Naci Kaptan / 14.01.2019
Atatürk ve annesi Zübeyde Hanımın ölüm haberi
Yıl 1922. 14 Ocak gece yarısı. Mustafa Kemal’in özel treni Eskişehir’e doğru gidiyor. Bu yolculuk bir görev yolculuğu olacak ve Gazi, savaş sonrası Anadolusunda şehirlerin nabzını yoklaya yoklaya İzmir’e gidip annesini ve Latife Hanımı görecekti.
Gazi Atatürk’ün hayatı hep cephelerde geçtiği için annesini doğru düzgün görme imkânı bulamamıştır. Özellikle Birinci Dünya Savaşı, ardından başlayan kurtuluş mücadelesi ve Kurtuluş Savaşı dönemi Atatürk’ün annesi için çok sancılı geçmişti. Bu süreçte Zübeyde Hanım felç geçirmiş ve gözlerini kaybetmiştir.
Gazi Atatürk annesi ile nihayet buluşmasını şöyle ifade eder: “Sonunda çok yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddi olarak ölmüştü, yalnız manevi olarak yaşıyordu.”
Yıl 1922. 14 Ocak gecesi Atatürk kompartımanında istirahatteyken yaverine acı haber geldi. Zübeyde Hanım vefat etmişti!..
Emir eri Ali Çavuş kompartımanın kapısı önünde duruyor ve acı haberi nasıl vereceğini düşünüyordu. O esnada içeriden ses geldi.Atatürk uykudan sıçramıştı.Ali Çavuş’a seslendi ve Ali Çavuş ise “Emret paşam” diyerek kapıyı açtı. Atatürk yatakta oturmuş bekliyordu. Birden telaşla sordu:
– Ne demeye kapıda bekliyorsun sen?’
– Uyku tutturamadım da paşam…
– Annemden haber var mı?’
– Az önce bir telgraf geldi dediler, şifreyi çözünce size sunacaklar.
– Boşuna kıvranma Ali, benden saklamaya çalışma.Ben haberi aldım.’
Ali Çavuş belli etmeden merakla sordu:
– Ne haber aldın ki paşam? Hayır haber inşallah?..
Atatürk usulca anlatmaya başladı:
– Az önce dalmışım. Rüyamda yeşil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. Bana bir şeyler anlatıyordu. Birden bir fırtına çıktı, sel bastırdı, anamı aldı götürdü. Hiçbir şey yapamadım. Hiç, hiç!..Derken… Atatürk telgrafı istedi. Az sonra Ali Çavuş telgrafla içeri girer, Atatürk’e kağıdı uzatır ve “Sen sağ ol paşam.” der.
– “Millet sağ olsun…” Atatürk’ün gözünden bir damla yaş akıvermişti. Çavuş “Ağlama paşam” diye yalvardı.
– Neden? Ben insan değil miyim? Anam öldü. Ben buna ağlarım. Ama anavatan kurtuldu. Bununla da teselli bulurum. Benim için ikisi bir. İşte ben bunun için:
“Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” diye cevap vermedim mi Namık Kemal’e?
Gazi Atatürk, annesinin ölüm haberini Eskişehir’de aldıktan sonra geri dönme meselesini düşünür ve kararını şöyle açıklar ; “Vatana vazifesinin yanında hiçbir hissin, hiçbir fikrin hükmü yoktur”. Çünkü gezi boyunca gidilecek yerlere emirler verilmiş, hazırlıklar yapılmıştır. Gazi Atatürk her zaman olduğu gibi kendisinden önce ülkesini ve halkını düşünmüştü.
“VATAN ANAM SAĞ OLSUN”
Dönüşte bir istasyonda bir kadın Gazi Atatürk’e “İşittim ki, anan ölmüş. Başın sağ ola” der. Atatürk kadına, “Evet anam öldü. Fakat vatan anam sağ olsun’ diye cevap verir.
Zübeyde Hanım, biricik oğlunun mürüvvetini de, oğlunun asıl mürüvveti olan Cumhuriyetin ilanını göremedi. 15 Ocak 1923 günü tebdil hava için gittiği Izmir’de, artık neredeyse hiç görmeyen gözlerini hayata yumdu.
İstanbul Beşiktaş Akaretler Yokuşu’nda 76 numarada oturuyordu. Beşiktaş’ı çok seviyordu. O evde yazdığı vasiyetnamesinde Beşiktaş’taki Yahya Efendi Dergâhı’na defnedilmesini istemişti. Ama oğlu, bu arzusunu yerine getiremedi. Belli ki, türbe ve dergâha anne defnetmenin kapısını açmak istemiyordu.
Cumhuriyet değerlerine sadakati anne sevgisine üstün gelmişti. Ne yazık ki daha sonraki devletin başına gelen kimi “oğullar”, örneğin Turgut Özal, annesi ölünce onu türbeye defnetmekten çekinmedi.
Başkomutan Mustafa Kemal, annesi Zübeyde Hanım’ın mezarını
Mareşal Fevzi Çakmak ve Kazım Karabekir Paşa’larla ziyaret ediyor.
(27.01.1923)
ATATÜRK’ün ANNESİNİN KABRİNİ ZİYARETİ
Gazi Atatürk, 27 Ocak 1923‘de annesini mezarını ziyaret eder. Atatürk, annesinin mezarı başında annesinin yaşadığı acı dolu günleri anlatır.
“Zavallı annem bütün millet için ülkü olan İzmir’in kutsal topraklarına bedenini vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm, yaratılışın en doğal bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne üzüntü verici görünüşler olur. Burada yatan annem, eziyetin, zorlamanın bütün milleti felâket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur. Bunu açıklamak için izin verirseniz acı hayatının belli birkaç noktasını sunayım. Abdülhamit devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annemin, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı idaresinin casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan takip ediyordu.”
“BU GÖZYAŞLARI ONA GÖZLERİNİ KAYBETTİRDİ”
“Ben, sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmesi engellenen annem gözyaşlarıyla Sirkeci rıhtımında acılar ve kederler içinde bırakılmış bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim tehlikeler onun hayatının acılar ve gözyaşları içinde geçmesine sebep olmuştur. Başka bir nokta daha: Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim zaman, annemi acılı bir halde İstanbul’da bırakmak zorunda kaldım. Yanımda kendisinin arkadaşlık ettiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim, zaman annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberli olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu zan, kendisini felce uğratmış. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını acı, üzüntü içinde geçirtmişti. Padişah ve hükûmetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü bahanelerle ve nedenlerle basılır ve araştırılır, kendisi rahatsız edilirdi. Annem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonunda çok yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddi olarak ölmüştü, yalnız manevi olarak yaşıyordu.
Annemin kaybından şüphesiz çok üzüntülüyüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni avutan bir konu vardır ki, o da anamız vatanı yok olmaya götüren idarenin artık bir daha geri gelmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Annem, bu toprağın altında, fakat millî hâkimiyet sonsuza dek devam etsin. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet, millî hâkimiyet sonsuza dek devam edecektir. Annemin ruhuna ve bütün ataların ruhuna üzerime almış olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Annemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin kazandığı ve elde tuttuğu hâkimiyetin korunması ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte asla kararsız davranmayacağım. Millî hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun.”
KAYNAKLAR