DOĞA – EKOLOJİ – TARIM * eko-kırım mülteciliği * Bakan’ın “merak etmeyin bir sorun yok” dediği göl, göz göre göre böyle öldü

Odatv.com
Yusuf yavuz
29.09.2018

Bakan’ın “merak etmeyin bir sorun yok”
dediği göl, göz göre göre böyle öldü

Deprem, sel, doğal afet değil; doğal ve akılcı olmayan yöntemlerle vahşice uygulanan yıkıma kurban edilen Türkiye gelmekte olan büyük eko-kırım mülteciliğine hazır mı?

Tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşayan Türkiye’de aynı zamanda bir ekolojik kriz de yaşanıyor. Kimi uzmanlar buna ‘küçük kıyamet’ de diyor. Ülkenin en önemli sulak alanları, içilebilir nitelikteki tatlı su gölleri birer birer kuruyor. Anadolu’nun buğday ambarı olan Konya’da yüzlerce obruk oluştu. Yer altı sularının aşırı kullanımına dayanamayan yer kabuğu çöküyor. Kıyılar betonlaşıyor, ormanlar ve yaban hayatı gerçekdışı bir kalkınma yalanıyla madenciliğe ve yıkım politikalarına kurban ediliyor. İçine beton dökülmemiş bir tane bile dere bulmak neredeyse imkânsız. Başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP hükümetlerinde görev yapmış birçok bakan son 10 yıldır her türlü yıkım projesine karşı çıkan, uyaran sıradan insanları ‘vatan haini’ ilan etmekle kalmayıp bir de dış güçlerin maşası ve ajanı olmakla suçlamaktan geri durmadılar. İktidara göre bütün bu yapılanlar Türkiye’yi 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri yapacaktı. Ancak geldiğimiz noktada üretimsiz kalan Türkiye ne yazık ki birçok üçüncü dünya ülkesinden gıda ve hayvan ithal etmeye başlamış durumda.

TÜRK HALKI ÜLKESİNİ NEDEN TERK EDİYOR?

Binlerce yıldır nice büyük savaşlar görmesine rağmen her krizden sahip olduğu coğrafyanın nimetlerine tutunarak yeniden ayağa kalkmasını bilen Anadolu insanı, ilk kez yaşadığı coğrafyayı terk ediyor. Sadece ‘beyin göçü’nden bahsetmiyoruz, artık Anadolu’dan beden göçü de başladı. Türkler, bin yıl önce yeni yaşam alanları bulmak için geldikleri Rum diyarını tarihte ilk kez ‘zorunlu’ olarak terk ediyor. TÜİK’in yayınladığı resmi istatistiklere göre yalnızca 2017 yılında 253 bin 640 kişi Türkiye’den göç etti. Bu oran geçen yıla göre yüzde 42 artış anlamına geliyor. 2018 yılındaki oranlara ilişkin net bir rakam henüz olmasa da geçtiğimiz yılın iki katından fazla olduğu tahmin ediliyor. Peki, insanlar neden ardından tüm yaşanmışlıklarını ve öykülerini bırakıp ülkesini terk ediyor? Neden yüz binlerce insan sonunu göremediği yeni maceraların peşinden dilini bile bilmediği ülkelere gidiyor? Bu sorulara sağlıklı bir yanıt veremez ise çok kısa bir zaman içinde bizi daha büyük soru ve sorunlar bekliyor olacak. Gidenlere kızmak yerine kalanları neyin beklediğini doğru biçimde tartışabilmeliyiz.

TÜRKİYE’NİN SU HAVZALARI ŞİRKETLERE TAHSİS EDİLDİ

2000’li yılların başından itibaren Türkiye’nin su politikalarında köklü değişiklikler yapıldı. Su kullanım hakkı anlaşmalarıyla büyük nehirlerden küçük derelere kadar Anadolu’nun 26 su havzasının suları HES ve baraj projeleri inşa etmek için özel şirketlere tahsis edildi. Amaç, enerjide dışa bağımlığı sona erdirmek olarak açıklanıyordu ancak son 15 yılda yüzlerce HES ve baraj inşa edilse de enerjide dışa bağımlılık sona ermediği gibi elektrik fiyatları da neredeyse onlarca kat arttı.

