HAYATIN İÇİNDEN * Denizden bir gemi öyküsü * ALARGA

Birgün PAZAR
15.04.2018
Semih Öztürk

ALARGA

Havalandırmak için açılan ambarın paslı kapaklarından çıkan gürültüyle uyandı. Kapaklar açıldığına göre kar durmuş olmalıydı. Limandan yükselen martı çığlıkları, demir alan bir geminin düdük sesine karıştı.

Kamaranın içinde kurumuş tükürük ve yanmış portakal kabuğu kokusu var. Duvardaki ipte asılı duran çamaşırlardan yükselen nemle birleşince her yana iyice sinmiş; yapış yapış olmuş, ekşimiş. Gemi sallandıkça koku da sallanıyor sanki. Görünmez bir ipin ucundan salkım saçak ortalığa saçılıyor. Kırk gün yıkasalar mümkün değil çıkmaz. Öyle ağır.

Günlerdir makine dairesinden gelen hırıltı demirin suya bırakılmasıyla birlikte susunca, Nazif’le Mesut hariç bütün mürettebat uykuya çekildi. Liman dolu. Yoğun kar yağışı sebebiyle sahadaki vinçler işlemiyor. Demirde kaç gün kalacaklarının bilgisi henüz gelmedi. Beklemek, soğuğun bıçak bilediği böyle havalarda can sıkıntısından başka işe yaramıyor. Uyku dışında çare kalmıyor haliyle. İnsan zamanı, zaman da insanı öldürüyor beklerken. Bazen bir hafta sürüyor, bazen bir yıl… Demirden evler taştan evlere benzemiyor. Bunu en iyi gemiciler biliyor.

Nazif, lombozdan görünen şehrin ışıklarını seyrederken tulumunun cebinden çıkardığı cigarayı yaktı. İlk nefesi yutup Mesut’a uzattı. Dudaklarının arasından ıslak bir “çıyk” sesi gelince üstelemedi. Suçunu gayet iyi biliyordu çünkü. Bir süre gözlerini Mesut’tan ayırmadı. Yüzündeki kızgınlık her halinden belli oluyordu. Libya’dan yola çıkmadan önce liman sahasında bulduğu kedi yavrusunu gizlice gemiye sokup ortak kamarada saklamıştı. Güya arkadaşlık edecek, büyük marifet! Gemiye hayvan almak nerede görülmüş? Diğer gemiciler de en az Mesut kadar rahatsız olmuştu olayı duyunca. Hastalık taşıma riski en tehlikelisiydi. Nazif bunu aklına getirmemişti. Üstelik demir aldıktan birkaç saat sonra patlayan hava, daracık kamaranın içerisinde oradan oraya savrulan hayvanın kemiklerinde gram derman bırakmamıştı. Kediden yayılan keskin sidik kokusu, havalandırmanın üflediği sıcak havayla birleşince iyiden iyiye çekilmez olmuştu.

Eski denizciler, “Gemi işi kumardan başka bir şey değildir,” der. Ya batarsın ya çıkarsın. Ortası olmadığı gibi avuntusu da olmaz. Dal yok budak yok. Açık denizde ne olacağını bir tek Allah bilir. Kara gözden kaybolunca bir yanın ölüme bir yanın yaşama yaslanır. Önce güvenlik derler ama çekene sormak lazım. Korkudan sinen hayvan da elinde olmadan bu gerçekle yüzleşmişti. İki hafta önce doğmuş olmalıydı. İncecik siyah tüylerinin arasından kemikleri sayılıyordu. Biçimsiz çenesinin üstünde top gibi duran pembe burnu, korkuyla inip kalkan göğsüyle aynı anda hareket ediyordu ve hiç durmadan çığlık çığlığa ağlıyordu. Mesut, hayvanı gördükçe sinirden kaşınıyor, durmadan söyleniyordu. Bütün bunlara aldırış etmeyen Nazif, Mesut’un tavırlarına hak verdiyse de belli etmek istemedi. Olan olmuştu artık. Liman sahasında tek başına görünce acımış, dayanamayıp kucaklamıştı yavruyu. Sağa sola bakınmış, ne annesini ne de kardeşlerini görebilmişti. Ağzı var dili yok hayvandan umduğu medet başına bela olmuştu. Zavallı kedi hiç durmadan miyavlamaya başlayınca gemicilerin de tadı tuzu kaçmıştı. Yine de bu kadar büyütmenin âlemi yoktu ona göre. Keyfi daha fazla kaçsın istemiyordu. Çaresiz birkaç gün dayanacaklardı. Limana yanaşınca da kurtulacaktı hayvandan.

Nazif, ikinci büyük nefesi içine doldurup bir süre durdu. Kalanını sararmış bıyıklarının üzerinden boşluğa doğru savurdu. Hafiften başı dönünce ağırlaştı. Gözleri küçüldü, neredeyse yuvalarında kayboldu. Kedinin saklandığı dolabın karşısına bağdaş kurup oturdu. Korkudan titreyen hayvanla göz göze geldiler o an. Öylece seyretmeye başladılar birbirlerini. Rahatsız oldu, belki de utandı. Gözlerini kaçırıp Mesut’a baktı. Battaniyesini burnuna kadar çekmiş, çoktan uykuya dalmıştı. Dolabın kapağında asılı duran aile fotoğrafına kaydı gözü. Annesi, babası bir de Nazif. Köydeki incir ağacının altında çektirmişlerdi bu fotoğrafı. O günü hayal etmeye çalıştı, beceremedi. İçi sıkıldı. Çektikçe filtreye yürüyen sigara ateşi limandan limana yol alan yük gemilerine benzeten babasını düşündü. Gerekmedikçe konuşmayan, kendi halinde, azıcık içince dökülüp saçılan bir adamdı. O da babası gibi gemici olmaya karar verince evdekilerle arası bozulmuştu. “Bir eve iki gurbet fazla,” diyen annesine hak verdiğinde ise iş işten çoktan geçmişti. Dile kolay, tam on yıldır denizdeydi. O gemi senin bu gemi benim çalışıp durmuştu. Gençliğinin yarısını gemilerde harcamıştı. Kediye bakınca anladı bunu. Hayvanın bakışlarındaki çaresizlik Nazif’in yüzünün ortasındaki boşluğa yapışıp kalmıştı. Kahredecek, pişman olacak, geri dönecek gücü yoktu. Çocukken babasının uzun yol seferleri için evden ayrıldığı akşamlarda kurulan sofra geldi gözünün önüne. Mercimek çorbası, köfte, pilav, salata… Veda yemeği yendiğinden haberi yoktu o zamanlar. Her şey oyun geliyordu. Büyüdükçe anladı, sonra o da katıldı aynı kervana. Bir kez olsun değişmeyen yemek düzenini, babasının evden üç gün boyunca çıkmayan kokusunu, annesinin kuytu köşelerde ağlayıp sızlayan halini düşündü. Hatırladıkça kötü oldu. Gözlerini fotoğraftan kaçırdı, bir kez daha kediyle göz göze geldi. Bu pislik kokan basık kamaranın içerisinde sıkışıp kalmışlardı. Her şey eğilip bükülerek üzerine doğru geliyordu. Birden ağlamaya başladı Nazif. Ne olup bittiğini anlayamayan hayvan da onunla birlikle ağlıyordu şimdi. Önce kimse duymasın diye içine içine hıçkırdı, bir süre sonra da bağırmaya başladı. İplerini salmıştı artık. Uyudu.

Havalandırmak için açılan ambarın paslı kapaklarından çıkan gürültüyle uyandı. Kapaklar açıldığına göre kar durmuş olmalıydı. Limandan yükselen martı çığlıkları, demir alan bir geminin düdük sesine karıştı. Kamaraya sızan güneşin tavana vuran aydınlığını seyretti bir süre. Mesut yatağında yoktu, kahvaltıya çıkmış olmalıydı. Koku yüzüne vurunca bir kez daha midesi bulandı, geceyi hatırladı. Parça parça görüntüler gözünün önünden geçti.

Canı sıkıldı. Bağdaş kurduğu yerde uyuyup kalmıştı. Yerinden doğrulmak için uyuşan dizlerini ileriye doğru uzatacaktı ki yavru kedinin bacakları arasında uyuduğunu gördü. Çaresiz kalan hayvan sıcak bir yer aranmış olmalı diye düşündü. Karnı iyice acıkmıştı. Kedi de sakinleşip uyuduğuna göre mutlaka bir şeyler yerdi. Usulca ellerinin arasına aldığı yavruyu kendi yatağına yatırıp yavaşça kamaradan çıktı. Ona su ve yiyecek bir şeyler getirecekti. Biraz önce duyulan martı çığlıkları şimdi daha da yakınlardaydı.

https://www.birgun.net/haber-detay/alarga-212193.html

This entry was posted in DENİZ VE DENİZCİLİK, EDEBİYAT - ANI - ÖYKÜ - ŞİİR, HAYATIN İÇİNDEN. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *