre, “hür ve demokratik” seçimle iktidarı ele geçirmenin ne sakıncası olabilir ki? O nedenle “gömlek değiştirmenin” tam da zamanıdır. “Ilımlı İslam gömleğine”Washington’un fazla bir diyeceği yok. İştahla sahneye sürülen bir Türkiye örneği var!
Ne var ki, gömleği değiştirmekle içindeki değiştirilmiş olmuyor. Türkiye bunun da örneği!
Bölüm III
İhvanın Enver Sedat’ın öldürülmesinden bugüne uzanan kanlı izini sürdüğümüzde gövdesinin fazla değişmediğini görürüz. 1987’de eski içişleri bakanı Hasan Abu Bava ve haftalık el-Mussava’nın başyazarı Nabavi Ahmet öldürüldü. 1990’da Parlamento Başkanı Rıfat Mahcub, 1992’de laikliği savunan Farac Foda öldürüldü. 1994’te Nobel ödüllü yazar Necib Mahfuz evinin önünde bıçaklandı. Sağ kolu sakat kaldı. El Ezher ulemasından Şeyh Zahari’yi kaçırarak öldürdüler.
1996’da 12 yaşında Müslüman Kardeşler örgütü mensubu olarak hapsedilen İslam tarihi profesörü, Nasır Abu Zeyd, “cin”lerin var olmadığını söylemesi üzerine, mahkemeye verildi. Mahkeme Profesörün dinden çıktığına karar verdi. Bununla kalmadı, Müslüman olmayan birinin Müslüman bir kadınla evlenemeyeceği gerekçesiyle boşanmalarına karar verdi. Bu kararı da yetersiz bulan Müslüman Kardeşler, Abu Zeyd’in öldürülmesi gerektiğini söylediler. Eşi de bir üniversite profesörü olan Zeyd ailesi Hollanda’ya sığınarak canlarını kurtardılar.
1997’de Luxor’da 58 turisti ve 4 Mısırlıyı öldürdüler.
17 Kasım 1997 sabahında, Mısır İslami Cemaat örgütüne mensup 6 silahlı terörist tarafından Luxor’daki turistlere yönelik bir saldırı düzenlendi. Polis kıyafetleri içerisinde olay yerine gelen militanlar, Kraliçe Hatşepsut tapınağını ziyaret eden turistlere 45 dakika süreyle ateş ettiler. Açılan ateş sonrasında yaralananlardan bazıları teröristler tarafından öldürüldü. Tapınaktan çıkan teröristler etraftaki herkese ateş etmeye devam ettiler. Bu saldırılarda, biri Mısırlı, diğerleri çoğunluğu İsviçreli ve Japon turistler olan 59 kişi hayatını kayberken, 30 kadar kişi de yaralandı.
Öldürdükleri Hıristiyan kökenli kuyumcular, eczacılar, örgütten ayrılanlar saymakla bitmez. Ama daha birkaç hafta önce İskenderiye’de Noel nedeniyle kilisede ibadet eden 21 Hırıstiyanı öldürüp, 48’ini yaraladılar.
YETMEZ AMA EVET
Bugün Kahire’de Tahrir Meydanına toplanan yüz binleri, yoksul Mısır fellahının “demokrasi” ve “özgürlük” sevdasına yoracak olanlar çıkacaktır. Bir Babil kulesini andıran bu toplantılarda, “yetmez ama evet” diyen bir kesim aydın, İhvanın gazabından korkarak katılan gayri-müslim vardır kuşkusuz. Ama büyük bir disiplin içerisinde, kimlik kontrolü yapan, yiyecek, su yardımı yapan, güvenlik güçlerine karşı direniş broşürleri dağıtan örgütlü direnişin Ihvan tarafından yapıldığından da kuşku yok.
ABD’nin yeni politikalarının oluşmasında belirleyici rol oynayan ünlü uzman Samuel Hantington Uygarlıklar Çatışması adlı kitabında, Türkiye’nin Kemalizmi terk etmesi, Ortadoğu’ya yönelik, islamcı politikalar izlemesi gerektiğini vurgulamıştı. Ardından, Ortadoğu’da CIA’nın karargah kurduğu Türkiye masası şefi Graham Fuller, aynı doğrultuda bir kampanya başlatmıştı.
