Değerli okur,
3 Mart 1924 tarihinde HİLAFET KALDIRILDI. Günümüzde AKP’nin fesli SÖZDE tarihçileri ve benzerlerinin tarihimizi saptırarak tüm Dünyada saygı gören büyük devlet adamı ve zaferler kazanmış bir komutan olan Mustafa Kemal Atatürk’ü , Lozan’ı , aydınlanma devrimlerini , Cumhuriyet tarihini saptırarak değersizleştirmeye çalıştıkları bir dönem içindeyiz.
Dünyada hiç bir ülke yoktur ki , kendilerine bağımsız bir devlet kuran , Ülkemizi işgal eden ve O dönemin en güçlü ,silahlı ülkelerini yenen ULUS KAHRAMANINI ve ASKERİ , SİYASİ başarılarını, kısa bir zaman sürecine sığdırdığı AYDINLANMA DEVRİMLERİNİ değersizleştirmeye çalışan hainler bizde olduğu kadar çok olsun.
Ve Dünyada hiç bir siyasetçi yoktur ki , İşgal ettikleri makamlara gelmelerine neden olan Cumhuriyet rejimini kurarak eşitçilik sağlayan imkanlarla kendilerine yol veren Devlet adamına hakaretler eden , iftiralar atan hainleri Devlet kadrolarından ağırlasın , kamu kaynaklarıyla bu hainleri beslesin.
AKP iktidarının kamu yönetimine atadığı kadrolarındaki görevlileri ve örtülü ödenekten beslediği yandaş hain basın mensupları el ele LAİK CUMHURİYETİ yıkmaya çalışmaktadır.
DEVLET bir SİYASİ PARTİYE dönüşmüştür. Bazı KAMU YÖNETİCİLERİ ve ALT KADROLARI ve KAMU KURUMLARININ TAMAMI DEVLET SIFATINI KAYBETMİŞ ve AKP İKTİDARININ ORGANLARI HALİNE GELMİŞTİR.
Bu nedenle 2019 seçimleri Ülkemizin BEKASIYLA doğrudan bağlantılıdır. Çıkartılan O’hal yasalarıyla 2019 seçimleri için hileye açık tabanlı bir alt yapı hazırlanmıştır.
Bu derin karmaşa içinde Ülkemiz , AKP’nin yanlış politikalarıyla oluşturulan ve terörü besleyen siyasi karar ve eylemlerinin sonucu Suriye’de büyük askeri operasyonlara girişmek zorunda kalmıştır. Şehit olan gençlerimizin sorumlusu iktidarın yanlış dış politikalarıdır.
Cumhuriyet tarihimizin çarpıtılmaya çalışıldığı bu süreçte 1984 yılı Mart Ayından Milliyet gazetesinde Ömer Sami Coşar tarafından Fransız belgelerinden alınmış olan önemli bir yazı dizisini Hilafetin Kaldırılışının Fransız Belgeleriyle Perde Arkasını 6 Bölümde sizlerle paylaşacağım .
Naci Kaptan / 04.Mart.2018 – Güncellendi 01 Şubat 2022
Milliyet – Ömer Sami Coşar – 3 Mart 1984
Hilafetin Kaldırılışının
Fransız Belgeleriyle Perde Arkası-1
Başlarken
Hilafet 3 Mart 1924 günü kaldırılmıştı. Bu önemli olayı, gazeteci araştırmacı Ömer Sami Coşar’ın Fransız kaynaklarına da dayanan ve şimdiye kadar gün ışığına çıkmamış hususları da içeren ilginç bir araştırmasıyla beraber yayınlıyoruz.
Bu araştırmada hilafetin kaldırılışı sırasında geçen ve bugüne kadar gizli kalmış olan bazı olayların perde arkasını ve hilafet konusunda ilginç gelişmeleri bulacaksınız. Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul’a gönderilen Refet Paşa arasında gizli konuşmalar yapılır
Abdülmecid, General Pelle’ye akıl danışıyor
1922 yılı Kasım ayının ikinci yarısı… İstiklâl Savaşı zaferle son bulmuş. Düşmanla el birliği yaparak milletine karşı cephe alan Osmanlı padişahı Vahideddin (V. Mehmed) bir İngiliz savaş gemisine binerek yurttan firar etmiş! Ne sultan kalmış, ne halife!
Milleti temsilen Türkiye Büyük Meclisi ve hükümeti var. Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa ve onun yolunda, ona güvenerek yürüyenler için beklenilen değişiklik kendiliğinden olmuştur, geriye dönüşe de lüzum yoktur. Paşa, Samsun’da başlattığı kavganın, Anadolu’nun düşmandan temizlenmesi ile son bulduğunu kabul etmemektedir. Hedefi vatanda geniş ve köklü bir düzen değişikliği yapmak, asırların getirdiği yıpranmış, köhne bir sistemi yıkıp atmaktır. Yalnız karşısında oldukça kuvvetli bir muhalefet var!
