Atatürk ve Ali Çetinkaya
YAZIYAyorum
Geçmişten bugüne
Bu güzel ülkenin nasıl kurulduğunun binlerce öyküsünden birisi aşağıdadır.Bugünlerde Laik Cumhuriyet’i ve aydınlanma devrimlerini yok etmeye çalışan AKP iktidarı Cumhuriyet hükümetlerinin tüm ekonomik birikimlerini yabancı ve yandaşlarına değerinin çok altında satmış olup, satılanlar arasında başka değerlerimiz de vardır ;
Burhaniye,Havran,Edremit’lilerin 10 bin şinik buğdayı,günün parasıyla 74 bin lirası , 320 koyunu ve dahi cimri bilinen Çoruk Köyü’nden Hasan Ağa’nın salt 6200 şinik buğdayı ile diğer çavdar,arpalarıyla birlikte padişahın Yunan ordusuna direnmeyin emrine rağmen terhis edilen askerlerinden yeni bir birlik oluşturan Yüzyetmişikinci Alay’ın komutanı Yarbay Ali (Çetinkaya) ile alayının kahramanlığı da satılmıştır.
Ol hikaye rahmetli Aziz Nesin’in kaleminden aşağıdadır.
Naci Kaptan
30.10.2013
CİMRİ
Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmişti. Bu sırada Ayvalık’ta Türk ordusunun Yüzyetmişikinci Alay’ı vardı. Yüz yetmiş ikinci Alay’ın komutanı Yarbay Ali (Çetinkaya) Bey’di. Bu alayın erlerinin çoğu, Büyük Dünya Savaşı’na katılmış gazilerdi. Bu erler, askerlik görevlerini bitirdiklerinden, birkaç gün sonra terhis olup köylerine döneceklerdi. Evlerine gidecekleri için sevinçliydiler.
O günlerde Ayvalık koyuna iki Yunan torpidosu gelip demirlemişti. Bu torpidolarda Yunan deniz erlerinden başka, Yunan piyade erleri de vardı. Gemilerde piyade erlerinin bulunması, Yunanlılar’in Ayvalık’a asker çıkaracaklarını gösteriyordu.
Yüzyetmişikinci Alay Komutanı Yarbay Ali Bey, işgalci Yunanlılar’a karşı koymaya, düşmana karşı direnmeye karar verdi. Ama İstanbul’daki Padişah hükümeti, Yunanlılar’a karşı direnilmesini istemiyordu.Yarbay Ali Bey, Yüz yetmişi kinci Alay’ın erlerini, erbaşlarını, astsubay ve subaylarını toplayıp onlara şöyle dedi:
— Arkadaşlar! Biliyorum, Büyük Savaş’ın yorgunluğunu bile daha üzerinizden atmadınız. Büyük Savaş’ta silah arkadaşlarınızdan çoğu şehit düştü. Sizler de kanlarınızı döktünüz. Sizlerden artık hiç kimsenin bir görev istemeye hakkı yoktur. Bir kaç gün sonra terhis olup köylerinize gidecek, evlerinize dönecek, ailelerinize kavuşacaksınız. Ama biliyorsunuz, İzmir’imizi düşman işgal etti. İşte görüyorsunuz, karşımızda da düşmanın iki savaş gemisi duruyor. Belki bugün, belki yarın, bu iki düşman gemisi Ayvalık’ı top ateşine tutacak. Yunan askerleri Ayvalık’ı da işgal edecek. Biz, yurdumuzun bu bölümünü düşmana bırakıp evlerimize gidemeyiz. Bu görevi sizden ben istemiyorum,anayurt istiyor. Yurdumuzu savunmak için benimle burada kalıp savaşmak isteyenler şu yana geçsinler. “Hayır, biz savaşmaktan çok yorulduk. Bundan sonra artık askerlik yapmayız” diyenler de haklıdırlar. Onlar da silahlarını bıraksınlar, güle güle evlerine gitsinler!
