Türkkaya Ataöv
ŞÜKRÜ SERVER AYA’NIN ARKASINDAN
Sabit Sabır’ın iyileşmesinden ötürü Şükrü’yü bu nedenle, hem de bu denli çabuk yitireceğimizi düşünememiştim. İki gündür de, e-postama bakmıyordum…
Yıllarca sınıflarda yan yana oturduk. Çok namuslu, arkadaş canlısı, yurtsever, iyiliksever, çalışkan, becerikli, kısaca yeri doldurulmaz biriydi. Çok ahlaklı oluşunun yakın tanığıyım…Romanya göçmeni olmasına karşın, Türkçe yazma niteliği olan biriydi. Kuşkusuz, Romence bilirdi; ora doğumlu ama sınıfta öbür yanında oturan Yunan kökenli George Besi’yle Romence konuşurlardı. Çağdaş Romence (Antik Çağ’da Roma İmparatorluğu’nun istilası ve etkisinden ötürü) İtalyancaya yakın olduğundan, İstanbul’da bir ara İtalyanca kurslarına yazıldı…
Kolej’de Orta 2’deyken “Sır” diye bir roman yazmaya başlamıştı. Ders çıkışlarında Theodoros Hall okuma salonunda hiç ara vermeden haftalarca, aylarca o romanı yazdı durdu. Okuma salonunda da yakın oturuyorduk. Hiç duraklamadan sürekli yazdığını anımsıyorum. O günlerin görünümü şimdi bile gözümün önünde. Yıllar sonra ona “o romanına ne oldu?” diye sorduğumda, sanırım bir yanıt vermedi…
İşe ilk başladığı yıllarda Olimpiyatlarda ‘koşmadan-atlamadan hızlı yürüme’ yarışında milli olmak için seçmelere katıldı; bir merdivende iki basamak atladığından diskalifiye olmuştu…Karadeniz’de, galiba Zonguldak’taki ilk iş yerinde yerlilerden bir hanımı tanımıştı. Şükrü, her şeyi olduğu gibi, o ilişkiyi de ciddiye almış olmalı, ama tatil için İstanbul’a geldiğinde, kızın evlendiğini işitmiş. Anında gözünde garip bir nokta belirdi. “Neden oldu?” diye sorduğumda, “o kızın yüzünden” demişti.
Elli yıl sonra, o noktayı anımsattım. “Unutmamışsın!” dedi…İstanbul’a geldiğimde sık sık onun evinde kalırdım. O zaman yürüme güçlüğü yoktu, baston da kullanmazdı…Birkaç erkek kardeşin en küçüğüydü. Okuma sırası ona gelince Kolej’e yollanması iyi olmuş. Kaptan babasının Tuna Nehri ticaretinde kullandığı donanımsız, pusulasız gemi Karadeniz’de batınca, tüm aileye bakma sorumluluğu ona kaldı. Oğluna dalgalarda yitip giden babasının adını verdi…
İstanbul dışında iş bulunca, okula devamı aksadı, ama mezun oldu; çalışıp çabalaya sonunda kendi şirketini, hem de görkemlisini kurdu…ABD’den döndüğümde Sirkeci’deki büyük iş yerine gittim. Koca bir yapıda çok odalı, imrenilecek bir yerdi. Beni ara sokakların birinde penceresiz, kodes gibi bir ‘tükürük köftecisine’ yemeğe götürdü. Kendi hep orada atıştırıyordu. Ama işi birinci sınıftı. Öteki kardeşlerine de o iş verdi. Tüm dünyayla alış-verişi İngilizcesi sayesinde o yönetiyordu.
Kapı tokmaklarında kendi adının ilk harfleri olan “ŞSA” vardı. Daha çok tarım makineleri satıyordu. Müşterilerinden birine herşeyden önce alıcıyı düşünen tavrına hayret etmiştim. Her birinin yaşam biçimini biliyor, ne gerekiyorsa onu veriyor, onlara baba gibi davranıyordu. Müşterinin boynu bükük, onun dediklerine kafasını sallıyordu. Ona işini nasıl geliştireceğini, hangi aşamada nelere gereksinim duyacağını da anlattı. Herhalde bu tavrından ötürü tutulmuştu…
Eşiyle Boğaz’ı yüksek bir tepeden gören büyük eve taşınmadan Arnavutköy’de kıyıya yakın iki katlı bir yerdeydiler. Öğrenciliğimde oraya gittiğimde kapıyı (Karadenizli) annesi açmış, ben “Şükrü” yerine “Server evde mi?” deyinceye değin, beni içeri almamıştı, çünkü evdeki adı Server’di. Annesi benim için “bu çocuğun annesi var mı?” diye endişeyle sormuş, önüme yiyecek bir şeyler koymuştu. O eve bir gece hırsız girmiş; tıkırdıyı duyan tümü erkek Aya kardeşler kalkıp hırsızı bir güzel bağlayıp karakola teslim etmişler.
Şükrü özellikle evlendiklerinde çok güzel bir genç kız olan Ümit’i çok severdi; onu yitirdiğinde Şükrü’nün ağlayışı da şimdi gözümün önünde. Zamanında haberim olduğundan, Ankara’dan İstanbul’a gidip törene katılmış, gidemeyen birkaçı adına da çelenk yaptırıp dizdirmiştim. Şükrü hep aklımdadır. Çok uzun ve köklü arkadaşlığımız oldu.
Ermeni sorunuyla ilgilenmesinin önemli nedeni benim. İlk yayınlarımı ona yıllarca önce verdim; bir araya geldikçe de o konuyu da konuştuk. Sonunda kendi de girişti. Ama benim öncülüğümün sözünü sürekli etmiştir. Bir hafta kadar önce de Atatürkçü Düşünce Derneği yayınlarından çıkan on küçük kitabımdan birer tane, daha yeni taşınmış olduğu bakımevine yolladım. (Ona tekerlekli, motorlu koltuğu veren sevgili Avedis’e bir kez daha teşekkürler.)
Alır almaz hemen beni telefonla aradı. Darwin’in evrim kuramı okul kitaplarından çıkarılınca, bu kuramın doğruluğu üstüne 64 sayfalık bilimsel bir yayın yapmış, kitabımı da o kuramı bize ben 11 yaşındayken öğreten Robert Kolej’de yaşambilim/biyoloji öğretmeni Dr. Philip Ullyott’tan öğrendiğim için bu seçkin İngilize ithaf etmiştim. Şükrü telefonda “Ullyott’u da unutmamışsın” dedi. Yakın tarihteki bir yayınımı Şükrü’ye ithaf etmek isterim. Çok üzgünüm, ama elimizden yapacak başka bir şey gelmiyor…
Sevgilerimle,