Olaylar ve Görüşler / 20 Mart 2019 Çarşamba
Gani Aşık / Eski Kayseri CHP Milletvekili – Müftü
İslamın baş belası: Din sülükleri
Genel tarih, özellikle de dinler tarihi, insanoğlunun çok çeşitli evrelerden geçen serüvenini incelemiş, inanma ihtiyacının başlangıcına ve nedenlerine ulaşmaya çalışmıştır. Yerkürenin üzerine düşecekmiş gibi gökyüzünü kaplayan siyah bulutların verdiği ürperti, şelaleler gibi aylarca yağan yağmurlar, ürkütücü ışığı ve korkunç gürültüsü ile şimşekler yanında, el değmemiş bakir doğanın etkileyici görkemi, ilk insanları hem korkutmuş hem de sığınılacak bir üstün kudret arayışına yöneltmiştir. Özetle, din ihtiyacı ve inanma duygusu insanla birlikte doğar (Fıtridir), delil ve ispat istemeyen açıklıktadır (bedihidir).
Peygamberler dönemi ile birlikte sistemleşen ve kurumlaşan din; nisan yağmurunun balığın karnında inciye, yılanın karnında ise zehire dönüşmesi gibi, devletlerin, toplumların ve bireylerin algılama ve yaşama biçimine göre onurlu ve bağımsız devlet, uygar bir toplum ve özgür bireyler yaratabilir veya bir ulusun toptan felaketine sebep olabilir.
Dini dünya için kullanmak
Batı toplumları uzun yıllar mücadele ederek ve ağır bedeller ödeyerek, kilisenin cenneti satma dönemini 200 küsur yıl önce kapatmıştır. Sanayi devriminin çağdaş hukuk ve laik eğitim ile bugünkü uygarlık düzeyine ulaşması böyle mümkün olmuştur. Mucize insan Atatürk, hem yurdumuzu işgalden kurtarmış, hem de kurduğu yeni devlette (Cumhuriyet) dinden geçinme dönemini kapatmıştır. Şu gerçeği çok iyi biliyordu ki Müslüman Türk milletinin temiz imani yapısı, aynı zamanda azgın siyasetçilerin istismarına oldukça elverişli, tükenmez bir oy deposudur. (Aşil’in topuğu) Atatürk bir şeyi daha çok iyi biliyordu; temiz ve saf insanları köklü İslami duygular üzerinden dolandırmak, Sülün Osman’ın Anadolu’dan İstanbul’a gelen garibanlara Galata Köprüsü’nü ve Kız Kulesi’ni satmasından daha da aşağılık bir vicdan avcılığı idi.
İslama yazık oluyor
Siyaset kurumunun görevi, halkın her alanda gönencini sağlamaktır. Hem sosyal hem de sosyolojik bir gerçek olan dinin, hikmet, ulviyet ve kutsiyetinin esirgenmesi bakımından, siyaset üstü tutulması da bir zorunluluktur. Cumhuriyetin kurulması ve devrim yasaları ile birlikte, yeraltına inen din sülükleri, çok partili yaşama geçilmesi ile birlikte, popülizm ve verilen ödünler sonucu, adım adım, aşama aşama gelişip büyüyerek Atatürk Cumhuriyetinin bütün kılcal damarlarına öldürücü bir virüs olarak yerleşmişlerdir. Artık devlet hem ellerinde hem de kucaklarındadır. Başta kimi siyasiler, nihai hedefleri “davaları” Cumhuriyet’i yıkmak olan cemaat, tarikat, dernek ve vakıflar, hatta bürokrasi, toplumun ortak değeri olan İslama sığınarak ve maalesef onu kullanarak kazandıkları mevzileri kaybetmemek için, muhalefete çullanıyorlar.
Mimarı ve komutanı Atatürk olan Çanakkale ve 30 Ağustos zaferlerini işleyen cuma hutbelerinde Atatürk’e yer vermeyen Ali Erbaş’ın Diyanet’i, milli ve dini birliğimizin özenle korunması gereken bu süreçte, bir soru işareti olarak karşımızdadır. Zenginleşmek ve koltuk sahibi olmak veya koltuğu korumak için yüce İslam’ın bir enstrüman olarak kullanılmasını, dinin ve mülkün gerçek sahibi Allah görüyor ve izliyor. Düzenbaz ve madrabazların bir hesabı var da, Allah’ın yok mu? Göreceğiz!…