Saltanatsız, halifesiz Türkiye’nin yaşayabileceğine inanmayan kişiler! Bunların arasında İstiklâl Savaşı’nın namlı paşaları da var. Kimsenin dili varmaz bunlara “vatan haini” demeye. Fakat bunlar, eskiye bağlarını koparmayan, birtakım hakikatleri Gazi gibi görmek istemeyen kişiler. Tarih bunun için onları şanlı hatıraları ile baş-başa bırakmış ve Gazi Mustafa Kemal’i de Atatürk yapmış…
Gazi Mustafa Kemal Paşa, saltanatı lağvettikten sonra, yeni halife konusunda Abdülmecid Efendi ile Refet Paşa aracılığı ile temas ediyordu. Aslında Mustafa Kemal’in Osmanlı hanedanından kalan bazı kişilere hiç güveni yoktu…
Gazi, 1 Kasım’da saltanatı lağvetmiş, aynı zamanda, bütün arzusuna rağmen, hilafetten de yurdu kurtaramamış. Meclis yeni bir halife seçecek denmiş… Halifesiz Türkiye kurulmaz diyenler geçici galebelerine sevinmişler. Osmanlı hanedanından gelecek yeni halifeye öylesine peşin güvenenleri var ki:
REFET PAŞA’NIN ARACILIĞI
TBMM bu halifeyi seçecek! Bu da muhtemelen Abdülmecid Efendi olacak. TBMM Başkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa ile Meclis’in İstanbul’a yolladığı temsilcisi Refet Paşa arasında telgrafla gizli konuşmalar yapılır. Hilafet makamına oturacak bu kişinin ileri de padişahlık iddiasında bulunmayacağına dair açık söz vermesi lâzımdır, hatta elinden bir de senet alınmalıdır. Mustafa Kemal’in, Osmanlı hanedanının bu artıklarına hiç güveni yoktur. Refet Paşa’ya çektirdiği şifre telgrafta der ki; “Gayet mahrem bir tarzda Abdülmecid Efendi ile konuşun, hislerini, görüşlerini öğrenin ve bize bildirin.” Saltanatın lağvından sonra yeni bir halifenin seçimi söz konusu olduğunda Abdülmecid Efendi’nin adı akla geliyordu..
TBMM Başkanı bu işin çok gizli tutulduğunu, hükümet üyelerinin dahi bundan haberdar bulunmadığını, yalnız Başbakan Rauf Bey’in gelişmeleri takip etmekte olduğunu da Refet Paşa’ya bildirir. Fakat Mustafa Kemal ile müstakbel halife arasında, Refet Paşa’nın aracılığı ile cereyan eden bu son derece mahrem temaslardan devamlı şekilde haberdar bir kişi daha var! Fransız devletinin İstanbul’daki Yüksek Komiseri General Pelle!
Abdülmecid Efendi, yabancı bir devletin temsilcisine, TBMM Başkanı’ndan kendisine ulaşan teklifleri duyurmakta, akıl danışmaktadır. Bir ara Ankara’dan gelen bu teklifleri kabulde mütereddittir. General Pelle sonunda onu, bu teklifleri kabule razı edecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi 18 Kasım günü Abdülmecid’in hilafet makamına oturtulmasını görüşür ve gizli bir celsede meseleyi karara bağlar. O akşam Mustafa Kemal Paşa Refet Paşa’ya, halifenin ne sıfat kullanacağını, kıyafetinin ne olacağını bildirir. Halifenin, Sultan Fatih gibi sarık sarması teklifi reddedilir. Daha bazı şartlara da boyun eğmek zorundadır Abdülmecid. Fransız generali Pelle’nin 19 Kasım günü Paris’e yolladığı iki uzun telgraf, Gazi Paşa’nın bu Osmanlı halifesine güvenmemekte ne kadar haklı olduğunu ortaya koyan açık delillerdir.
ABDÜLMECİD’İN FRANSIZ DOSTLUĞU
Pelle; “Son derece acele” kaydı ile o gün Paris’e ulaştırdığı ilk telgrafta Abdülmecid’in Ankara ile olan gizli temaslarından sefareti devamlı haberdar tuttuğunu belirtir. Halifenin, Fransa devletinin İstanbul’daki temsilcisine güveni sonsuzdur! Pelle şunları yazar: (1)
“Abdülmecid Efendi’nin hilafet makamına oturacağı artık katileşmiştir. Bu sonuç, Fransa’nın menfaatlerine en uygun sonuçtur. Mecid Efendi her zaman memleketimize karşı büyük dostluk beslemiştir. Fransız fikir hayatına, edebiyatına bağlılığı kuvvetlidir. Bir zamanlar İngilizlerle dostluk kurma yoluna da sapmış ise de şimdi yeniden ve tamamiyle bize dönüktür. Geçen 2 Kasım’daki davranışı da buna delildir. Cihan Savaşı’nda ölen askerlerimizi anma törenine başyaverini yollamış ve kendi adına da mezarlarına çelenk koydurtmuştur! Abdülmecid Efendi ile özel ve çok samimi bağlarım var. Eşi prensesi takdim ettiği tek Avrupalı benim. Eşimle kendilerini sarayda birçok defalar ziyaret ettik.”
YENİDEN SEÇİLME Mİ, TANIMA MI?
Aynı günün gecesi General Pelle (saat 21.45 – çok gizli) kaydı ile hükümetine bir telgraf daha yollar. Bir noktanın henüz anlaşılamadığını belirtir. Halifenin önem verdiği bir nokta olacak bu:
“TBMM Abdülmecid’i halife mi seçmişti yoksa halife olarak mı tanımıştı.”
