Naci Kaptan / 26.03.2019
YazıyaYorum
Yılmaz Özdil’in aşağıda yazdığı olay uzunca zaman önceleri Avustralya Broken Hill kasabasında yaşayan 2 Türk’ün başına gelen olaylar olarak anlatılır . Geçmişte ben de bu konuyu paylaşmıştım. Bu günlerde bu konuyla ilgili bir gelişme daha oldu . Konuyu anlatan TÜRK İŞİ DONDURMA isimli bir flim çekildi. Filmin başlangıcında 1915’de AVUSTRALYA’da İKİ TÜRK’ün başından gerçek bir hikaye olduğu yazılı . Gerçekle , gerçek olmayan birbirine karışıyor !!!… Kim doğru kim yanlış ?
FİLMİN ÖZETİ
Turkish’i Dondurma, Çanakkale Savaşı sırasında Avustralya’da yaşayan iki Türk’ün ülkeleri için verdikleri mücadeleyi konu ediyor. Avustralya’da yaşayan iki Türk, geçimlerini devecilik ve el arabası ile dondurma satarak sağlar. 1915 yılında memleketlerinde savaş çıktığını öğrenen ikili, Çanakkale’ye cepheye gitmeye karar verir. Ancak, yetkililer onların adadan çıkmalarına izin vermez. Bu sırada Avustralya’da Türkler aleyhine propaganda yapılmaya başlanır. İngilizler’in Avustralya’da asker devşirmek için broşür dağıttığını öğrenen iki Türk, ülkelerinde veremedikleri mücadeleyi Avustralya’da vermeye karar verir.
Yönetmen koltuğunda Ayla filminin yönetmenliğini üstlenen Can Ulkay’ın oturduğu Turkish’i Dondurma’nın senaryosunu Gürkan Tanyaş kaleme alıyor. Başrollerinde Şebnem Bozoklu, Erkan Kolçak Köstendil ve Ali Atay’ın bulunduğunu gerçek bir öyküden uyarlanan filmin kadrosunda Will Thorp, Marleen Mathews, Tristan Alexander ve James Farley gibi isimler yer alıyor.
http://www.beyazperde.com/filmler/film-267972/fragman-19551683/
Yılmaz ÖZDİL / 17 Mart 2019
CUMA NAMAZI
1915…
Avustralya’nın New South Wales eyaletindeki Broken Hill kasabasından geçen trene ateş açıldı.Beş kişi hayatını kaybetti.Güzergahtaki kayalıklarda derhal askeri operasyon yapıldı, masum sivillere ateş açan iki saldırgan öldürüldü. Ertesi günkü Avustralya gazetelerinde fotokopi gibi tıpatıp aynı cümleler vardı…
“Türkler Avustralya’ya saldırdı, Türkler katliam yaptı” manşetleri atmışlardı!
Saldırganların çantasından Türk bayrağı çıkmıştı.Ayrıca, birinin cebinden mektup çıkmıştı, o mektupta her şey itiraf ediliyordu, “padişahın emriyle Avustralya halkına savaş açtıkları” yazıyordu.
Ahali galeyana geldi.İntikam alınacak Türk bulamadıkları için, Osmanlı’nın müttefiki olan Alman göçmenlerin yaşadığı kasabaları bastılar, evleri ateşe verdiler.
Ve…Topluca askere yazıldılar!
Tesadüfe bakın ki, sadece bir ay önce Britanya imparatorluğu Osmanlı’ya savaş ilan etmişti. Ama… Avustralya’da zorunlu askerlik olmadığı için yeterince gönüllü bulamamıştı.
Tam bu atmosferde iki Türk saldırgan şırrak diye trene ateş açıp, masum sivilleri katledince, gönüllülük kavramı “vatan borcu”na dönüşmüştü. Avustralyalı gençlerle birlikte “kuzen”leri Yeni Zelandalı gençler, gemilere doluştu, Türklere hesap sormak için Çanakkale’ye geldi.