Yarbay Ali Bey, yüzü gülmez, sert görünüşlü, duygularını dışa vurmaz bir askerdi. Ama erlerine bu sözleri söylerken o denli duygulanmıştı ki, gözleri buğulanmış, sesi titremişti. Dudaklarından bir hece daha çıksa, yıllarca savaş alanlarında vuruşmuş o yiğit yarbayın gözlerinden yaşlar boşanacaktı.
Komutanlarının bu sözü üzerine, Yüz yetmiş ikinci Alay’ın tek eri bile silahını bırakmadı. Hepsi birden, yurtlarını savunmak için, alay komutanlarının gösterdiği yana geçti. Hükümet, işgalci Yunanlılar’a karşı direnilmesini istemediğine göre, direnişe geçen Yüz yetmiş ikinci Alay, hükümete karşı geliyor demekti. Bu durumda hükümet Yüz yetmiş ikinci Alay’ın gereksinmelerini karşılamayacak, giderlerini sağlamayacaktı. Alaydaki subayların, astsubayların, erlerin yiyecekleri, giyecekleri, yakacakları, yunacakları, sonra hayvanların yemleri kısacası bütün bu gereksinmeler nasıl, nereden sağlanacaktı?
1919 yılının 26 Mayıs günüydü. Yunan ordusu İzmir’i işgal edeli onbir gün olmuştu. İşte o gün Yarbay Ali Bey atına atlayıp Ayvalık’tan Burhaniye’ye geldi. Burhaniye’deki tanıdıklarından zeytinyağı fabrikası sahibi Ali Osman Ağa’yla bu konuyu konuştu. Ali Osman Ağa,Burhaniye’nin ileri gelenlerini çağırdı. Tüccar Hacı Tali Bey’in yazıhanesinde gizli bir toplantı yaptılar. Yarbay Ali Bey, o toplantıda bulunanlara şöyle dedi: Burhaniyeliler, alayımın her türlü gereksinmesini sağlarsa, yiyeceğini, giyeceğini, hayvan yemini verirse,ben hükümete karşı gelip alayımla düşmana karşı direneceğim.
Burhaniye’nin ileri gelenleri, Ali Bey’in bu önerisini benimsediler. Bu iş için Burhaniye Hakları Savunma Derneği (Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti) kuruldu. Müderris Şükrü Hoca efendi, bu derneğin başkanlığına seçildi.Tüccar Hacı Tali Bey de derneğin levazım işleri yönetmenliğine getirildi. İlk toplantıda, düşmana karşı direnmek için Yüz yetmiş ikinci Alay’dan başka, bir de sivillerden oluşacak bir milis alayının kurulmasına karar verildi.
Bundan sonra, Burhaniye’ye çok yakın olan Havran ve Edremit ilçelerinde de Hakları Savunma Dernekleri kuruldu.Yoksul Burhaniye halkı Yüz yetmiş ikinci Alay’la milis alayını besleyemez, bu iki alayın tüm gereksinmelerini karşılayamazdı.
Havranlılar’la Edremitliler de bu yurt görevine katıldılar. İki alayın giderlerinin yüzde kırk beşini Edremitliler, yüzde otuzunu Havranlılar,yüzde yirmi beşini de Burhaniyeliler karşılıyordu. İlk ağızda o günün parasıyla yetmiş dört bin lira (Bugün için iki milyon lirayı aşkındır), on bin şinik buğday (Bir şinik onbeş kilo olduğuna göre yüzelli bin kilo buğday),üç yüz yirmi koyun toplanarak bu iki alayın bir süre için gereksinmesi sağlandı. Alayların giderlerini sağlamada zorluk çekiliyordu. Başkan Şükrü Hoca efendi, derneğin bir toplantısında şöyle dedi:
Arkadaşlar! Varlıklı olanlara, zenginliklerine göre salma koyacağız.Başka umarımız yoktur. Parası olan para, malı olan mal verecek! Herkes olanını bağışlayacak…
Bunun üzerine,o toplantıda bulunan üyeler, kendilerinden yardım istenilecek varlıklıların adlarını saymaya başladılar. Üyeler bağış alınacakların adlarını söylüyor, derneğin yazmanı olan Hüseyin Hüsnü (Develi) de bu adları bir deftere yazıyordu. İşte böylece, para ve mal istenilecek kişilerin adlarıyla, her adın yanına da, o kişiden nice mal yada para alınacağı yazılarak bir salma listesi yapıldı. Bu listedeki adlar arasında bir de Çoruk Köyü’nden Çapkınoğlu Hasan Ağa adı vardı.Bu adın yanına 500 şinik buğday salma yazılmıştı.
