Emin Çölaşan ve SÖZCÜ ailesi…
Emin Çölaşan…
Kadim dostum…
Ne zaman bir haksızlığa uğrasam, sonuna kadar yanımda duracağına, müfterilerin derslerini müstahak oldukları biçim ve dozda vereceğine adım gibi emin olduğum mert, vefakar arkadaşım…
Ona FETÖ çamurunun asla bulaşmayacağını bildiğim için, bu konuda yazmayı gereksiz görüyorum…Soyadı gibi “doğru” bir gazeteci olan Necati Doğru için de öyle…SÖZCÜ’nün sahibi Burak Akbay’ı, dün anlattım.
Burada çalışmaya başladıktan sonra tanıdığım Genel Yayın Yönetmeni Metin Yılmaz, internet sayfamızın yöneticisi Mustafa Çetin ve yardımcısı Yücel Arı isimleri de mesleğimiz ve dostluk adına bende hep iyi, hep olumlu şeyler çağrıştırıyor.
Özetle SÖZCÜ, çok güzel bir aile…
Dün, bu gazetede yazmasına naçizane katkım olan değerli soruşturmacı gazeteci-yazar kardeşim Soner Yalçın’la konuşurken, “Ağabey, Emin Çölaşan’ın savunulmaya ihtiyacı yok. Çünkü havada uçan kuşlar bile onun FETÖ ile nasıl mücadele ettiğini ve ne kadar başarılı bir gazetecilik geçmişi olduğunu biliyor. Sizin onu nasıl işlettiğinizi yazmanız hem kendisi, hem de okurlarımız için moral olur. Aslında hepimizin bu gerginliği atmaya ihtiyacı var” dedi. Düşündüm ve Soner’e hak verdim. Emin’le aramızdaki işletmeler, günlük yaşantımızdaki gerilimin en etkili ilacıdır… Bakın vaktiyle ne yazmış:
“Bundan iki ay kadar önce böbrek sancım tutmuştu. Hayatımda ilk kez başıma geldiği için epey sıkıntı çektim. İnsanı gerçekten kıvrandıran bir sancı. Bütün gece -ne olduğunu bilmeden- çektikten sonra sabahın ilk saatlerinde Başkent Üniversitesi Hastanesi’ne gittim. Orada teşhis koydular, iğneler yapıp sancıyı dindirdiler ama perişan durumdaydım.
“O yazının çıktığı gündü. Telefonda Amerika’dan bir Türk üroloji uzmanı varmış, böbrek taşı tedavisiyle ilgili bir şeyler söylemek istiyormuş.
– Sayın Çölaşan, ben profesör doktor falanca. Amerika’da Mayo Clinic’te hocayım. Bugünkü yazınızı internetten okudum, geçmiş olsun…
– Sağolun hocam…
– Şimdi ne durumdasınız?..
– Şu anda iyiyim hocam ama çok sancı yaptı…
– Bakın bu işin ilacı yoktur ama tedavisi yine doğadadır. Biz Amerika’da bu tedaviyi uyguluyoruz. Ben şimdi size bazı otlardan oluşan bir ilaç yazdırayım, onu uygulayın. İki gün içinde taşınız düşecektir. Yazın lütfen…
Elime kalem kağıt aldım:
– Bir tutam ısırgan otu, yarım kilo zencefil, bir kavanoz şu ot, 150 gram bu ot…
Hoca bir sürü ot yazdırıyor, miktarlarını belirtiyor. Bazılarının ismini hiç duymamışım, hocamıza tekrar ettiriyorum. Bunları kaynatıp suyunu içecekmişim. Uzun uzun anlatıyor ve birdenbire kabalaşıyor:
– Hepsini anladın mı yavrum? Anlamadıysan mektebi var, orada öğrenirsin!..
Kısa bir sessizlik sonrasında, karşıdan bir kahkaha patlıyor.
Meğer telefondaki hoca falan değil, belalım Uğur Dündar’mış! Adam beni taa Amerika’dan çalıştırıyor!..”