General Pelle, bu konudaki şüphelerine rağmen Mecid Efendi’nin Ankara’nın kararına uyduğunu, halifeliği kabul ettiğini müjdeler ve şunları yazar Paris’e;
“Haber henüz resmen açıklanmadı. Daha önceki telgraflarımda da size duyurduğum gibi, halife ile Ankara arasındaki bütün görüşmelerden başından itibaren haberdardım. Halifenin bana gösterdiği bu itimatdan, lüzum hasıl oldukça faydalanacağım… Bizlere karşı ilgisiz kalmasına imkân yoktur. Her ne kadar halifenin yetkileri şimdilik sınırlandırılmış gibi görünüyorsa da, bu haliyle de sempatilerini kazanmış olmamız bize ancak fayda sağlar. Selefi, İngilizlerin elinde bir esirden başka şey değildir.”
Yüksek Komiser, “Hükümdarın eninde sonunda siyasi kuvvete de yeniden kavuşacağına” inanmaktadır. Birçok delillerin bu görüşünü kuvvetlendirdiğini ekler. Yalnız bu delillerin nelerden ibaret olduğunu açıklamaz, Fransa’nın, sonucu güvenle beklemesi gerektiğini önemle kaydeder. Ayrıca der ki: “Yetkileri sınırlandırılmış bir halde iken de Abdülmecid’den faydalanmamız mümkündür!”
Fransa’nın İstanbul’daki Yüksek Komiseri General Pelle, Abdülmecid Elendi ile temas ediyor ve bunların sonucunu ülkesine bildiriyordu. Pelle, Abdülmecid ile “çok samimi” ve “özel” bağları olduğunu da belirtir…
General Pelle’nin hükümetine son bir tavsiyesi var:
“Yeni halifenin müşkül durumlara düşürülmemesine özellikle dikkat edilmesi şarttır. Fransız gazeteleri, Abdülmecid’in Fransa’ya karşı beslediği dostluktan çok ihtiyatlı bir şekilde bahsetmelidirler. Ziyadesiyle bu dostluğuna değinmezlerse, halifeyi müşkül durumlara düşmekten kurtarmış olurlar!”
ABDÜLMECİD FRANSIZLARA GÜVENCE VERİYOR
Birkaç gün sonra, 26 Kasım’da, Pelle bir telgraf daha yollar. Abdülmecid’in göreve başlarken ettiği yeminden bahseder, Büyük Millet Meclisi’ne sadık kalacağına dair sözlerini hatırlatır ve der ki;
“Benimle olan özel konuşmalarda halife değişik bir dil kullanıyor! Baş tercümanımı saraya yollayarak kendisinden yeniden mülakat rica etmiştim. Halife, gelenin sefaretin yalnız baştercümanı olmasına rağmen huzura kabulde ısrar etmiş, kendisi ile konuşmuştur. Kendisine, Fransa’nın büyükelçisi ile sık sık buluşup konuşmak alışkanlığını katiyen kaybetmemek niyetinde olduğunu söylemiş, Fransa’ya olan bağlılığını, hayranlığını, minnettarlığını tekrar teyit etmiştir.”
Generale göre, Abdülmecid baştercüman Cuinet’ye der ki:
“Mösyö Poincarre’nin parlamentoda imparatorluğumdan bahsederken kullandığı lisan beni çok duygulandırdı. Bana güvenebilirler. Fransa ile Türkiye arasında samimi bir dostluğun sağlam temellerinin atılması için hükümetim nezdinde her türlü müdahaleleri ve tavsiyeleri yapacağıma inanmalıdırlar.”
Yüksek Komiser şu sonuca varır:
“Halifenin siyasi bir rol oynamaktan vazgeçmediği açık açık görülüyor. Kendi tarafından yarın kabul edileceğim.”
Ertesi günü General Pelle ve İngiliz Komiseri Henderson, peşi peşi sıra Abdülmecid’in huzuruna girerler. Yalnız bu defa ziyaretler bilinmektedir; Ankara temsilcisi Dr. Adnan da oradadır, önemli bir konuya temas edilmez.
ANKARA’DA MÜCADELE
Aradan iki gün geçer, ne gibi haberler sefarete ulaşmıştır? Fransız Yüksek Komiseri yeniden konuya değinen uzun bir telgraf hazırlar ve bunda şöyle der;
“Barıştan sonra, şimdi Ankara’da duruma hâkim olan paşalarla İttihat Terakki’li politikacıların arasında mücadele başlayacaktır. Seçim mekanizmalarını ve devlet memurlarının çoğunluğunu ellerinde bulunduran tecrübeli politikacılar olan İttihatçılar eninde sonunda durama hakim olacaklardır. Muhtemeldir ki sultan-halife o zaman anayasal bir hükümdar olarak, eskisi gibi, tekrar tahtına oturtulacaktır.” (2)
Generale göre, Mustafa Kemal Paşa’nın İttihatçılar tarafından devrilmesi muhakkak gibidir ve bunun için de Fransa şimdiden Abdülmecid’i şiddetle desteklemelidir. Halife koyu bir Fransız taraftarıdır ve Türk milliyetçiliğinin de göz bebeğidir! Onu desteklemek, yeniden padişah olmasını sağlamak Fransa’nın menfaatlerine çok uygundur.
Fransız temsilcisine göre, Abdülmecid’in temin etmesi muhtemel bir mühim sonuç da şu olacaktır: Ankara’daki müfrid görüşlü olanları bertaraf ederek bütün mutedil görüşlü kişileri bir araya getirmek! “Müfrid” denilen yeni büyük devletlerin her türlü müdahalelerini reddeden, tam bağımsızlık isteyen kişilerinde başında Gazi Mustafa Kemal Paşa vardır.