Kampanya kendine üç hedef seçmişti: Ulus Devlet, laiklik ve bu ikisini kaynaştıran Kemalizm. Bir başka anlatımla, TC’yi oluşturan bu üç ayak, yıkılması gereken hedefle seçilmişti. Ve bu üç hedefe dört bir yandan ateş başladı. Fuller’in son kitabının adı da, Türkiye Cumhuriyetinden farklı olarak, Yeni Türkiye Cumhuriyeti.
Halifeliği ortadan kaldıran laik Türkiye ve onun öncüsü Mustafa Kemal, İslam radikalizminin günümüzde de baş hedefi olama özelliğini korumaktadır.Gerçekten de, cemaatler koalisyonundan oluşan AKP, etnik gruplarla ittifak içinde, “demokrasinin” kimlik pazarlıklarına dönüştürdüğü gözlemleniyor.
ILIMLI İSLAM
Kuşkusuz gelinen bu nokta, bölge ülkelerinin değişmeyen, ortak yazgısı oldu. Demokratik bilinci toplum katmanlarına yerleştirmeyen/yerleştiremeyen (sahte) ulus-devlet yönetimleri, yada ulusalcı diktatörlükler, etnik kökenli kabile milliyetçiliği, karşılarında, siyasal ideoloji olarak İslamcılığı buldu. İslamcılık, ulus-devleti yadsıyorken, demokrasiyi ve onun vazgeçilmez koşulu olan laikliği de yadsımış oluyordu.
İslamın “ılımlı” yanı küreselleşen dünya için yaşamsal önem taşıyordu. Yeni dünya düzeninin sürdürülebilmesi, siyasal islamın pazar ekonomisi ile bütünleşmesine bağlıydı.
Yeni koşullarda, Ortadoğu’nun değişen dengelerinin yeniden biçimlenmesi gerekiyordu. Türkiye, bu biçimlenmede kilit konumunda tasarlandı. Ortadoğuda Şii-Sünni çatışmasında Sünni islamcı bir Türkiye, hızla bölgesel bir süper güç haline gelen İran karşısında, Sünni İslamcıların liderliğine soyunduruldu. Bu, bir anlamda, Arap liderliğine de soyunmak demekti. O nedenle, Türkiye, ekonomik olduğu kadar, siyasal olarak da, bu projeye uygun olarak yeniden yapılandırıldı.
Gerçekten de Ortadoğu sahnesinde Türkiye, ancak İslami bir kimlikle rol alabilir. Ona bu kimliği kazandıracak olan siyasal güç de, Türkiye’de, yalnızca AKP’dir. Çünkü AKP’nin, milli görüşten gelen köktenci İslamcı hareketlerle geleneksel bağlantıları biliniyor. AKP’nin önde gelen kadrolarının Müslüman Kardeşler, Hamas, İran’daki molla hareketiyle, Afganistan’da Taliban ile, Çeçenistan ve Bosna’daki İslamcı radikal hareketlerle, Cezayir’deki Selamet Ordusu ile, daha sonraları da Malezya’daki İslamcı parti ile olan ilişkileri, geçen yüzyılın son çeyreğine kadar uzanmaktadır.
Bugün de İslam dünyasının gönüllü koruyuculuğuna soyunan Türkiye, iki yüz yıldır rotasını çevirdiği Batı yönünü değiştirerek, Ortadoğu’nun geleneksel bir İslam ülkesi kimliğiyle “Yeni Osmanlıcılık” oynuyor.Türkiye’yi bozulan bu denklemin içine yerleştirmek kaçınılmaz hale geliyor. Ama hangi Türkiye’yi? [1]
Bölüm IV
Erdoğan: Müslüman Kardeşler terör örgütü değil
Erdoğan, bir Suudi TV’sine verdiği röportajda Müslüman Kardeşler’i terör örgütü olarak görmediğini söyledi.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Müslüman Kardeşler örgütünü savundu.Suudi kanalı El Arabiya’ya verdiği mülakatta İhvan-ı Müslimin hakkındaki bir soruya cevap veren Erdoğan, İhvan’ın “terör örgütü” değil, “ideolojik bir örgüt” olduğunu ileri sürdü. [2]
Erdoğan, Müslüman kardeşler örgütü için TERÖR ÖRGÜTÜ DEĞİL derken ABD – RUSYA MISIR – SURİYE – BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ Müslüman kardeşleri TERÖR ÖRGÜTÜ listesine alıyordu .