Çoruk Köyü’nden Çapkınoğlu Hasan Ağa’nın adı söylenip listeye yazılırken, ordakiler alaylı alaylı gülümsemişlerdi. Çünkü bu Hasan Ağa, onların tanıdığı en cimri kimseydi; dünyada ondan daha pintisi olamazdı. Çok zengin olduğunu herkes biliyordu, ama kimseye bişey verdiğini, bir yoksula yardım ettiğini gören olmamıştı. Ondan para yada mal istemek, canından can koparmak demekti. Biriktirdiği altınları,tenekeye doldurup toprağa gömdüğü söylenirdi.
Salma listesine yazılanlara gidip, biçilen salmayı vermeleri istenecekti. Ama ordakilerden hiç kimse, salma istemek için Çoruk Köyü’nden Hasan Ağa’ya gitmek istemiyordu. Çünkü O’nun bişey vermeyeceği belliydi.
Bu Hasan Ağa çok yaşlıydı. Bu denli yaşlı ve zengin bir adamın bu denli elisıkı olmasına herkes şaşar kalırdı. O’nun dillere söylence olmuş pintiliği üzerine pek çok olay anlatılırdı.
Pazara gitmek için köyünden Burhaniye’ye geleceği zaman, yolda yürürken aşınıp eskimesin diye, ayağından ayakkabısını çıkarıp koltuğuna sıkıştırırdı; Burhaniye’ye dek yalınayak gelirdi. Burhaniye’ye girerken ayakkabısını giyerdi. Akşam olup da köyüne önerken, yine ayakkabısını ayağından çıkarıp koltuğunun altına kor, köyüne dek yalınayak giderdi.Eskimesin diye giymeye kıyamadığı ayakkabısı da o zaman, yirmiiki kuruştu.
Onca zengin, onca varlıklı olan Hasan Ağa para harcamaktan çok sakınıldı, parası gidecek diye ödü kopardı. Öyle elisıkı bir adamdı ki,Burhaniye’ye gelişlerinde, O’nun bir çayevine oturduğunu, bir bardak çay yada bir fincan kahve içtiğini gören olmamıştı. O kocamışlığıyla Burhaniye’ye dek yayan ve yalınayak yürümekten çok yorulduğu için,Burhaniye’ye gelince alandaki koca çınara sırtını dayar, orda bir süre soluklanıp dinlenirdi. Bu çınarın önündeki çayevinde oturanlardan O’nu tanıyanlardan biri,Hasan Ağa, gel, buyur, bir yorgunluk kahvesi iç! diye çağırsa,gitmezdi. Para kendisinden çıkmasa da, alışkanlık olur korkusuyla,ısmarlanan çayı, kahveyi bile içmezdi. O’na çay, kahve ısmarlayanlara,günün birinde kendisinin de çay, kahve ısmarlaması gerekeceğini düşünürdü. O zamanın parasıyla bir fincan kahve on paraydı. Hasan Ağa on paraya bile kıyamazdı.
İşte bu denli cimri olduğu bilinen Hasan Ağa’ya salma almak için,ordakilerden hiçbiri gitmek istemeyince Hacı Tali Bey, derneğin yazmanı Hüseyin Hüsnü’ye,Senin dilin tatlıdır, ağzın laf yapar. Var sen git, iste! dedi.Hüseyin Hüsnü Çoruk Köyü’ne gitti. Salma alacağından umutsuzdu. Köy kahvesine girdi. Kahvede gördüğü köyün korucusuna, Hasan Ağa’yı çağırmasını söyledi. Az sonra korucu, Hasan Ağa’yı köy kahvesine getirmişti. Hüseyin Hüsnü, köy kahvesinde oturanların da duyacağı bir sesle,Hasan Ağa amca, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti sana beşyüz şinik buğday salma yazdı… dedi.