KİMSE BU EKOLOJİK VE EKONOMİK CİNAYETLERE KAFA YORMUYOR

Her türlü bilimsel ve toplumsal uyarılara ve hukuki kararlara rağmen inatla sürdürülen HES furyasından geriye, kendi kendine yetebilerek yaşamını sürdürdüğü vadilerinden ve su havzalarından koparılarak büyük kentlerde ucuz işgücüne dönüşen milyonlarca insan ile çoğu çalışmayan santraller kaldı. Bir de inanılmaz ölçüde doğa tahribatı. Pek çoğu doğrudan enerjiyle ilgisi bulunmayan özel şirketler eliyle işlenen bu ekolojik ve ekonomik cinayetin genel sonuçları hakkında Türkiye henüz oturup kafa yormuş değil.

ÜLKEDE BETON DÖKÜLMEDİK DERE KALMADI

HES’lerle aynı dönemde bu kez de devlet eliyle bir başka çılgınlık başladı: Gölet ve baraj çılgınlığı. Dönemin Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, tüm uyarılara rağmen ‘1000 günde 1000 Gölet’ ve ‘Göl-Su’ gibi popülist projeleri hayata geçirmeye başladı. Bugün de sürdürülen gölet çılgınlığı ile 2019 yılına kadar 1071 gölet daha tamamlanmış olacak.

HİBRİT TOHUM, ZEHİR VE GÜBREYE BAĞIMLI SULU TARIM TEŞVİK EDİLDİ

Adının başında orman, su, milli park, tabiat parkı ve tabiatı koruma gibi tanım ve kavramların bulunduğu bir bakanlık, Ulaştırma Bakanlığı gibi alt yapı projelerini inşa eden bakanlıkla yarışır hale gelerek binlerce ‘beton’ ihalesi yaptı. Müteahhitlere kısa vadeli kazanç sağlayan gölet inşaatlarının doğaya ve yaşama uzun zamana yayılan kayıpları olurken inşa edilen birçok gölet şu anda çalışmıyor. Çalışabilen göletlerle ise yüksek enerji maliyetleri ve sulu tarımın ağır girdilerine alışkın olmayan üreticiler, hibrit tohumlar ile ilaca ve suya bağımlı bir üretim modeli olan tek tip tarım modeline itildi.

YIKIMI MÜJDELEYEREK OY TOPLAYAN BAKAN

Bakanlığın DSİ eliyle yürüttüğü gölet furyasından en çok nasibini alan bölgelerin başında Göller Bölgesi geliyor. Burdur da bölgedeki kentlerden biri. Türkiye’nin korumakla yükümlü olduğu 14 Ramsar Alanı’ndan biri olan Burdur Gölü’nü çevreleyen dere ve çayların üzerinde birbiri ardına göletler inşa edilmeye başlandı. Eski Orman ve Su İşleri Bakanı Bakan Veysel Eroğlu Burdur’a her geldiğinde halka “Size yeni müjdeler getirdim” diyerek yeni göletlerin nerelere yapılacağını açıklıyordu. Oysa Burdur Gölü’nü kurtarmak için işe önce gölü besleyen dere ve çayların üstüne gölet yapmaktan vazgeçmekle başlamak gerekiyordu. Kapalı bir havzada olan gölün can damarları birer birer tıkanıyordu.

KIRK YILDA ÜÇTE BİRİNİ KAYBEDEN GÖLÜ ÖLDÜREN POLİTİKALAR

Çevresindeki binlerce kaçak sondaj kuyusu, vahşi sulama ve yoğun su tüketimi isteyen silaj üretiminin teşvik edilmesiyle göl son 40 yılda yaklaşık üçte birini kaybetmişti. Göl havzasında izin verilen yüzlerce mermer ocağı da yer altı sularının akışını bozuyor, gölün ölümüne katkı sağlıyordu. Artık Burdur Gölü’nün dayanacak gücü kalmamıştı. Bu yanlışlarda devam edilirse, antik çağda Askania olarak anılan ve ay tanrısı Men ile özdeşleştirilen Burdur Gölü birkaç yıl içinde tamamen çöle dönecekti…

“MERAK ETMEYİN SORUN YOK”

Ancak Bakan Veysel Eroğlu, 8 Nisan 2012 tarihinde Burdur’a yaptığı ziyarette kente 25 yeni gölet daha yapılacağını bir müjde gibi duyurmuştu. O günlerde Burdur’daki yerel kamuoyunun yanı sıra ülke genelinde de pek çok sanatçı, aydın, akademisyen ve sivil toplum örgütleri Burdur Gölü’nün kurumakta olduğunu, önlem alınmazsa büyük bir felaketin geleceği yönündeki uyarılarını sürdürdü. Bakanlığın yanıtı her defasında aynıydı: “Merak etmeyin, bir sorun yok!”

