FRANSA İSPANYA SAVAŞI Battle of Somosierra 1806
KAZANILAN MUHAREBELER
KAYBEDİLEN SAVAŞLAR
Ergun Özgen
Ergun.ozgen@gmail.com
Harp Tarihinin hafızalarımızda bıraktığı örnekler hatırlandığında,pek çok kazanılmış muharebeye karşılık, bu muharebelerin, içinde yer aldıkları savaşların kaybedilmiş olduğu görülür…
Avrupa emperyalizminin coğrafyanın muhtelif bölgelerindeki yayılmacılığına gösterilebilecek örnekler kapsamında I. Napoleon’un işgal altına aldığı yerlerdeki ulusların direnişleri içinde İspanya önemli bir göstergededir. O dönemin en güçlü ordusuna sahip olan Fransa tarafından bu ülke işgal edilmiş, ancak İspanyol Halkının olağanüstü direnişi karşısında Napoleon’un ordusu erimiştir!!! Halkın iradesi ve azmi, o zamanın en güçlü ordusunu asimetrik bir savaşta tüketmiştir!.
Sıralanacak örneklerle bağlantılı bir diğeri de, gene,sömürge savaşlarının en çarpıcı olanları içinde yer almış bulunan Britanya İmparatorluğunun ihtişamlı yıllarındaki yayılmacılığında göze çarpar. Bu ülkenin, Afganistan coğrafyasında 1839 yılından 1880 yılına kadar geçen zaman süresince yapmış olduğu muhtelif muharebelerdeki işgalci harekatı,İmparatorluğun muharebeleri kazanmasına rağmen, sonunda savaşı kaybetmiş olmasıyla görülür… Özetle, sırtında çulu olmayanların, ellerindeki ağızdan dolma çakmaklı tüfekleri ile güneş batmayan İmparatorluğa karşı yürüttükleri mücadelede savaş meydanı Afgan mücahitlerinin silahlarına 1880 yılında terk edilmek zorunda kalmıştır. Kısaca, savaş, kazanılmış bulunan muharebelere rağmen, Britanya İmparatorluğu için kaybedilmiştir.
XIX yy. Paylaşım savaşları içinde mahiyeti itibariyle en ilginç olanlarından bir diğeri de, III. Napoleon’un İkinci İmparatorluk hayalleri içinde, Meksika’da, kendisine bağlı şekildeki siyasi yapıya vermiş olduğu desteğin trajik sonuçlarında görülür. Bir Avusturya aristokratı olan Arşidük Maximilian’ın Fransız Ordusunun desteğiyle Meksika tahtına çıkarılmış olması (1864/1867) ve buna karşılık, Meksika halkının yabancı yöneticilerden oluşan sömürgeci yönetime karşı Benito Juarez’in önderliğindeki milli direniş hareketi, kısa süreli olan bu dış destekli sömürge imparatorluğunun sonu getirmiş ve Maximilian’ın da idamı ile bu macera sonuçlanmıştır!!! Bu tarihi olayda da, halkın irade ve azmi, dönemin en güçlü ordusuna ve sömürgeci iradeye karşı sınırlı imkanlarla galebe çalmıştır.Fransızlar bidayette muharebeleri kazanmış fakat savaşı kaybetmiştir!!!
Tarihi derinliği olan bütün ülkelerin geçmişlerinde benzer örnekleri görmek mümkündür. Birinci Dünya Savaşının muhtelif cepheleri hatırlandığında başta Çanakkale olmak üzere, Galiçya, Kutel Amara gibi cephelerde kazanılmış olan muhtelif muharebelere rağmen, sonunda savaş ittifak yapısında, Osmanlı için de kaybedilmiştir. Milli mücadele yıllarının sonunda ise, Yunanistan başlangıçta muharebeleri kazanmış olarak görülmüş ise de, sonunda Türk milli iradesinin önünde o da savaşı kaybetmiştir. Kısaca, kağnı ,kamyonu yenmiştir.