Almanya’da ‘gizli belge’:
Erdoğan silahlı İslamcı örgütlere destek veriyor
Alman İçişleri Bakanlığı’nın, Sol Parti’nin soru önergesine verdiği ‘gizli’ yanıtta, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve hükümetin Ortadoğu’daki silahlı İslamcı örgütlere destek verdiği iddiası da yer aldı.
Deutsche Welle’de yer alan habere göre Alman devlet televizyonu ARD’nin haberinde AKP hükümetinin, Mısır’daki Müslüman Kardeşler gibi örgütlerle ideolojik yakınlığının bulunduğu belirtilirken, dayanışma mesajları ve destek eylemlerine dikkat çekildi: “İktidar partisi AKP ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Mısır’daki Müslüman Kardeşler, Filistin’de Hamas ve Suriye’deki silahlı İslamcı muhalefete yönelik çok sayıda dayanışma mesajı ve destek eylemleri, Müslüman Kardeşler ile ideolojik yakınlıklarına işaret etmektedir.”
‘Türkiye İslamcı örgütlerin merkezi haline geldi’
İçişleri Bakanlığı’nın ‘gizli’ ibareli belgesinde, Türkiye’nin İslamcı örgütlerin merkezi eylem platformu haline geldiği tespitine de yer verildi: “Ankara’nın özellikle de 2011 yılından beri adım adım İslamileşen iç ve dış politikasının sonucu olarak Türkiye, Orta ve Yakındoğu bölgesindeki İslamcı örgütlerin merkezi eylem platformu haline gelmiştir.”
ARD, bu belgeyle birlikte Alman hükümetinin resmi olarak ilk kez Erdoğan ile terör örgütleri arasında doğrudan ilişki bulunuduğu değerlendirmesine yer verdi. Hamas, 2013’ten bu yana ABD’nin terör örgütleri listesinde yer alıyor. [3]
Ankara adım adım…
Yanıtta şu ifadeler dikkat çekiyor: “İktidardaki AKP ve Cumhurbaşkanı ERDOĞAN, Mısır’daki Müslüman Kardeşler, HAMAS ve Suriye’deki silahlı İslamcı muhalefet lehine yaptıkları sayısız dayanışma açıklaması ve destek eylemleriyle, Müslüman Kardeşler’e olan ideolojik yakınlıklarını vurgulamışlardır.”
2003’ten beri AB terör listesinde olan Hamas ve Erdoğan’ın adlarının büyük harflerle yazıldığına işaret eden ARD, “Alman hükümeti ilk kez Türkiye Cumhurbaşkanı ve bir terör örgütü arasında doğrudan bağ kurdu” diyor.
Alman dış istihbarat örgütü BND’nin değerlendirmelerine dayanarak hazırlandığı belirtilen yanıtta, “Özellikle 2011 yılından bu yana Ankara’nın adım adım İslamlaştırıldığı iç ve dış politikasıyla Türkiye, Ortadoğu’daki İslamcı grupların merkezi eylem platformu haline geldi” ifadesi de yer alıyor. [4]
Bölüm V
MÜSLÜMAN KARDEŞLER TERÖR ÖRGÜTÜ DEĞİL MİYDİ ?
1940’ların başında Müslüman Kardeşler teşkilatının lideri Hasan el-Benna’ya doğrudan bağlı olan Gizli Aygıt adı ile silahlı bir kanat oluşturuldu.
1945, Mısır’ın Birleşmiş Milletlere alınması için II. Dünya Savaşı’na katılacağını açıklayan Mısır Başbakanı Ahmet Mahir Paşa bu kararı açıklamak üzere meclise giderken Müslüman Kardeşler militanı 28 yaşında bir avukat olan Mustafa Essawy tarafından 24 Şubat 1945’te öldürüldü.
1948, Temyiz Yargıcı Ahmed Khazendar, Mart 1948’de bazı İhvan-ı Müslimin üyelerinin yargılandığı davada ağır hapis cezasını onayladıktan sonra aynı yıl içinde Müslüman Kardeşler tarafından düzenlenen bir saldırıda öldürüldü.
1948 28 Aralık 1948’de Mısır Başbakanı Mahmut en-Nukraşi Paşa Müslüman Kardeşler üyesi, Veterinerlik Fakültesi öğrencisi Abdel Meguid Ahmed Hasan tarafından yapılan ateşli silah saldırısı sonucu öldürüldü. Mısır bu suikast ile bir şok yaşadı ve cinayetten gelenekçi ruhban sorumlu tutuldu. Başmüftü, Ezher Camii İmamı ve bütün Ulema Konseyi üyeleri cinayeti işleyenleri kınadılar.