Halbuki…O saldırganlar Türk değildi.Bunu ben söylemiyorum, yıllar sonra bu mevzuyu kurcalayan Broken Hill tarih kurumu üyesi Gordon Densie söylüyor. (Anadolu Ajansı muhabirleri 2012 yılında Avustralya’ya gitti, tarihçilerle röportajlar yaparak bu gerçeği ortaya koydu.)
Saldırganlar, göçmen Afgan’dı.
Biri imamdı.
Biri deveciydi.
İmam olanı, çaktırmadan kasaplık yapıyordu. Kasaplar Birliği’ne üye olmadan, caminin bahçesinde kaçak kesim yaptığı için, hakkında dava açılmıştı. Bu davaya kin güdüyordu. “Padişahın saldırı emri”ni gösteren mektup da palavraydı. İmamın belindeki kuşağından çıkan mektupta, aslında “belediye denetçisi beni suçladı, yalvardım yakardım, dinlemedi, kimseye düşmanlığımız yok, sadece denetçiye kinim var, onu öldürmek istedim” yazıyordu.
Deveci desen… Madenlerde yük taşıyordu. En iyi müşterisi Almanlardı. Savaş çanları çalmaya başlayınca, madenler kapanmış, deveci işini kaybetmiş, üç beş kuruş kazanmak için seyyar dondurmacılığa başlamıştı. İşşiz kalmasına sebep olanlara kin güdüyordu. İmam arkadaşının aklına uymuş, saldırı planına dahil olarak, bedel ödetmeye kalkmıştı.
Bu gerçeklere rağmen, halka yalan söylendi.
“Türkler saldırdı” etiketi yapıştırıldı.
Çatışma bölgesine Türk bayrağı monte edildi.
İki yıl geçti geçmedi, “yangın çıktı” dediler, tren saldırısına dair tüm belgeler, askeri yazışmalar, hastane kayıtları kül oldu.
Saldırganlar son model askeri tüfekler kullanmıştı.
Açlıktan nefesi kokan imamla deveci, polisin elinde bile bulunmayan o pahalı askeri tüfekleri nasıl satın almıştı? Kimden almıştı? Mermileri bittiği halde, neden canlı olarak değil de, ölü ele geçirildiler? Muamma olarak kaldı. Ateş edenlerin başkaları olduğu, bu iki salağın önceden öldürülüp, oraya yerleştirildiği bile iddia edildi.
Neticede…Avustralyalı ve Yeni Zelandalı gençler intikam hırsıyla dolduruldu, Türk nefretiyle Çanakkale’ye sürüldü.
2019…
Taaa o zamanlar ekilen nefret tohumları, Yeni Zelanda’da “ırkçı terörizm” olarak hortladı.Cuma namazında otomatik silahla camileri basan Avustralyalı saldırgan, 49 masum insanı katletti.
Ve kadere bakın ki…Yeni Zelanda’da cami katliamının yaşandığı cuma günü, Türkiye’deki cuma hutbelerinde “Çanakkale Zaferi ve birlik ruhu” konusu vardı.
Ve maalesef…
Diyanet’in Çanakkale Zaferi hutbesinde, Çanakkale Savaşı’nın seyrini değiştiren, Anafartalar Kahramanı, Mustafa Kemal Atatürk’ten tek kelime bile bahsedilmedi!
Sarığını takıp, cübbesini giyip, “keşke Yunan galip gelseydi” diyen tımarhanelik fesliye geçmiş olsun ziyaretine giden Akp’nin diyanet işleri başkanı… Küçücük aklınca Atatürk’ü Çanakkale’de yok saydı.
Hutbede güya “birlik ruhu” anlatıldı ama, Türkiye’nin çimentosu olan, bu milletin yüce Ata’sı, Atatürk yok sayıldı.
İnsan hakikaten ister istemez düşünüyor…Dışardaki ırk-din yobazları mı Türk kavramından daha fazla nefret ediyor, yoksa içerdeki yobazlar mı?