İkinci Dünya Savaşının yıkıcılığı hatırlandığında, savaşın başından itibaren Alman birliklerinin ezici ve dehşet saçan yıldırım harp doktrini içindeki ilerleyişleri ve değişik cephelerde peş peşe kazanılan muharebeler, savaşın kazanılmasına yetmemiştir. Alman Orduları muharebeleri kazanmış, ancak Almanya, sonunda savaşı kaybetmiştir..
ABD in, Vietnam’da, Sovyetlerin de Afganistan’da sürdürdüklerisavaşın bilançosu hatırlandığında, her iki dünya gücünün eziciliği karşısında sınırlı imkanları ile, gerek Kuzey Vietnamlıların ve gerekse Afgan mücahitlerinin aldıkları askeri sonuç ortadadır. Her iki savaş süresince süper güçler muharebeleri kazanmışlar, ancak savaşı kaybetmişlerdir!!! Özetle, ifade edilmeye çalışılan örnekler içinde ateş ve manevra güçlerinin dışında davasına inanmış İNSAN FAKTÖRÜNÜN, hesapları
yanıltabileceği gerçeği tekrar görülmüştür.
Güncel olaylar serisinde ise, son örneğine tanık olmaya devam ettiğimiz Irak’ın işgali sonrası ortaya çıkan ulusal direniş ile,Hizbullah, İsrail savaşında izlenen sonuçlar, muharebeleri kazanmış olmanın, savaşın kazanabileceğine örnek teşkil etmediğini ayrıca göstermiştir.
Güç faktörünü esas alarak ve bu gücü kullanarak bir ülkenin politik hedeflerine ulaşması ve politikalarını kabul ettirilmesinin kolay olmadığı Irak savaşında izlenmiştir. Güçlü ülkelerin güç parametresini genel kurallar içinde kullanma imkanından yoksun olan zayıf ülkelerin, asimetrik savaş modelleri içinde geliştirmeye başlattıkları savunma modelleri, bu süreçte savaş süresini uzattığı gibi, hasmı için savaşın maliyetini ve zayiatını da attırır hale gelmiştir.
Bilinen kurallar içindeki savaş doktrinlerine göre teşkil ve teçhiz edilmiş olan birliklerin, asimetrik bir savaştaki başarıları son olaylarda da görüldüğü üzere beklenilen sonuçları sağlayamamıştır. Ülkelerin işgali, düzenli orduların savaş dışı bırakılmaları, işgal sonrası için gerekli denetimin sağlanması konusunda tahmin edilen kuvvet
miktarlarının yetersiz kaldığını göstermiştir.
Politik hedeflere göre, işgal sonrası oluşturulmak istenilen dış destekli idari yapıların da etkinliğinin sağlanamadığı gerçeği bir kere daha ortaya çıkmıştır.Geçmişte örnekleri görülmüş bulunan payandalı yönetimlerden, ne Napoleon’un güçlü himayesine rağmen İspanyada kurmaya çalıştığı hanedan, ne İngiltere’nin Hindistan’daki devşirme yönetimleri, ne III. Napoleon’un Meksika’da kendine bağlı olarak kurmaya çalıştığı dış
destekli İmparatorluk,ne İstanbul’un işgalini takiben emperyalizmin Osmanlı Sarayına verdiği destek, ne Güney Vietnam’da ABD himayesinde ki siyasi oluşum ve de Afganistan’da izlenmiş olan Sovyet destekli Babrak Karmal rejimi, halka rağmen varlıklarını sürdürememiştir!!!
Yabancı bir ülkenin himayesinde şekillendirilmeye çalışılan bu siyasal oluşumların her biri, kendi halklarından destek almadıkları ve değerlerine yabancılaştıkları için, hepsi milli direniş hareketi karşısında silinip gitmişlerdir.
invasion of Iraq – US soldier kicks a gate during a mission in Baquba, in Diyala province,
Irak’ın işgalini takiben ortaya çıkan gelişmeler içinde ülkenin yönetimi konusunda dış destekli idari yapılar ve bu kapsamdaki Kuzey Irak senaryoları da dikkate alındığında, bu sürecin de geçmişte pek çok ülkede görülmüş olan örnekler serisinde olduğu gibi tarihteki yerlerini alması, kaçınılmazlığa namzettir!