Hasan Ağa,
Bana çok salma koymuşsunuz yiğen… dedi.Hüseyin Hüsnü de O’na, Allah daha da çok versin, sende de çok var Hasan Ağa amca… dedi.Bunun üzerine Hasan Ağa,Öyleyse kalk yürü! dedi.
Hüseyin Hüsnü’nün bileğinden tuttu. Bileğini bırakmadan O’nunla yürüdü. Tahtadan yapılmış bir büyük ambar önüne geldiler. Ambarın uzunluğu yirmi metre vardı, belki de daha uzundu. Hasan Ağa anahtarıyla ambarın kapı kilidini açtı. Ambara girdiler.
İçeri girince Hüseyin Hüsnü şaşıp kalmıştı. Çünkü içerisi tahılla doluydu. Ambarda tahta perdelerle ayrılmış onbir bölüm vardı. Her bölüm, silme, tepeleme tahılla dopdoluydu. Hasan Ağa her bölümü Hüseyin Hüsnü’ye ayrı ayrı gösterip,İşte bu bölmede buğday var! Bu bölmede arpa dolu! Bu bölmeye de çavdar yığdık! İşte burası da yulaf bölmesi, dolu… diyordu. Hüseyin Hüsnü şaşkınlıktan konuşamıyordu. Sanki düş görüyordu. Hasan Ağa sözünü sürdürdü.Bana beşyüz şinik buğday mı saldınız? Neye bu kadar az salma bana yiğen? İki alaya beşyüz şinik buğday yeter mi hiç!
Bak yiğen, bu ambardaki salt buğday altıbinikiyüz şinik… Buğdaylar da, arpalar, yulaflar, çavdarlar da, hepsi hepsi, burda her ne varsa, hepsi Kuvvayimilliyye’nin, hepsi askerlerimizin… Alın, götürün! Taşıma için araba isterseniz, arabalarım da var. Arabalarımı da alın götürün, onlar da askerlerimizin… Yedirin tahıllarımı askerlerimize. Burdakiler yetmezse hiç kaygılanmayın, daha da bulur buluştururuz. Her ne isterseniz, her neyim varsa, varımı yoğumu vereceğim. Bende yoksa,olanlardan ödünç alıp, borç alıp vereceğim. Başka hiçbir umarımız kalmadı yiğen; yeter ki gavuru buralara sokmayın. Evimde, odamın duvarına asılı bir tüfeğim yar, salt bir onu veremem. Çünkü onu kendime ayırdım. Yaşlıyım diye tüfek kullanamam belleme. Düşman buralara dek girerse o tüfekle namusumuzu koruyup savunacağım ölene dek… Hadi şimdi var git gülegüle! Bu dediklerimi böylece bir bir anlat! Gülegüle! Benden selam söyle Hacı Tali’ye!
Hüseyin Hüsnü, Burhaniye’ye döndü. Burhaniye Hakları Savunma Derneği’nin dokuz üyesi yine Hacı Tali Bey’in yazıhanesinde toplanmıştı. Hüseyin Hüsnü içeri girince, ne haber getirdi diye,üyelerin hepsi merakla O’na baktılar. Dünyanın en cimri adamı olarak bildikleri Çoruk Köyü’nden Hasan Ağa’dan ne haber getirmişti?
Yazman Hüseyin Hüsnü olanları anlattı. Hasan Ağa’nın sözlerini onlara iletti. Bu sözleri duyunca ordakilerin başlan önlerine eğildi. Bir derin sessizlik oldu.
Burhaniye’nin yaşlı ileri gelenlerinin gözlerinden yaşlar süzülüyordu. En çok üzülen de Hacı Tali Bey olmuştu. Ağladığı görülmesin diye yazıhaneden çıkmıştı. Koca adam kendini tutamamış, hüngür hüngür ağlıyor, bi yandan da sesi titreyerek, “Hiçkimse için kötü düşünmeyeceksin! “diye söylenip duruyordu.
AZİZ NESİN….
Not ;
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edildiği dönemde Ayvalık’a özel bir önem vermişlerdir. Cunda ve Ayvalık 29 Mayıs 1919 da Yunan ordusu tarafından işgal edilmiştir. İşgale 172. Alay Komutanı Kaymakam Ali Bey (Atatürk’ün Nutukta belirttiği Afyonkarahisar Mebusu Ali Çetinkaya) İstanbul hükümetinin kararını dinlemeyerek karşı koymuştur.
Yunan ordusu Anadolu’ya çıktıktan sonra ilk direnişle Ayvalık’ta karşılaşmış, Kurtuluş Savaşının ilk kurşunu Yarbay Ali Çetinkaya tarafından Ayvalık’ta atılmıştır. Bu çatışmada İnzibat Bölüğü komutanı Üsteğmen Fahri Bey şehit olmuştur. Günümüzde o çarpışmanın ve şehitlerin aziz hatırlarını ebedileştirmek amacıyla kent meydanında Atatürk Anıtı Kompozisyonu içinde rölyef halinde “İlk Kurşun Anıtı” inşa edilmiştir. Üç buçuk yıl (39 ay 16 gün) düşman işgalinde kalan Ayvalık 15 Eylül 1922 yılında tekrar Türk egemenliğine girmiştir. Cunda Adasına Cumhuriyet döneminde Ali Çetinkaya’nın anısına Ali Bey Adası ismi verilmiştir.
İlk Kurşun ve Ali Çetinkaya
DOÇ.DR. MUSTAFA BALCIOĞLU
Büyük Atatürk’ün çok güzel tasvir ettiği gibi, O günlerde Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşında mağlûp olmuş, şartları ağır bir ateşkes imzalamıştı. Bu harbin, uzun seneleri zarfında millet fakir ve yorgun düşmüş. Ordunun elinden silah ve cephanesi alınmış ve alınmaktaydı.
Mütarekeden hemen sonra, Türk Antalya , Adana, birer suretle işgal edilmiş ve en nihayet 15 Mayıs 1919’da emperyalizmin şımarık çocuğu Yunanistan, güzel İzmir’imizi işgal etmişti. O gün, bu ordu, ak saçlı kadınları, kundaktaki yavruları, süngüleri ucunda İzmir sokaklarında gezdirdi. O gün, milletin ve ordunun şerefi, haysiyeti, gururu Kordonboyunda kaldırımlarda sürüklendi ve çiğnendi. Aç kurtlar gibi bu verimli, aziz vatan topraklarımıza saldıran Yunanlılar, kısa sürede işgallerini genişlettiler.
İşte o günlerin manzarası şöyleydi:
“Eğer ayda ve yıldızlarda da Türk bulunduğunu söyleseler, oralara da istilâ orduları göndermekten çekinmeyecek olan Avrupa’nın namert politikacıları, Osmanlı İmparatorluğu en çok nasıl parçalanabilir diye haritalarının üzerine eğilmişler, askerleri kalelerimizi içerden ve dışardan zaptediyorlardı. Padişah, payitahtını işgal eden düşman kumandanlarının ellerine, ayaklarına sarılıyor. O’nun vezirleri uluslararası konferanslarda elpençe divan durmuşlardı. Ve bazı gafil entellektüeller, İngiliz Muhibleri Cemiyetinden, Wilson prensiplerinden yahut Amerikan mandacılığından medet umuyorlardı. Kimileri de bu kutsal vatanımızı bölmek gibi beyhude bir gayretin, ham hayalin peşine düşmüşlerdi.