(1) Fransa Dışişleri Bakanlığı arşivi (F.D.B.A.) Turquie; Cilt. 110 (Affaires Religieuses Elections du Nouveau Halife)
(2) (F.D.B.A.) Aynı cilt
Hilafetin Kaldırılışının Fransız
Belgeleriyle Perde Arkası-2
Abdülmecid’in gözü Anadolu’da
İstiklâl savaşı zaferle biterse Vahidettin’in tahtını koruyamayacağını hesaplayan Abdülmecid umutlanıyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın yetkilerini uzatan yasa Mecliste görüşülürken bazı mebuslar M. Kemal’e karşı tavırlarını ortaya koymuşlardı.
GAZİ Mustafa Kemal Paşa’nın kurmayı aklına koyduğu yeni devlet için, hakikaten büyük bir tehlike imiydi Abdülmecid Efendi? Gazi Paşa’ya rağmen, saltanatı yeniden kuracak bir güce mi sahipti? 57 yaşına varan bu adamın ömrü saray duvarlarının gerisinde, yarı hapis halinde geçmişti. Çocukluğu korkularla doluydu. Daha sekiz yaşında iken Babası Sultan Abdülaziz’i tahttan indirmişlerdi. Hemen sonra, kimine göre intihar etmiş, kimine göre katledilmişti! Büyük kardeşi Yusuf İzzettin, bileklerini makasla keserek hayatına son vermişti. Bundan sonra Mecid Efendi, resim yaparak veya piyano başında ya da yabancı gazeteleri okuyarak durgun hayatını sürdürmüştü. Son padişah Vahidettin, Malta Adası’nda İngiliz bayrağının gölgesinde nihayet kendini emniyette hissettiği ilk günlerde, Mecid Efendi’nin seçimini duyuyor, berberi Şükrü’ye diyordu ki; ”Bizim budala, demek saltanatsız Hilafet’e razı! Yani bir tekke şeyhi olacak!”
FRANSIZLARA GÖRE, ABDÜLMECİD’İN HAYATI
Abdülmecid bir budala mıydı? Kendisi ile yakından ilgilenen Fransız Büyükelçiliği’nin istihbarat subayı, onun bir hayat hikâyesini hazırlamıştı. Elçilik arşivindeki dosyalardan çıkarılan bu hayat hikâyesinin en ilginç yönü şuydu:
“1908 Meşrutiyet ilânından sonra Abdülmecid, İttihatçı subaylara sokulmak; onların gözüne girmek için teşebbüslerde bulunmuş, kendisini bir Meşrutiyet aşığı olarak göstermeye dikkat etmiştir. Her fırsatta koyu bir Meşrutiyetçi olarak ortaya atılmıştır. Yalnız İttihatçılar Abdülmecid’e güvenememişlerdir. Onu, “fazlasıyla diplomat, fazlasıyla kurnaz” bir kişi olarak tanımışlardır. Bunun içindir ki, Abdülmecid’i bir yana bırakmışlar ve istibdatcı, saltçılık yanlısı, bağnaz olduğunu bile bile Vahideddin’i veliaht durumuna getirmişlerdir.”
Halife Abdülmecid, Mustafa Kemal’in zafere ulaşmasından sonra, Vahideddin’in yerini koruyamayacağını ve sıranın kendine geleceğini düşünüyordu.
Mustafa Kemal Paşa da 1908 İhtilâli’ni yapan genç subayların arasındaydı. Şüphesiz ki Abdülmecid’i o da yakından tanıyordu. Abdülmecid’in, İstiklâl Savaşı’nın sürdüğü ve Anadolu ordusunun ilk galebelerini elde ettiği günlerdeki davranışları da onun ne derece kurnaz olduğunu ortaya koyuyordu. Bir ara oğlunu Anadolu’ya yollamış, Ankara ile bağlar kurmak istemişti. İşgal altındaki İstanbul’da, sarayı ve tüm hareketleri İngilizler tarafından devamlı bir şekilde takip edilirken, bu gibi teşebbüslere yalnız kendi inisiyatifi ile girişmesi ne imkân olabilir miydi? Bir takım güçler ona yardımcı olmuş ve hatta yönetmemiş miydi?
KURNAZ VE SİNSİ
Kurnaz bir adamdı Abdülmecid. Kurnaz olduğu kadar sinsiydi. İntihar eden ağabeysi Yusuf İzzettin’deki akli dengesizlikler onda yoktu. İstiklâl Savaşı zaferle son bulursa Vahideddin tahtını muhafaza edemezdi. Anadolu ise saltanatsız halifesiz yaşamazdı. Demek ki sıra ona gelecekti. Bu hesapları tek başına mı yapmıştı? Yoksa bir yabancı devletin bunda kendisine yardımları da var mıydı?
Gazi Mustafa Kemal daha o yıllar da Abdülmecid’in bu oyununu sezmiş, İstanbul’dan yolladığı oğlu Ömer Faruk’u Anadolu’nun sınırından geri göndermişti. Anadolu’nun ne sultana ve ne de halifeye ihtiyacı vardı. İstiklâl Savaşı daha sonuca varamadan umduğuna kavuşamayan Abdülmecid şimdi Anadolu’nun kahramanı, Türk milletinin göz bebeği, yurdun kurtarıcısı Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı tek başına altedebilir miydi? Yeni halife buna inanacak kadar budala değildi. Ona gene de ümit veren, onu cesaretlendiren birtakım güçler vardı ortada. Bu güçlerin Abdülmecid’e, Abdülmecid’in de bu güçlere ihtiyacı vardı. Onları birleştiren gaye birdi:
– Mustafa Kemal Paşa’yı altetmek, her ne pahasına olursa olsun tesirsiz hale getirmek. Kışlasına dönmesini, yurdu idareye devamdan vazgeçmesini sağlamaktı!
Mustafa Kemal Paşa’ya karşı bu kavgayı çoktandır sürdüren bu birtakım güçlerin büyük bir noksanı vardı. Gazi Paşa’ya karşı birleşirken bir bayrağa ihtiyaç duyuyorlardı. Zaferin kahramanına karşı o sırada bir bayrak bulmak kolay değildi. İşte bu düşünceler, bu entrikalar o birtakım güçlerle, Abdülmecid’i birleştirecekti. Halife bayrağı altında Gazi Mustafa Kemal’e karşı! Ve ne acıdır ki, halife bayrağı altında, İstiklâl Savaşı’nda sonuna kadar görevini yapmış tertemiz kahramanlar, paşalar da toplanacaklardı. Gazi’ye karşı… Abdülmecid’in yanında…
TEHLİKELİ GÜÇLER
Yurt için en büyük tehlike bu güçlerden geliyordu. Ve bunlarla halife işbirliğine koşacaktı. Bir kısmı öz menfaatleri peşindeydi! Fakat bir kısmı da, Mustafa Kemal Paşa’nın kendileri ne anlatmaya, göstermeye çalıştığı hakikatleri bir türlü kavrayamayacak, göremeyecek kadar kör insanlardı… Bu güçler, bu vatan için ne derece tehlikeli oyunlara girişebileceklerini, Mustafa Kemal’den kurtulmak için neler yapmaya muktedir olduklarını savaşın içinde, Büyük Taarruz’dan birkaç ay önce açık açık göstermişlerdi. Bu milletin üç yıldır süren fedakarlıklarını birden hiçe indirmek pahasına…
Naci Kaptan Ara not ;
TBMM’de GAZİ PAŞAYA MUHALİF OLAN
İTTİHATÇI KARA VASIF (Karakol) KİMDİR ?
Kara Vasıf, Vasıf Karakol (1872 – 9 Aralık 1931, İstanbul), Türk asker ve siyaset adamı.İttihat ve Terakki içinde faal bir çizgi izlemiş, İstanbul’un işgali üzerine ilk gizli direniş örgütü olan Karakol Cemiyeti’ni kurmuş, Son Osmanlı Meclisi Mebusanı (1920) ve TBMM 1. Dönem’de milletvekilliği yapmıştır.
Türkiye’nin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na girmiş, İzmir suikastı sanığı olarak yargılanıp aklanmıştır.23 Kasım 1921’de Sivas Mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine girdi. Mecliste 2. Grup içinde yer aldı. Mustafa Kemal’e yönelttiği eleştirilerle dikkati çekti. 1923’te yenilenen TBMM’nin 2. Dönem’ine aday olmadı. 1925’te muhalefetin siyasal örgütü olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına girdi ve genel sekreterliğe getirildi. 1926’da Mustafa Kemal’e düzenlenmesi planlanan İzmir Suikastı olayıyla ilgili olarak, birçok eski ittihatçı ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası yöneticisiyle birlikte tutuklandı. İstiklal Mahkemesindeki yargılama sonunda aklandı. ( https://tr.wikipedia.org/wiki/Mustafa_Vas%C4%B1f_Karakol )
Devam edelim ;
En tehlikeli oyunlarını 5 Mayıs’ta sergilemişlerdi. Meclis’te çoğunluğa yakın kişileri de kandırarak Başkumandanlık Kanunu’nu uzatmamaya kalkışmışlardı. Elebaşılarından biri, İttihatçı Kara Vasıf ;
“Sakarya’dan beri ordu kıpırdayamıyor, kıpırdayamayacak” derken alkışlanmıştı.Ordunun kıpırdayamamış olmasından bahsedilmesi mi bu Meclis üyelerini alkış tutmaya sürüklemişti? “Milleti rezil ediyorlar” diye bir Erzurum Mebusu Hüseyin Avni, her fırsatta Mustafa Kemal’e kinini kusan bir eski subay, Selahattin Bey! O da;
– Taarruz edecek misiniz? Diye Mustafa Kemal Paşa’ya sormuş, Başkumandan da kendisine:
-Taarruz edeceğiz, demiş. Fakat zaman geçmiş, taarruza geçilememiş, demek ki Selahattin Bey haklı ve Mustafa Kemal haksız… Başkumandanlığı, yetkileri kısılarak uzatılsın…
Başkumandanlık Kanunu ortada kalmış. Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı gelmişler Mustafa Kemal Paşa’ya, istifalarını getirmişler. Sabretmelerini isteyerek Meclis’e gitmiş ve savaş halinde ordudan bahsedecek, gizli celse istemiş.