Irak’ın işgali sonrasında ileri sürülen değişik senaryolara rağmen ortaya çıkmış bulunan gerçekler içinde izlenen hususlardan biri de, İran’ın, Irak Şiileri ile Suriye Şiileri üzerinden Lübnan Hizbullahına kadar uzanan eksende elde etmiş olduğu stratejik derinliktir. Bu konunun İsrail’in güvenliği yönünden ifade ettiği rahatsızlık da çeşitli kaynaklarda ifade edilmektedir. Gene ileri sürülen senaryolar içinde, Irak’ın, Kuzeyde Kürt bölgesi, Orta bölgede Süni Arap sahası, ve güneyde de Şii Arap alanlarına yönelik taksimi ile ilgili ön görülerin, zamanla Şii Arap bölgesinin tümü ile İran’ın etki alanı içinde kalacağı ihtimalini
güçlendirmektedir.
Ancak mevcut duruma göre, beklenen hedeflere ulaşılamamış olması ve bunun sonucunda da ortaya çıkan tepkiler nedeniyle, Irak’ın işgalini müteakip asker göndermiş bulunan ülkelerin İspanya modelinde olduğu gibi bölgeden askerlerini yavaş yavaş çekme girişimleri güncelleşmeye başlamıştır!. Bu bağlamda, İngiltere’de Blair’in, muhalefetin tepkileri sonucunda 2007 de görevinden ayrılacağı konusundaki görüş de gerçekleşmiştir , İngiltere Genel Kurmay Başkanının ve diğer yönden ise, Pentagon kaynaklı yönetim karşıtı tepkilerin artması , ayrıca da, ABD son seçimlerde Cumhuriyetçilerin ağır yenilgileri ve Bush Politikasının ortaya çıkardığı zafiyet yakın gelecekteki değişimlerin mesajlarını ayrı ayrı vermeye başlamıştır.
Özetle, bölgede ABD’de Yeni muhafazakarların politikası kapsamında ön görülen hedeflerin gerçekleşememiş olduğu görülmektedir. Petrol bölgelerini denetleyerek, AB. RF ve Çin Üzerinde arzu edilen yeterli bir ekonomik kontrol ağlanamadığı gibi, bir çok analizde de izlendiği üzere, petrol fiyatlarının artması Rusya Federasyonu yanında, İran ve Venezuela gibi muhalif ülkelerin güç toplamasına vesile teşkil etmiştir. Konu güncel durumu itibariyle ağırlıklı olarak bölgede daha çok, İsrail’in ulusal güvenliğini esas alan bir konuma dayalı kalmıştır… Bu savaşın ABD görülen maliyeti ise, ölü olarak dört bine insan zayiatı yanında kesin rakamı bilinmemekle beraber otuz bin civarında yaralının olduğu istikametindedir. ABD Irak’a 150. bin kişilik bir güçle gelmiştir.Ölü ve yaralıların toplamı tahminen otuz binden fazla olduğuna ve bunların önemli bölümünün de muharip sınıfa mensup bulunduklarına göre, savaş dışı kalan mevcudun kesin olmamakla birlikte gönderilen kuvvetin 1/5 veya 1/6 civarında olabileceğidir. ABD 1.400.000 mevcutlu silahlı kuvvetlerinin vurucu güçleri içindeki birliklerinin önemli bir bölümü Irakta olup, kuvvetlerinin büyük bölümü de coğrafyanın değişik bölgelerindeki üslerde bulunmaktadır. Üç senedir süren bu savaş sonucunda, yorulan birliklerin yedekleri ile değiştirilmesi de mevcut imkanlara göre sınırlı görülmektedir. 500 milyar doların üzerinde maddi yük getirmiş olan Irak harekatı hangi tahmin hataları sonucunda bu noktaya gelmiştir?