1949 Müslüman Kardeşler tarafından işlendiği kesinleşen 1948 suikastlerinden sonra 1949’da misilleme amaçlı tertiplediği öne sürülmekte olan bir silahlı saldırıda Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan el-Benna hayatını kaybetti.
1981 Mısır Başkanı Enver Sedat, Suriye ve Mısır’da teşkilatlanarak geniş bir tabana yayılan İhvan-ı Müslimin’e bağlı (Mısır Ordusu içinde oluşturulan) İslami Cihat (Mısır Devrim Konseyi) adlı örgütün 4 elemanı tarafından 6 Ekim 1981’de silahlı bir saldırıda öldürüldü. Suikastı gerçekleştiren Halid İslambuli ve yirmi üç işbirlikçisi yargılandılar, suçlu bulunarak 15 Nisan 1982’de idam edildiler.
Aynı örgüte bağlı aralarında Enver Sedat’ın katillerinin de bulunduğu belirtilen 34 örgüt militanı 1989 yılının Şubat ayında Mısır’ın Feyyum kentindeki bir Cuma namazı sonrasında halkı ayaklanmaya kışkırtırlarken Mısır Güvenlik Güçleri tarafından yakalanarak idam edildiler. [5]
Suudi ve Mısır medyası: “AKP, İhvan liderleriyle buluşup Katar’la anlaştı”
Suudi Arabistan ve Mısır medyası, Müslüman Kardeşler örgüt liderleri ile AKP temsilcilerinin Türkiye’de bir toplantı düzenlediğini, Türkiye ve Katar’ın da Arap ülkelerinin içişlerine karışma ve istikrarsızlık çıkarma konusunda ortak hareket etme anlaşması yaptığını ileri sürdü. [6]
Bölüm VI
Çanlar İhvan için çalıyor
Erdoğan’ın İhvan ( Müslüman Kardeşler) ile yakın ilişkileri,
AKP’nin Türkiye’de iktidara gelmelerinden çok daha önceye dayanıyor. Öyle ki, Recep Tayyip Erdoğan, 1970’li yıllarda Müslüman Kardeşler’in uluslararası gençlik örgütü olan Dünya Müslüman Gençlik Teşkilatı’nın (WAMY) üyesiydi.
Erdoğan, bu örgütün Suudi Arabistan’daki zirvesine de katılmıştı. AKP’nin 2005 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla kurduğu İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’ne WAMY’nin yanı sıra Türkiye’den MÜSİAD ve İHH gibi örgütler de üye olmuştu. AKP’nin İhvan ile ilişkisi o derece yakın ki, siyaset bilimci Fikret Başkaya, AKP’yi “Müslüman Kardeşler’in Türkiye versiyonu” olarak tanımlıyor.
AKP, Arap Baharı’nın ardından Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya kadar tüm Arap coğrafyasında uluslararası toplumun ve ülkedeki iktidarların tepkisine rağmen Müslüman Kardeşler’i desteklemeye devam etti. Libya ve Mısır’da hükümetlerin tepkisini çekmesine rağmen bu desteği sürdüren AKP’nin bu politikası nedeniyle Türkiye bölgedeki ülkelerle hem ekonomik hem de siyasi ilişkilerde büyük bir gerileme yaşadı.
ABD’nin Müslüman Kardeşler’i terör örgütü olarak tanıması, Türkiye’nin üzerinde zaten yüksek olan baskıyı daha da artıracak, hem de AKP’nin uluslararası partnerlerinden birinin daha güç kaybetmesi anlamına geleceği için Türkiye’nin bölgedeki ülkelerin iç işlerine müdahale etmesini zorlaştıracak.
ABD Temsilciler Meclisi Adalet Komisyonu, önceki gün Müslüman Kardeşler’in (İhvan) ABD’de terör örgütü olarak tanımlanmasına yönelik bir tasarıyı kabul etti. Teksas’ın Cumhuriyetçi Senatörü Ted Cruz tarafından 3 Kasım 2015’te verilen tasarıda, Müslüman Kardeşler’in tarihi, ideolojisi ve düzenlediği silahlı saldırılar ayrıntılarıyla anlatılırken, bazı liderlerinin halihazırda ABD’de terörist olarak tanımlandığı hatırlatılıyor. Tasarıda, özetle şu ifadeler yer alıyor:
“Müslüman Kardeşler’in mottosunda ‘Bizim yasamız Kuran, yolumuz cihattır. Allah yolunda ölmek ise en büyük arzumuzdur’ gibi ifadeler yer almaktadır. Örgüt, İslam’ın doğasının domine edilemeyecek, aksine dünyayı domine edecek bir doğa olduğunu düşünmekte ve İslam’ı bütün dünyaya empoze etmeyi hedeflemektedir.