Naci Kaptan Ara not ;
HİLAFETİ SAVUNANLAR Afyon milletvekili Hoca Şükrü Efendi
“Aynı cephede bulunup hilafeti savunanlar, saltanatın kaldırılması (1 Kasım 1922) ve Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923) dönemlerinde önemli hareketlere giriştiler. 17 Kasım 1922’de yurdu terk eden Halife padişah Vahdettin’in yerine, ertesi günü yeni halifenin seçimi sırasında, seçilecek halifenin yetkilerinin, padişahın boşluğunu doldurabilecek şekilde fikirler öne sürülmüş, hatta, Afyon milletvekili Hoca Şükrü Efendi yayınladığı kitapçıkta (Ocak-1923), Halifenin dünyanın dört bir yanına yayılmış, çeşitli ırktan üç yüz milyonluk İslam âlemine sözü geçecek bir devlet başkanından söz etmiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra da basın kanalıyla Halife Abdülmecit Efendi’nin görevden çekileceği söylentisini yaymak suretiyle ;
“manevi hazineye (yani halifeliğe) saldırmak isteyenler Türk’ü çekemeyen Müslüman Uluslar değil, biz Türkler kendimiz, kendi elimizle bu hazinenin elimizden temelli çıkarılmasıyla sonuçlanabilecek girişimlerde bulunuyoruz !” gibi yazılar yayınlanmıştır.” http://www.3sutun.com/isikliyol/3martyasalari.html
Devam edelim ;
Afyonkarahisar Mebusu Şükrü Hoca sinirlenmiş bu teklife. Saltanatçı, halifeci Hoca bağırmış:
”Milletten neyi saklıyorlar. Aleni celsede söylesinler söyleyeceklerini. Millet de duysun, öğrensin!”
İşte zaferden sonra Abdülmecid’in etrafında kenetlenecek grubun adamları bunlar!
Gazi Paşa, söyleyeceklerini düşmanın duymasının ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmış, askeri bilgiyi, savaş devam ederken, ulu orta, açık açık ortaya dökemeyeceğini belirtmiş, konuşmuş ve nihayet Meclis’in bir çoğunluğunu yanına çekmiş, Başkumandanlık Kanunu, tüm yetkileri ile bir-üç ay için yeniden uzatılmış… Bu kişilerin Mustafa Kemal’e karşı öylesine kinleri vardı ki, durmamışlardı. Bir tehlikeli oyun daha hazırlamışlardı. Sanki bunlara göre Türkiye için en büyük tehlike ne Yunan ordusu, ne İngiltere, ne Fransa ve ne de bunların işgal kuvvetleri idi. Bu büyük tehlike, onların nazarında Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan geliyordu. Ne pahasına olursa olsun, Mustafa Kemal’in yetkilerini iyice kısmak lâzımdı.

Hilafetin Kaldırılışının Fransız Belgeleriyle Perde Arkası-3
Fransa’nın Ankara’daki temsilcisi Albay Mougin Paris’e telgraf çeker:
“Meclis, Mustafa Kemal’in yanında değil“
İngiltere savunma Bakanlığı’nın kanaatine göre; Mustafa Kemal’in yetkileri daha da kısılacaktır. M. Kemal’e karşı grubu idare edenler. Rauf(Orbay), Celaleddin Arif ve Vehbi’dir.
ANKARA’dan gelen haberler o gün Londra’da Lloyd George’un sekretaryasında sevinç yaratmıştı! 1922 yılı Temmuzunun ikinci yarısındaydık. İngiltere başbakanının Yunan taraftarı politikasına yapılan saldırılar son zamanlarda şiddetlenmişti. İngiliz ordularının Genelkurmay Başkanlığı’na yükselmiş Mareşal Wilson gibi şahsiyetler dahi Lloyd George’un bu siyaseti ile kime hizmet ettiğini anlayamıyorlardı. Mareşal diyordu ki:
“Anadolu’da savaşı devam ettirmek, Yunanlıları bu şekilde inatla desteklemek, İngiliz menfaatlerine uygun değildir. Britanya İmparatorluğu en geniş İslâm ülkesidir. Müslüman vatandaşları, milyonlarca insan, başbakanımızın bu politikasından şikâyetçidirler.”
Bir başka İngiliz generali Towshend, Anadolu’da Mustafa Kemal’in ordusunu yakından gördüğünü, son derece disiplinli, silahları tamamlanmış bir kuvvet teşkil ettiğini açıklamış ve Yunan ordusunun hezimete uğramaya mahkûm olduğunu belirterek Anadolu’da savaşın yeniden patlamasına mutlak olarak mani olunmasını istemişti (1).
Yok yere kan dökülmesi bu şekilde önlenebilecekti. Yeni bir savaşa gerek kalmadan, Anadolu’nun boşaltılmasını savunanlar, Avam Kamarası’nda da çoğalıyordu.
Lloyd George ve kabinesi, belki de bu gelişen baskı altında Mustafa Kemal’in şartlarına boyun eğecek, Yunan ordusunun Anadolu’dan çıkıp gitmesi için ciddî teşebbüslere girişecekti. Onbinlerce insanın ölmesi, yaralanıp sakatlanması, şehirlerin yakılıp yıkılması, kış arifesinde yüzbinlerce kişinin evsiz barksız kalması ihtimalleri iyice zayıflamıştı. İngiltere Başbakanı Lloyd George’un Yunan yanlısı politikası eleştiriye uğruyordu. İngiliz ordularının genelkurmay başkanlığına kadar yükselmiş Mareşal Wilson (sağda) gibi şahsiyetler dahi, bu siyaseti yadırgıyordu. Fotoğrafta, Mareşal Wilson, Fransız Mareşali Foch ile.
Mustafa Kemal Paşa bu savaşı hiç istemiyordu. Fakat hazırdı savaşa. Açık açık ilân ediyordu bunu. Onun teklifi üzerine, barışı kurtarabilmek için son bir teşebbüs yapılıyor ve Meclis kararı ile İçişleri Bakanı Fethi Bey Avrupa’ya yollanıyordu. Paris’e ve özellikle Londra’ya son barış çağrılarını yapacaktı.