Irak harekatının planlanma safhasında, ABD. Savunma Bakanı Rumsfeld ve ekibinin görüşüne göre, teknolojinin rakip tanımaz eziciliği dikkate alınarak hasma yönelik operasyonun şok ve korku etkisine göre ön görüldüğü ifade edilmektedir. Bu görüşe göre, geniş çaplı bir kara harekatı yerine hava kuvvetleri ve akıllı mühimmat kullanılarak kısa sürede, hasma karşı zaferin kazanılabileceği görüşünün ileri sürüldüğü belirtilmektedir. Buna karşılık ise, Vietnam tecrübeleri dikkate alındığında, muhalif görüş yanlılarından konuya değişik şekilde yaklaşmış oldukları da izlenmektedir. Rumsfeld ve karargahının görüşüne karşı olanlar içinde, Vietnam deneyinden ötürü harekatın çok güçlü ve devasa boyutta kara kuvvetleri gücü ile gerçekleştirilmesinin gereği üzerinde o günkü Kara Kuvvetleri Komutanı General Shınseki’nin durduğu söylenmektedir. Ancak bu konudaki önerileri itibar görmemiştir. Sonuç itibariyle, harekatın seyri Generali daha sonra haklı çıkarmıştır.
Kara harekatının hesaplanan hedefleri tutturamamış olması konusunda, zaman zaman kuzey cephesinin açılmasında Türkiye’nin yeterli desteği vermediği ve 1 Mart teskeresinin sonucuna bağlı olarak Kuzey Irak’ta oluşturulan sürecin yaşandığına ilişkin yorumlar da izlenmektedir. Bazı görüşlere göre, Kuzey cephesinin açılmış olmasının gerçekleşmiş olması durumunda, Kuzey Irakta ki siyasi oluşumun gerçekleşmeyeceği savı da ileri sürülmektedir.
Bu konu, genel mahiyeti itibariyle, siyasi derinliği olan bir süreç olarak görülmelidir. Bir kere daha , ülkelerin POLİTİK HEDEFLERİNİN DOĞRU TAHMİN EDİLMESİ ve STRATEJİK DEĞERLENDİRMELERİN de buna göre yapılması görüşünü tekrar etmekte yarar bulunmaktadır.
Kuzey cephesinin salt askeri yönden Pentagon açısından ele alınışının ötesinde Neo-Conlar’ın siyasi karar mekanizması içindeki POLİTİK HEDEFLERİNİN askerlerden çok farklı olduğu izlenimi ortaya çıkarmaktadır. Harekat öncesi yapılan planlamalar içinde, Türkiye ABD ilişkileri hatırlandığında, kuzey cephesinin açılması konusundaki isteklerin
bir seri değişiklik getirdiği, Türkiye’den nerede ise bütün limanlar ile, hava meydanlarının harekat planına dahil edilerek ABD kuvvetlerine tahsis edilmesi konusunda peş peşe taleplerin geldiği hatırlanacaktır!!! Konunun bu yönünün daha iyi irdelemek için eski ABD Dış İşleri Bakanı General Colin Powel’in anılarını yansıtan “SOLDIER” adlı kitabın satır aralarının iyi okunması gerekmektedir.. General, anılan süreçte Türkleri çıldırttık derken neyi kast etmektedir?.
WMD (Weapon of Mass Destruction) kitle imha silahı çok sayıda insana büyük zarar verebilecek ve insan yapımı yapılara (örn. Binalar)ve doğal yapılara (dağlar veya biyosfer) büyük zarar verebilecek nükleer, radyolojik, kimyasal, biyolojik veya benzeri başka bir silahtır.
