25.11.2018 – BİRGÜN PAZAR
Selim Martin – Dokuz Eylül Üni.
Güzel Sanatlar Fakültesi Öğr. Gör.
Bonservisi elinde olan tanrılar (I)
Bugün “Batı Medeniyeti” dediğimiz kavram iki ayak üzerinde durur. Bir tanesi, düzgün, düzenli, alabildiğine kurallı, planlanmış ve plana sadık kalmak dışında bir yönelimi olmayan yaşamdır. Bunların yanında sonuçlarının biriktirilmiş olması nedeniyle dünya literatüründe “Culture” olarak adlandırılır, batının profesyonel hayatına karşılık gelir ve Apollon tarafından temsil edilir
Hatırlarsanız daha önce, yüce Zeus’un Olympos’ta egemenliği ele geçirip iktidar olmasını, öncekilerin yaptığı hatayı tekrarlamayıp, eş, dost ve akrabalarına yönetimde görevler dağıtıp, iktidarını nasıl da sağlama aldığını uzun uzun anlatmıştım. Ah benim canım okuyucum, bu işler böyle olmaz, o zaman da olmamıştı, şimdi de olmaz.
Sen oturur yazarsın görevleri sevdiklerine, fakat dünyanın dengesi senin seçtiklerinle değil, kendi seçtikleri ile sağlanır. Bir bakarsın dünyan alt üst olmuş hemen dengeyi yerine oturtacak birilerini ararsın. Zeus’ta da böyle olmuştu. Etrafında yaşamı düzenleyecek kimseyi bulamayınca Hermes’i menajerlere yollamıştı, bana bonservisi elinde, Şampiyonlar Ligi tecrübesi olan iki tanrı bulsunlar diye.
Bir zaman sonra Hermes, yanında, parıl parıl parlayıp etrafa ışık saçan, yakışıklı mı yakışıklı, genç ve atletik bir tanrı ile çıkageldi. Yürüyüşü, duruşu keskin; sanki bir tornadan çıkmışçasına düzgün bir tanrı. Tanıştırayım dedi, Apollon olur kendileri. Bonservisi elinde, masrafsız anlayacağın. Ancak dul bir annesi ve bir de ikiz kız kardeşi var, onları da alırsanız gelirim dedi. Ben de, herkese senin uzak diyarlardaki diğer eşin ve ondan olan çocukların deriz, Hera biraz hırgür çıkartır ama zamanla hepsi inanır diye düşündüm.
Zeus sevindi bu işe, çapkınlığı meşhur nasılsa, herkese ayrı ayrı yalan söylemektense… Annesi, kardeşi derken Olympos biraz kalabalıklaştı ama güzel hikâye oldu bu güzel, diye ellerini ovuşturdu. Hem oğlanı da gözüm tuttu, işini düzgün yapacak birisine benziyor.
Anlat bakalım diye buyurdu, tanıt kendini. Kimsin? Nesin? Nereden gelirsin? Seni aramıza alacağız almasına ama sen bize neler verebilirsin? Ee sevgili okuyucu, görüyorsunuz ya iş görüşmeleri hep aynı.
Biz bu soruları, Apollon’un adına, kendimiz yanıtlayalım olmaz mı?
Yabancı değil canım bu Apollon, Hititlerde Lukka denilen, Yunanın Lykia, bizim Teke Yarımadası diye ünlediğimiz yerin tanrısı. Özbeöz Anadolu çocuğu anlayacağınız. Zeus bir fikir bile değilken henüz insanların zihninde, Apollon nicedir ışık saçıyordu Teke Yarımadası ahalisine. Annesi Leto ki, eski eser ve metinlerde Lada yahut Lat ismiyle bildiğimiz bir Ana Tanrıça. İkizi de bizim meşhur Artemis; öyle kısa etekli, ormanda boş boş gezen versiyonu değil, iki Anadolu Parsını iki eliyle boynundan yakalamış, “Potnia Theron” yani hayvanların efendisi Artemis. Her bir bitkiyi üzerine giyinmiş, gövdesi “Polymastos” çok memeli, bereketli Artemis. Çoğu okuyucu iyi bilir, doğru zamanda doğru yere yapılan transferin faydalarını. E bir de bonservis bedeli ödenmemişse, tadından yenmez. Soralım bakalım Nietzsche’ye ve Azra Erhat hocamıza; ne katmış Apollon bu dünyanın düzenine?
“İlkçağın ‘Yunan Yaratıcılığı’ denilince, birbirinden farklı iki öğeyi ayırmak gerekir. Bu yaratıcılık iki tanrının simgelediği, iki karşıt varlığın birleşmesinden doğmuştur. Bunlardan ilki olan Apollon; aydın, durgun, ölçülü gücü simgeler. Işıktır, doğayı görme, varlığı akılla algılama ve akıl yetisine dayanan yöntemlerle biçimlendirme gücü ve yeteneğidir. Apollon plastik sanattır, ama aynı zamanda öngörmedir, anlama ve kavramadır, ışığın doğayı bir projektör gibi aydınlatıp karanlıkta kalan sırlarını çözümlemesidir. Ama bu güç, insanı bir seyirci ve bir taklitçi olmaktan da ileri götüremez. Yaratıcılık insanın doğaya bir başka türlü coşkuyla karışmasını şart koşar ve bu yaratıcılığı Apollon’dan başka bir tanrı simgeler.”
Bugün “Batı Medeniyeti” dediğimiz kavram iki ayak üzerinde durur. Bir tanesi, düzgün, düzenli, alabildiğine kurallı, planlanmış ve plana sadık kalmak dışında bir yönelimi olmayan yaşamdır. Bunların yanında sonuçlarının biriktirilmiş olması nedeniyle dünya literatüründe “Culture” olarak adlandırılır, batının profesyonel hayatına karşılık gelir ve Apollon tarafından temsil edilir.
Tam bir diğer ayağı, “Nature” kavramını anlatacaktım ki Zeus birden gürleyiverdi; Hermes! Ben sana iki tanrı dedim sen bir tane getirmişsin, bir işi de tam yapın yahu. Nerede diğer transferimiz?
Yüce Zeus dedi Hermes, diğeri bunun gibi oturaklı, saygılı değil. Etrafı da hep bir curcuna bir cümbüş. Bir kenara çekip konuştum, teklifimizi kabul etti, prensipte anlaştık anlayacağınız. Ama öyle bir çağırmanızla şak diye gelmem, hele senin gözetiminde bir yerden bir yere asla gitmem dedi. Madem beni istiyorsunuz, tamam kabul. Ama siz şimdi gidin, ben kendi bildiğim şekilde, taraftarlarımla birlikte, en coşkulu halimle geleceğim dedi. E ne zaman gelirsin, karşılayalım falan deyince, merak etme, benim gelişimi çok uzaklardan fark edersiniz diye ekledi. Zeus’un öfkesi artıyor, şimşekleri gökyüzünde kol geziyordu. Hermes görmezden gelip devam etti. E ben buna olmaz öyle yürü hemen geliyorsun deyip kolundan tutunca yumuşadı hemen. Tamam canım kızma gideriz ama dur önce şu bardaktakini bitireyim, istersen siz de için biraz, susamışsınızdır diye elimize kırmızı bir sıvı tutuşturuverdi. Sonrası yok bende, uyandığımızda sabah olmuştu, etrafta bir kişi bile yoktu. Ben de geç kalmamak için Apollon’la hemen buraya geldim. Ama merak etmeyin efendim, söz verdi gelir mutlaka.
Tam Zeus yıldırımı yolluyordu ki Hermes’in üzerine, uzaklardan davul ve def seslerine karışmış çeşitli insan ve vahşi hayvanların sesleri, çığlıkları duyuldu. Kalabalık yaklaştıkça bir ses diğerlerinden daha belirgin hale geliyor, netleşiyordu. Ahooooy! Kim acaba bu gelen? E cevabı sonraki yazımızda verelim ki söylencemiz sürsün. Viya Böyle!