Başkumandanlık yetkilerine karşı
Aradan üç gün bile geçmemişti.. Mustafa Kemal Paşa’nın başkumandanlık yetkilerini ellerinden almak için iki ay önce çırpınmış olan aynı kişiler, bu defa gene Mustafa Kemal’in şahsını hedef tutan ikinci bir darbeyi planlıyorlardı. Tek hedefleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın bazı yetkilerini ellerinden almaktı. O sırada sanki Meclis için en âcil mesele buydu! Bu yetkilerin o haliyle devamını bu beyler kendilerine hakaret sayıyor, Meclis’in haklarına kavuşması kavgasını sürdürdüklerini iddia ediyorlardı.
Mustafa Kemal Paşa ise, hemen bir buçuk ay sonra patlayacak Büyük Taarruz’un hazırlıkları ile meşgul olurken…
Sonraları saltanatın kaldırılmasına ağlayacak, hilâfeti ve halifeyi kurtarabilmek için her çareye başvuracak bu milletvekilleri grubu, 8 Temmuz’da ne kadar sevinçli idiler. Meclis Başkanı’nın, Gazi Mustafa Kemal’in, hükümetin ve üyelerin Meclis tarafından seçiminde bundan böyle rol oynaması konusu olamayacaktı. Hükümeti ve üyelerini gizli oyla Meclis seçecekti. Gazi Paşa’nın bundan böyle aday göstermeye hakkı yoktu. Anayasa’ya göre idareyi elinde tutan Meclis Başkanı ile hükümeti arasındaki bağlar koparılmıştı. Aslında fazla bir şeyi değiştirmiş olmu yorlardı. Yalnız ortada bir jest vardı! Ve bir şeyler kazanmışlardı. Neydi kazandıkları?
Paris’e giden telgraf
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 8 Temmuz tarihli bu kararı, Anadolu’nun bir buçuk ay sonra yanıp yıkılmasında, onbinlerce Türk’ün şehit olmasında, büyük halk kitlelerinin sefalete düşmesinde acaba ne ölçüde tesirli olmuştur? Bu sorunun cevabı araştırılmalıdır.
Meclis’in kararından kısa zaman sonra Fransa’nın Anrkara’daki temsilcisi Albay Mougin, Paris’e yolladığı telgrafında şu bilgileri verir:
“Meclis’in aldığı karardan sonra hükümet üyeleri istifalarını verdiler. Meclis’te bir grup milletvekili Mustafa Kemal’i yıpratmaya çalışıyor. Bu faaliyetin başında Kara Vasıf ile İsmail Canbolat var. Mustafa Kemal’e karşı muhalefeti özellikle Kara Vasıf sürüklemektedir. Bundan sonra Meclis’in Mustafa Kemal’in yanı başında olduğunu söylemek zordur. Hatta söylenemez. Milletvekilleri bu defa ağır bastılar. Hükümet üyelerinin seçiminde hiçbir müdahale tanımıyorlar. Mustafa Kemal’in elinden yetkilerini aldılar!”
Londra’ya giden bilgiler
Fakat en ilginç tepkiler Londra’dan gelmişti. Londra’da görevli Fransız Ataşemiliteri General La Panousse 20 Temmuzlu telgrafında şu bilgileri vermişti (2):
“Millî Savunma Bakanlığı Entelijans Servisleri’nin Doğu Seksiyonu, Ankara’daki kabine değişikliklerini memnunlukla karşıladı. Yeni hükümetin kuruluş şekli, siyasî bir uzlaşmaya doğru atılmış çok mühim bir adım olarak addediliyor. Yeni kabinede İngilizlerin “mutedil” kişiler olarak gördükleri şunlardır:
—Rauf Bey: eski bir bahriye subayı, Meclis Başkan Yardımcısı.
—Fuad Bey: Sağlık Bakanı, Yusuf Kemal ile Avrupa’ya gelmişti.
— Celaleddin Arif: Adliye’ye getirilmiştir. Roma Sefiri.
— Kâzım: Ticaret Nâzırı.
— Vehbi Efendi: Eğitim Bakanı, Bekir Sami ile Londra’ya gelmiştir.
İngiltere Savunma Bakanlığı’nda hâkim olan kanaate göre, Ankara’da idareyi ellerine geçiren bu “mutediller” Mustafa Kemal’in yetkilerini daha da kısmaya kararlıdırlar. Son zamanlarda bunlar çok kuvvetlenmişlerdir. Bu grubu idare edenler Rauf (Orbay), Celâleddin Arif ve Vehbi’dir. Grubun çoğunluğunu hocalar teşkil etmektedir. Muhafazakâr kişilerdir. Padişaha da bağlıdırlar. Entelijans servislerinin istihbaratına göre, Ankara’da iktidara gelen bu yeni grubun İstanbul hükümeti ile bir yakınlaşma yolu araması ve Müttefik Devletler’e karşı davranışlarında da “uzlaşıcı” çarelere başvurması ihtimalleri kuvvetlidir.”