Ayrıca, gene basına yansıyan bir ifadesinde bütün imkanlarımızı tekrar Gelibolu’ya mı dökeceğiz? Sorgulaması, Pentagon’un sivil kanadı, ile Askeri kanadı ve Powell
yönetimindeki dış politika görüşleri arasında önemli farkın bulunduğuna ilişkin bir durumun mevcudiyetini ortaya koymakta ve bu konu, bazı karineleri içermektedir!!!.
Söz konusu husus, bir diğer anlatımla özetlendiği takdirde, askeri kanat harekatın operatif gelişmesine ilişkin ayrıntıları hesaplamaktadır. Politik cenah ise, bir hamle sonrası olan Irak harekatının tamamlanmasının sonrasının hesabındadır!!!. O günkü talepler hatırlandığında, kapsamlı şekilde hava meydanları ve deniz limanlarının tahsisi istenilmiş ve ayrıca hesaplananın çok üstünde güney doğu Anadolu’ya ABD birliklerinin yerleştirilmesi düşünülmüştür!.
Önemli olan bu aşamadan sonra ,ABD birliklerinin oluşturacağı bu tampon kuşağın doğusunda ki siyasal ve sosyal gelişmelerin neler olabileceğinin iyi hesaplanmasıdır!!! Bu mantık içinde, o tarihlerde Türkiye’nin doğusuna ve istenilen diğer bölgelere ABD birlikleri yerleştirilmiş olacağı, hava ve deniz limanları da istenilen şekilde tahsis edilmiş bulunacağına göre konu var sayıldığında, ortaya çıkabilecek sonucun bir hamle sonrası ne olacaktır?!!! Kısaca, Irak harekatının bitiminden sonraki aşamada, oluşturulacak olan bu tampon sahanın doğusunda Ermenistan ve Kürdistan etiketli sürprizlerin tahriklerle güncelleştirilmeleri ve olayların faturasının da, muhtemel gelişmeler sonucunda nereye varacağını tahmin etmek hiç de zor değildir!!!.
General Powell acaba bunu tahmin ettiği için mi bütün güçlerimizi tekrar Çanakkale’ye mi dökeceğiz mesajını vermek lüzumunu hissetmiştir? Neo conların politik hedeflerinin petrol kaynaklarının paralelinde bölgede İsrail yanlısı bir Kürdistan ve Ermenistan’ın oluşturulması olduğu çok açık şekilde tahmin edilmektedir. Bir çok çevre gibi Türkiye de kuzey Irak’taki ön görülen hedeflerin ne olduğunu da çok iyi görmektedir!..Özetle, düzenlenen İsrail patentli proje 1 Mart teskeresinin sonuçları dikkate alındığında beklenen asli politik hedefin, istenilen çizgiden bir hayli uzak kalmasına neden olmuştur!.. Neo Conlar’ın Türkiye ye kızgınlığının arkasında bu sürecin gözden uzak tutulmaması gerekir.
Senaryonun mevcut gelişmeler içindeki son durumu dikkate alındığında BOP çerçevesinde Orta Doğu siyasi coğrafyasında ileri sürülen görüşler içinde, bu gelişmelerin Hizbullah, İsrail Savaşının İsrail yönünden beklenilen sonucu vermemiş olduğu istikametindedir. Bölgede İran’ın etkinliğinin İsrail karşıtı olarak sürmekte olması ise, İsrail’in kendi savunma hatlarının güçlü olmasını zorunlu kılmaktadır. Lübnan’da BM askerlerinin oluşturduğu tampon saha bölgede Hizbullaha karşı geçici bir güvenlik sağlar gibi göründe de, bunun uzun süreli olabileceğini kabul etmek oldukça zordur. İran için Lübnan’daki Hibullah güçleri bir ileri mevzi imkanı sağlamaktadır. İsrail’in bölgede askeri yönden politik hedeflerini ele geçirmesinin zorluğu gerek Irak Savaşı nedeni ile ABD’in içine çekildiği çıkmaz, ve gerekse Lübnan da Hizbullaha karşı istenilen sonucun alınamayışında izlenmiştir.Bu konudaki hassasiyetin devam edeceğinin göstergesi de gelişmelerde görülmektedir.