POPÇU TARKAN’A BİLE LAF YETİŞTİREN BAKAN: ‘PROBLEM YOK’

Oysa Burdur gölü, gölü korumak ve yaşatmakla yükümlü olan Bakanın her açıklamasından sonra biraz daha ölüyordu. Pop müzik sanatçısı Tarkan bile dayanamayıp bir gün açıklama yaptı ve Burdur Gölü’nün yok olmasına engel olunmasını istedi. Bakan Eroğlu’nun, Tarkan’a da cevabı gecikmedi: “Burdur Gölünde korkulacak bir şey yok, inşallah yağmur ve kar yağınca göl seviyesi normale dönecek. Bir problem yok!”

YAŞAMIN KAYNAĞI HASTALIK SAÇAN BİR SORUNA DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

Burdur Gölü için yıllardır çaba harcayan onlarca idealist insan bu katı ve sorunu görmezden gelen tutum yüzünden umudunu yitirdi. Bir çoğunun hikayesi de farklı biçimde düş kırıklılarıyla dolu. Tek bir doğal varlığını bile korumak için çaba harcayan insanlarını küstüren bir ‘idare etme’ modeliyle yönetilen Türkiye’de doğal varlıkların yaşam için birer gelecek kaynağı olmaktan çıkarılarak birer hastalık ve sorun kaynağına dönüştürülmesi karşısında durumu içeriden yaşayanların dili tutuluyor, mantığı kilitleniyor, benliği çekiliyor. İnsanı kaskatı kesen bir akılsızlığın ve gerçek anlamda bir coğrafyaya ihanetle karşı karşıyayız. Çünkü adına vatan dediğiniz Nazım’ın dediği gibi kasalarınız ve çek defterleriniz değil, dağıyla taşıyla, suyuyla toprağıyla, kuşuyla ağacıyla, gölüyle deresiyle ve yanık yüzlü insanlarıyla koca bir yaşamın ta kendisi.

‘BÜTÜN BARAJ VE GÖLETLERİ YAPACAĞIZ’

Gölü korumakla yükümlü olan bakanlık sürekli eylem planı hazırlıyor, sürekli havza planı yapıyor ancak alınması gereken önlemler bir türlü alınmıyordu. Üstelik bunlara bir de Bakan Veysel Eroğlu’nun kente her geldiğinde ‘müjde’ olarak sunduğu göletler birer ikişer daha ekleniyordu. Bakan Eroğlu 9 Kasım 2015’te kentte yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “Buraya gelmemizin sebebi, Burdur Gölü’yle ilgili büyük çalışmalar yapıldı. Burdur Gölü Yönetim Planı hazırladık, bu planın çalışması yapıldı. Daha sonra Burdur Gölü Yönetim Planı Revizyonunu yaptık, bununla ilgili eylem planı hazırladık. Burdur için fevkalade önem arz eden bu eylem planının, hayırlı olmasını gönülden diliyorum… Islah edilmedik hiçbir dere bırakmayacağız. Bütün baraj ve göletleri yapacağız. İşte 50 tane baraj ve gölet yapıldı. Bu bir rekordur.”

DSİ, ÖLDÜRÜLEN GÖL İÇİN SON ÇAĞRIYA DA AYNI YANITI VERDİ

Burdur Gölü için yıllardır festivaller, şenlikler, yas törenleri ve onlarca seminer, toplantılar yapıldı. Sorun da çözüm de belliydi ve acilen çözüm için idarenin ‘irade’ gösterip harekete geçmeye başlaması gerekiyordu. Ancak o somut adım bir türlü atılmadı. Bu yaz iyice çekilen Burdur Gölü için uzmanlar son uyarılarını geçtiğimiz hafta yaptılar. Göldeki ölümcük yok oluşun geri dönülemez boyutlara ulaştığını bir kez daha belirterek yetkilileri, kamuoyunu göreve çağırdılar.

Yazının devamı ; https://odatv.com/goz-gore-gore-boyle-oldu-30091800.html

This entry was posted in DOĞA - ÇEVRE, Doga - Cevre - Ekoloji - Tarim, DOĞAL YAŞAM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *