Mine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com
Teksesli müzik, tek adamlı rejim
Kurtuluş Savaşı’nda, sadece ordular ve askerler değil, müzik ve müzisyenler de savaşıyordu.
Mangal Dağı’na saldıran Yunan askerleri yorgundu. Taarruz hızını yitirip durur gibi olduğunda, General Kondulis’in “aralıksız devam” emri geldi. Yorgun askerleri tekrar ateşe sürebilmek için konyak dağıtıldı. Tümen bandosu ön hatta yanaştırıldı. Gece taarruzu, bandonun Yunan Kralı için bestelenmiş “Kartalın Oğlu” marşı ile başlayacaktı. Ancak Yunan bandosunun karşısında da Kurtuluş Savaşı’na katılabilmek için İstanbul’dan Anadolu’ya geçmiş müzisyenlerden oluşan Kuvayı Milliyeci bir muzika vardı. Canını dişine takmış bu kahramanlar, biri bitip biri başlayan marşlarla yeri göğü inletiyorlardı.
İşte bu muzika, çok geçmeden Mustafa Kemal Paşa tarafından Başkumandanlık emrine alındı. 15 Eylül 1921 günü, Ankara Kalem-i Mahsus Müdüriyeti Hayati Beyefendi’ye hitaben ve Polatlı’dan gönderilen telgraf, Seryaver Salih tarafından hazırlanmış ve Mustafa imzasını taşıyordu:
“Otuzbeşlik bir musikiye bölüğü Başkumandanlık emrine alınmıştır. Şimdi bizimle oraya geleceklerden istasyon civarında mezkûr bölükte ikamete mahsus olmak üzere münasib bir binanın ihzarını etdiğim emre arz ederim.”
***
Sakarya Meydan Muharebesi’nden hemen sonra Ankara halkı ve tüm Meclis üyeleri, “muzaffer” Türk askerlerini getiren treni karşılamak için gara akmıştı.
“Yük ve yolcu vagonlarından zorlukla yürüyebilen yüzlerce yaralı subay ve er indi. Sargıları kirli ya da kanlıydı. Elbiseleri de öyle. Erlerin çoğunun ayağı çıplaktı. Yüzler sapsarı ya da bembeyazdı. İstasyonu kan ve ter kokusu kapladı. Karşılayıcılar bu kadar çok yaralıyı, hele bu kadar çok yaralı subayı ilk kez görüyorlardı.”
İşte bu trenden 35 kişilik musikiyye de yorgun, ama gururla indi. Topraktan rengi solmuş, eski mi eski çalgılarını heybelerinin yanına asmışlardı.Yaralıların trenden tahliyesine yardım ediyorlardı. Cephede şevki arttırmak için, özellikle süngü taarruzuna çıkılırken çalgılarının ve hançerelerinin sesini var güçleriyle duyurmaya çalışan bu müzisyenler; musiki görevleri bittiğinde hastane çadırlarında sıhhiye olarak çalışmaktaydı.*
1921 yılında Polatlı’da kurulan Başkumandanlık Musikiyyesi’nin akıbetini bilmiyoruz. Belge yok. Ancak Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk’ün Riyaseti Cumhur Musiki Heyeti unvanıyla himayesine aldığı orkestra, Bahriye’ye bağlı II. Ertuğrul Gemisi’nin muzikası olup, bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın nüvesini oluşturmuştur.
***
Müzik deyip geçmemeli, sevgili okurlarım.
Müzik, “ruhun gıdasıdır” gibi basmakalıp betimlere indirgenemeyecek kadar başat bir kültür katmanıdır. Müziğin teksesli ya da çoksesli oluşu, toplumun düşünme yeteneğinin de sınırlarını çizer ve daha da önemlisi, az gelişmiş mi yoksa çok gelişmiş mi olacağını belirler.
Gerek bilim, gerekse kültür birikimini yenilemeyi başaran, buluşlar yapan ve uygarlığı ileri taşıyan halkların çoksesli müzikle yetişen toplumlar olması bir rastlantı değildir.
Övündükleri sultanların adlarını bile söyleyip yazmaktan aciz, zır cahil, zevksiz ve ilkel bir güruhtan ibaret günümüz “Osmancıkları”nın kesinlikle algılayamadıkları, zaten anlamaları bile olanaksız bu gerçeği; Osmanlı padişahı II. Mahmut görmüştü. 1826 yılında Mehter’i dağıttı. Yerine, yönetimini Giuseppe Donizetti’ye teslim ettiği Musika-i Hümayun’u kurdu. Bu çoksesli ilk orkestra, önceleri İtalyan, sonra Fransız ve en son Alman etkisiyle; Mozart’dan Beethoven’e tüm önemli bestecilerin eserlerini çalar, saray erkânı da zevkle dinlerdi.
Osmanlı’nın “Batılılaşma” olarak başlattığı müzikle çoksesli düşünebilen toplum formasyonu; Atatürk sayesinde Cumhuriyetin “Çağdaşlaşma” projesine dönüştü.
Bugün Türkiye’yi kuşatan baskı ikliminin ürettiği cehalet ile vahşet; çoksesli müzikten nasibini almadığı için tek ses/tek adam ilkelliğine takılı kalmış ve düşüncesi, vicdanı, öngörüsü gelişmemiş muktedirlerin ufuksuz eseridir.
*İtalik yazılı bilgiler, Ersin Antep’in olağanüstü yapıtı “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası/ Çoksesliliğin Belgesel Tarihi” (Elma Yayınevi, 2017) kitabından alıntıdır.
Hem cehalet hem ukalalık. Tek sesli müzikle çok sesli müziği karşılaştırmak için müzisyen olmak lazım. ikisininde ayrı ayrı güzellikleri var. Bilmediğiniz konuda nasıl fikir yürütebilirsiniz. Batı müziğinde koma sesler yoktur. İmprovizasyon yoktur. Önemli olan müziği yazan ve icra eden müzisyenlerin yetenekli, konusuna hakim, eğitimli olmasıdır. Hiç birşey bilmiyorsanız Gülnihali örnek alın. Batıda vals partisyonları yazılırken Osmanlıda Dede Efendinin Gülnihali yazması konuya ne kadar hakim olduğunu gösterir. Birçok örnek vermek mümkün. Bilmediğiniz konularda ahkam kesmeyin.
Okuduğunuzu anlama yeteneğinizi sorguya açmışsınız!!!
Önce eleştiri yazısı nasıl yazılır bu konuda eğitim almalısınız.
Yazı müziğin tekniğini değil, tarihçesini ve savaş alanlarına kullanımını anlatıyor.
Yazının sahibi ise bir entellektüel olan gazeteci yazar Mine Kırıkkanat’tır.
Şayet bu konuda gereken bilginiz varsa aydın bir insana yakışan; eksik veya yanlış olan
konuları irdeleyen bir karşı yazı yazmanızdır. Olması gereken nezaketle yazdığınız takdirde;
konuyla bağlantılı olarak yazınız değerlendirilip yayınlanacaktır.