İsrail imkan oranında gerek Lübnan içinde ve gerekse ABD ve İngiltere’nin desteğiyle Irak’ta etnik ve inanç farklılıklarından yararlanmaktır. Mevcut farklılıklardan kaynaklanan ihtilafları da, bölgelerinde bulunan karşıt sosyal yapılar içinde kışkırtmaları sürpriz değildir. Bu amaçla da, hasmı kendi iç sorunlarıyla ve çatışmalara meşgul ederek tehdit unsuru olmaktan imkan oranında uzaklaştırmak hedefleri içinde görülmektedir… Lübnan’ da Hariri süikastından sonra, Cemayel’e yönerlik süikastın gerisinde de aynı ihtimalin düşünüldüğü bir çok çevrede ifade edilmektedir. Irak’taki Şii ve Suni çatışmasının gerisindeki asli unsurun da konunun bir diğer versiyonu olduğu gene aynı şekilde bir çok
çevrede ifade edilmektedir.
Bütün bu genel tablo içinde, ABD.yeni bir cephe açarak İran’a askeri bir müdahalede bulunabilir mi? sorusu akla gelmektedir. ABD 20 milyon’dan fazla ihtilaflı bir demografik yapıya sahip Irak’ın 500 bin km2 yakın coğrafyasını bölgeye tahsis ettiği 150.bin kişilik kuvveti ile bu ana kadar amaçladığı şekilde kontrol edememiştir.. Aynı şekilde, İran’a yönelik bir kara harekatı düşünüldüğünde ise, bir buçuk milyon km2 fazla yüzölçümü olan, 70 milyondan fazla nüfusu bulunan ayrıca coğrafi derinliği de olan bir İran’a karşı kara harekatı düzenlemesi Irak deneyime göre akla uygun görünmemektedir!!! Ancak, konu muayyen hedeflere yönelik olarak hava saldırıları çerçevesinde düşünülse de bunun muhtemel karşıtlığının da Hassan Sabbah fedailiğine yakın bir öğretide eğitilen terörist saldırıları ile coğrafyanın muhtelif alanlarında yankılanabileceğinin mutlaka dikkate alınması gerekecektir!.
ABD ve Batı yüksek teknolojik güçleri yanında üstün ekonomik varlıkları ile de halen üstünlüğünü korumaktadır. Bu gücün mutlak eziciliği de inkar edilemeyecek bir husustur. Yalnız burada önemli olan ve gözden kaçırılmaması gereken, batı ekonomisini giderek sanal bir yapı içinde gücünün yanında kendi kendine yarattığı zafiyettir.
Hatırlanacağı üzere, XIX yy. Güneş batmayan İngiltere İmparatorluğu, siyasi coğrafyada etki alanlarını oluşturduktan ve sömürgelerini denetime aldıktan sonra, Dünya Barış Örgütünü de kurarak küresel ticaretine engel olabilecek oluşumlara karşı hukuki savunma modelleri geliştirmiştir. Piyasa ekonomisinin liberal ölçülerde karlı çalışabilmesi ülke içinde olduğu kadar, küresel düzeyde de güven ve istikrarı gerektirir… Günümüzde de piyasa ekonomisi küresel düzeyde son derece etkin olduğu kadar, aynı zamanda da istikrarsızlık karşısında kırılgan hale gelmiştir. Bu husus piyasa ekonomisinin mevcut görüntüdeki gücü yanında yumuşak karnını da ortaya çıkarmıştır. İsrail, Hizbullah savaşı esnasında, İngiltere’de hava yollarına yönelik terörist saldırı söylemi bile bir süre hava trafiğini ve ekonominin belli kısımlarında kitlenmelere ve de huzursuzluğa neden olmuştur.
Konunun bu yönü de dikkate alındığında, radikal gruplar içinde kaybedecek bir şeyi kalmamış, kin ve nefret yüklü insanların, ideolojik öğretilerle saldırgan hale getirilmeleri mümkündür. En güçlü silahlar ile, hasma ummadığı zararları vermek de kabildir. Ancak, savunmalarını bireysel terör şeması üzerinden örgütlemekte olan ülkelere karşı füzeler, ileri teknoloji ürünü uçaklar, uçak gemileri kullanarak, bireysel intihar saldırılarına karşı etkinlik sağlamak zorlaşmaktadır. Bir diğer anlatımla, üstünlüğü olan ülkelerin kendi savunmalarını küresel terör saldırılarına karşı yürütme imkanlarının sağlanması yetersiz kalmaktadır. Kısaca, şiddet olayları, cephesi olmayan bir savaş modelinde gelişmeye başlamıştır!.
Bununla beraber,İran’a yönelik bir saldırının ateş ve manevra üstünlüğü üzerinden etkileri mutlaka yıkıcı olacaktır..Ancak asimetrik bir karşı koyuşta CEPHESİ BELLİ OLMAYAN bir mukabelenin nerede ve ne zaman olabileceğini tahmin etmek de çok zordur. Hedefin piyasa ekonomisinin kalbini etkileyecek hedeflere yönlendirilmeleri , borsaların sallanmaları dünya ekonomisi üzerinde nasıl bir sonuç oluşturacaktır. Konuyu sadece füze başlıklarının ve tümenlerin sayıları ile ölçmek bu mantık çerçevesinde yeterli olmayacaktır..
ABD. Irak üzerinden yürütmekte olduğu operasyonlarına son vermek ve geri çekilmek konusunda hangi safhaya gelmiştir?!!! Bu bağlamda Irak’tan çekilecek midir?!!! 2007 yılı içinde Blair’in görevden ayrılması ve ayrıca, İngiliz politikasındaki gelişmeler ile askeri kanattan gelen mesajlara da bakıldığında, İngiltere’nin bölgeden çekileceğinin sinyalleri güçlü şekilde hissedilmektedir.
ABD açısından İsrail’in politikadaki ağırlığı dikkate alındığında, bu ülkenin Irak’ı tümü ile terk etmesi mevcut duruma göre şimdilik zor görülmektedir. ABD büyük bir ihtimalle kuzeyde hazırlamış olduğu askeri üslere yeterli bir kuvvet yerleştirdikten sonra tasarruf edeceği kuvvetlerin bir kısmını geri çekebilecektir. Ne şekilde olursa olsun Irak’ın siyasi
istikrarsızlığının sürmesi, ve ABD ait askeri üslerin kuzeyde belli bölgelerde kalması ise, İran için her zaman bir tehdit unsuru olarak algılanabilecektir.
Irak Şiileri üzerinde etkinliği artmakta olan İran’ın, Kuzey Irak toprakları üzerindeki ABD üsleri vasıtasıyla kendisine yönelik bir tehdidi etkisiz hale getirmek üzere,bölgede denetimine aldığı Şii gruplar ile bu üsleri her zaman için taciz etmesi mümkündür. Bir askeri üs, ancak dost ve müttefik bir ülke topraklarında fonksiyonunu icra edebilir. Hasım bir ülkede oluşturulmuş bulunan bu kabil üsler kendi güvenliklerini sağlamak zorunda kaldıkları takdirde ileri harekat için her zaman zafiyet yaratabileceklerdir..
Babrak Karmal yönetimindeki Afganistan ‘da Sovyet askeri üslerinin, ittifaklarını sağladıkları yönetimin işbirliğine rağmen , güvenlik yönünden bu üsler aciz kalmışlar ve çok zor koşullar altında varlıklarını sürdürmüşlerdir. İşgalin devamı süresince de sürekli olarak saldırılar devam etmiştir.