Öte yandan, İzmir’den sonra Manisa kısa sürede hadisesiz işgal edilmiş, Yunan işgal kuvvetleri tuz, ekmekle karşılanmış, şehirdeki cephane işgalcilere teslim edilmişti. O günkü Manisa Mutasarrıfı Hüsnü’nün yardımıyla, burada bulunan askerî birlik başeğerek düşmana teslim olmuştu. Başsız kalan halkın da yapabileceği bir şey kalmamıştı. Yine aynı günlerde Yunanlılar, Menemende de İzmirdeki gibi kadın-çocuk, yaşlı-genç istisna tanımayan bir katliam yapmışlardı. Türk milleti, sanki,beşerî bir felaketle, doğal bir afetle karşı karşıya kalmış gibiydi.
Ve nihayet Mayıs’ın 26. günü yani 26 Mayıs 1919’da, Yunan gemileri Ayvalığa, 172. Alayın kontrol ettiği bölgeye yanaştılar. İngiliz filosu Yunanlıları her yere kucağında taşıyor gibiydi. Bu defa da böyle oldu. Torpido boğazdan görünür görünmez, Rum fabrikaları düdükleriyle, kiliseler canlarıyla Yunanlıları karşıladılar. Vatanımız topraklarının zengin ettiği yerli Rumlar, sevinç ve memnuniyetlerinden evlerine mavi-beyaz renkli Yunan bayrakları asmışlar, kadın-erkek, çoluk, çocuk; Yaşasın Venizelos naraları atıp, Türklere hakaretler ederek sahile koşmuşlardı.
İstanbul hükümetinin gafil temsilcisi Ayvalık Kaymakamı Osman Nuri’de, Rum çılgınlıklarına alet oluyor, yardım ediyordu. Ayvalık’ın işgali yaklaşmıştı. Ve Nihayet, 29 Mayıs 1919’da, bundan tam 78 sene evvel, yine böyle bir Perşembe günü şehre Yunan ordusunun ihracı başladı. İşte o anda, Türk’ün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vicdanı, 172. Alay Kumandanı Yarbay Ali Bey, Ali Çetinkaya, kendi yurdunda tutsak yaşamamak, vatan ve onurunu korumak ve kurtarmak için silaha sarıldı. O büyük asker, O Millî kahraman Trablusgarp çöllerinde, Makedonya dağlarında vatan savunması esnasında, şunu; çok iyi öğrenmişti. Yaşadığı toprakları böyle zamanlarda terkedenler, yalnız bir şeyden emin olabilirler ki o da dünyanın hiç bir yerinde, hür ve bağımsız yaşama hakkını hiçbir zaman koruyamazlar.
İşte, Ali Bey’in işgale karşı koyusu, İlk kurşunu atışı, harp yorgunu bu büyük milletin, vicdanına ve namusuna sahip çıkmak demekti. Sadrazam Damat Ferit’in; Dünya ile uğraşılır mı? Dünya ile baş edilir mi? dediği o dönemde, adeta bir delinin kahkahası gibi, tüyler ürperten ilk kurşun direnişi, teslimiyetçilere iyi bir ders olmuş. Millî Mücadele ateşinin yakılmasında, unutulmaz bir rol oynamıştır. Bundan sonra artık düşmana saltanat ordusuyla değil, Türk milletinin, millî teşekkülleri tarafından fiili direniş başlatılmıştır.
Bölgede, diğer cepheler oluşmuş ve direniş fikrî dalga dalga Ayvalık’tan çevreye yayılmıştır. Bu vesileyle, bu kutlu günün yıldönümünde, bize İstiklâl ve hayat bahşeden Ayvalıklı kahramanlarımız Seyit Beyleri, Haydar Niyazi, Cavit,Ali Beyleri, İnce Efe, Kır Ağaları ve diğer adsız kahramanları burada minnet ve şükranla anıyorum ve bilhassa Ayvalık şehrinde bir çok yerde adı ve aziz hatırası yaşatılan, millî kahraman, cumhuriyetin müdafii ve yeni Türkiye’nin mimarlarından Yarbay Ali Bey’in, Ali Çetinkaya’nın aziz hatırası önünde saygı ile eğiliyorum.
http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-39/ilk-kursun-ve-ali-cetinkaya