Üyelerini silahlandıran ve onlara özenli bir silah eğitimi veren Müslüman Kardeşler Mısır’da en fazla şiddet uygulayan örgütlerdendir. 2013 yılında Kıpti Hristiyanlara saldırmış, kiliselerini, evlerini ve işyerlerini yakmıştır. Müslüman Kardeşler henüz ABD’de yasaklanmamış olsa da, liderleri geçmiş yıllarda ABD tarafından terörist ilan edilmiştir.
Bu liderlerden bir kısmı aynı zamanda El Kaide üyesidir ve daha önce ABD’ye yönelik saldırılar düzenlemişlerdir. 2015’te resmi sitesi ikhwanonline.com üzerinden örgütün yeni bir döneme girdiğini ilan eden İhvan, 1940’lardan itibaren çeşitli ülkelerde gerçekleştirdikleri terör saldırılarını da olumlu bir dille sahiplenmiştir.Bütün bu nedenlerden ötürü Dışişleri Bakanlığı’nı Müslüman Kardeşler’i terör örgütü olarak tanımlamaya davet ediyoruz”.
ERDOĞAN’IN DOSTU DA VAR
Tasarıda Hamas’tan İslami Çağrı Komitesi’ne, El Kaide’den Enser el-Şeria’ya, Libya’daki cihatçılardan Taliban’a kadar pek çok cihatçı örgütün Müslüman Kardeşler ile bağlantısı anlatılıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın “aile dostumuzdur” dediği El Kaide finansörü Yasin el-Kadı’nın Müslüman Kardeşler ile ilişkisi de tasarıda anlatılıyor. Tasarıya göre el-Kadı, Usame bin Ladin’in yeğeni Abdullah bin Ladin, Kuveyt Müslüman Kardeşleri lideri Tarık Swaidan ve Müslüman Kardeşler’in ABD’deki bankeri olarak bilinen Süleyman Biheyri ile birlikte bir şirket yönetiyor. Beytül Mal adlı bu şirket, “İslami yatırım kuruluşu” olarak faaliyet gösteriyor.
Müslüman Kardeşler ve terör listeleri
Müslüman Kardeşler’i terör örgütü sınıfına alan ilk ülke Rusya’ydı. İhvan, Çeçenistan başta olmak üzere Kuzey Kafkasya’da İslami bir rejim kurmak isteyen Kafkas Emirliği’ni desteklediği gerekçesiyle 2003 yılında Rusya’da yargı tarafından terör örgütü listesine alınmıştı.
Bir sonraki terör örgütü ilanı ise 10 yıl sonra gelecekti. 2013’ün Ekim’inde Suriye rejimi Müslüman Kardeşler’i terörist olarak ilan etti ve faaliyetlerini yasakladı. Ülkedeki Suriye Müslüman Kardeşleri ise 1964’te ayrıca yasaklanmıştı. Örgüt, bu yasaklama kararının ardından ülkede onyıllar içinde bir kısmı silahlı saldırı ve suikast olmak üzere pek çok eyleme imza atmıştı. Müslüman Kardeşler’in Mısır, Filistin ve Yemen gibi çeşitli ülkelerdeki kanatları ve ilişkili örgütleri de 1940’lardan itibaren yasaklanmıştı.
2013’ün Aralık ayında ise Sisi’nin yönetimindeki Mısır tarafından terör örgütü ilan edilen Müslüman Kardeşler, sonraki yıl Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirliği ve Kazakistan tarafından terör örgütü kapsamına alındı ve faaliyetleri yasaklandı.[7]
Saygın Dostum,
Bizdeki dinci ve işbirlikçi gericiliğin maddi kaynağı bir ölçüde Suudilerdir.
Ama asıl kaynak ise bu devletin başına 65 yıldır çöreklenen halk dalkavuklarıdır. Dolayısıyla TC’dir.
Devlete ihanet, bizzat devlet tarafından finanse edilmiştir.
İhanetin sahipleri içimizdeki zübüklerdir.
Selamlarımla…