ABD konunun bu yönünü çok iyi değerlendirmiş olduğundandır ki, önce kuzey ırak bölgesindeki payandalı oluşumu Türkiye’ye kabul ettirmesinin yollarını aramıştır. Ayrıca bölgede ABD himayesinde kendilerine gelecek bekleyen etnik grupların da bir an önce Türkiye’yi bir oldu bitti ile bu aşamada masaya oturtmaya çalışmalarının gerisindeki asli amacın, zamanın kendileri için giderek azalmasında olduğunu görmelerindedir!!!
Bu bağlamda, yakın geçmişte, basında ve ınternet ortamında da sürekli olarak bir takım haritalar ile Türkiye’yi ürküterek pazarlık masasında isteklerine razı etmek için dolaylı yoldan aba altından sopa gösterilmeye çalışılmıştır..
Türkiye’ye karşı kuzey Irak konusundaki dayatmaların gerisinde büyük bir ihtimalle, önce, bölgedeki ABD yandaşlarının güvenliğidir.Bir diğer ifade ile, bölgede üretilmeye çalışılan payandalı yapay yönetimin himayesinin sağlanmasıdır.. Ayrıca, bölgede oluşturulan ABD askeri üslerinin güvenliği yanında, İsrail ‘in politikalarına da destek vermektir. Bu süreçdeki arayışların sonucu ise, dolaylı şekilde Türkiye’ye fatura edilmeye çalışılmaktadır. Bu hususta ki yaklaşımların da sonuç vermeyeceği anlaşılmaya başladığından, bu kere de bölgedeki üslerin ve siyasal yapışlaşmanın güvenliğini NATO yapısına fatura etmenin arayışları gündeme sokulmaya çalışılmaktadır.
NATO Antlaşmasının 5. maddesi hatırlandığında sorumluluk alanı tanımı dışında kalan bir bölge NATO’nun faaliyeti söz konusu değildir.. Bu madde şayet kitabına(!) uydurularak işletilecekse o zaman, Türkiye bir ittifak ülkesi olduğu halde,bölgede Türkiye’ye yönelik PKK saldırıları karşısında ittifak bu güne kadar ne yapmıştır?!!!
Kaldı ki yakın geçmişte aynı ittifak ülkesi olan ABD. silahlı kuvvetlerine ait bir resmi bir yayın organında müttefik bir ülkenin ülke bütünlüğüne kaşı bir takım haritalar NATO Kolejinde bile neden gündeme getirilmiştir.?.Şayet NATO, üyelerine yönelik ortak bir tehdide karşı müşterek bir savunma örgütü ise, ABD destekli PKK ya kaşı NATO aynı bölgede bu mantığa göre neyi savunacaktır?!!!
Küresel siyaset artık sarhoş olmuştur. Kafalar karışıktır.Bu anlamdaki siyasetin inandırıcılığı da giderek kaybolmaktadır.Çeşitli ülkelerdeki satılık yönetimler, payandalı iktidarlar ,turuncuya boyalı devrimler, elde edilmiş medya ve besleme STO aracılığı ile toplumları istenilen çizgiye getirmek eskisi kadar kolay değildir. Ezici gücü ile, küresel hakimiyet peşinde olanların, psikolojik harekatta kazanımları inkar edilemez, ancak müteakip safhada sıcak temas başladıktan sonra, muharebelerin kazanılmaları savaşın kazanılacağı anlamına da gelmez!!!
Sovyetler, yığınakta yaptıkları hatalar sonucu savaşı kaybetmiştir… ABD de reel politikanın ön gördüğü değerlerden ziyade ittifak yapılarında bile üretmekte olduğu güvensizlik üzerine yığınaktaki hatalarını arttırmaktadır.
Kısaca İNSAN FAKTÖRÜNÜ dikkate almayan politikalar ile muharebeler kazanılsa bile yığınaktaki hatalar yüzünden sonunda savaşın kaybedilmesi kaçınılmazdır!
ERGUN ÖZGEN