Yunanlılara İngiliz öğüdü: “Biraz daha dişinizi sıkın”
Lloyd George’a yetmişti bu bilgiler! Bekleyecekti. Hatta Anadolu üzerindeki baskısını daha da kuvvetlendirerek… Nasıl olsa Ankara, Mustafa Kemal’in kontrolünden sıyrılıyordu ve savaş yerine konuşma yolları ile pazarlığa eninde sonunda yanaşacaktı. Hemen o günlerde Londra’ya gelmiş, ellerinde para kalmadığını anlatarak yeni krediler açılmadığı takdirde Anadolu’daki savaşı derhal durdurmak, işgal altındaki toprakları süratle boşaltmak zorunda olduklarını söyleyen Kral Konstantin’in bakanlarını; “Biraz daha dişinizi sıkın, sabredin, meselenin bir hal şekline bağlanması yakındır. Pazarlık masasına yakında oturulacaktır. Yunan ordusunun pazarlıklar sırasında Anadolu’yu işgal altında bulundurması bizim için büyük bir güç olacaktır.” diyerek, elleri boş, gerisin geri yollamışlardı Atina’ya!
Londra’dan bu şekilde ümitsiz geri gönderilenlerden biri Gunaris idi. Yenilgiden sonra Atina’da idareyi ele alanların astıklarından biri…
Fethi Bey Londra’da
Ağustosun ilk günlerinde Mustafa Kemal Paşa’nın temsilcisi Fethi Bey Londra’ya ulaşıyor, Lord Curzon veya Lloyd George ile temas arıyordu. Hiçbir önem vermemişlerdi ona. Hatta eski hükümetin bu İçişleri Bakanı’nın Ankara’da duruma hâkim olan yeni Meclis grubunca kurulmuş yeni hükümette de görevini muhafaza edip etmediğini araştırmışlar, müspet bir cevap almalarına rağmen gene de Fethi Bey’i kabul edecek, onunla barış konusunu görüşecek bir tek kişiyi karşısına çıkarmamışlardı. Fethi Bey’in, Anadolu’da yeniden savaşın çıkacağına dair sözleri ile alay etmişlerdi. Ankara’daki “mutedillerin”, “hocaların” böyle bir yola gidilmesine imkân vermeyeceklerine inanmış bir halleri vardı. Mutlak olarak uzlaşma arayacaklardı.
Meclis’teki bu grup, 8 Temmuz kararı ile düşman karşısında Başkumandanın kuvvetini, prestijini yıpratmıştı. Yurda ettiği zararın ölçüsü hesaplanamazdı… Bundan sonra İngiltere Başbakanı, Türkiye üzerindeki baskısını birden şiddetlendirme yoluna giriyordu. 4 Ağustos’ta yaptığı konuşma ile İstanbul üzerine yürüyerek Anadolu’yu korkutup sindireceğini, İstanbul’un da Yunan tarafından işgal edilmesi ihtimalinin Ankara’yı hemen uzlaşma yollarına getireceğini hesaplayan Yunan Kralı Kosti’nin bu delice planını açıkça desteklemiş, yeni savaş çağrılarında bulunmuştu. Bu nutuk, Atina’da şenliklere yol açmıştı.
Ve 22 gün sonra Anadolu’da yeniden kan dökülüyordu.
Büyük taarruza başlamaktan başka çare kalmamıştı Gazi Mustafa Kemal ile etrafındakiler için! Bu sonuca varılmasında birinci Büyük Millet Meclisi’nin saltanatçı, halifeci o grubunun hiç mi suçu yoktur?
(1) – General Tovvshend’in Anadolu’daki gezisinden Londra’ya dönerken Beyrut’ta General Gouraud ile yaptığı konuşmanın zaptı (F.D.B.A. Turquie; Cilt 190. Relations ave l’angleterre) 8 Ağustos 1922.
(2) – F.D.B.A. Turquie, Cilt: 97
Hilafetin Kaldırılışının Fransız Belgeleriyle Perde Arkası-4
Halife Abdülmecid, Osmanlı Bankası’nın Fransız Müdürü ile Ankara’nın yasağına rağmen ikili bir görüşme yaptı
“Fransa’ya hizmet edersem mesut olurum“
Abdülmecid Fransız Steeg’e şunları da söylüyordu:
“Bazı milletvekilleri bana geldiler, Meclisin kararlarını desteklediğime dair elimden imzalı bir kâğıt almak istediler. Reddettim.”
ABDÜLMECİD’in hilâfet makamına oturtulmasından sonra, ne kadar Mustafa Kemal aleyhtarı varsa cümlesi halifenin etrafında kümelenmeye başlıyordu. Bunların arasında, vatanperver oldukları kadar saf kişiler de vardı… Refet Paşa bunlardan biriydi!.. İstanbul’a Büyük Millet Meclisi’nin temsilcisi olarak gönderilmişti. Orada herkesin üzerinde bir duruma sahipti! Yalnız Paşa’nın halifeye öylesine bir bağlılığı vardı ki!.. 5 Ocak 1923 tarihinde Abdülmecid’in seryaverine bir mektup yollamış, (Konya) adlı atının “halife hazretleri” tarafından bir hediye olarak kabul edilmesinden duyacağı sevinci, şu sözlerle anlatmaya çalışmıştı:
“Hayvanın, tarafı Hilafetpenahilerinden takdir edilmesini lutfu İlâhi telakki ediyorum. Büyük bir cüretkârlık olacağını bilmekle beraber, İstiklâl Muharebesinin tarihi bir hatırası olduğu için, eski sadık bir askerin gaza yadigârı olarak takdim ettiği Konya’nın halife hazretleri tarafından lütfen kabulünü ve halife hazretlerinin en kalbı ve en ubudiyetkâr hislerle ellerini öptüğümün arz ve iblagına tavassut etmelerini Seryaver Şekip Bey’den rica ederim…”
Ve Seryaver Şekip Bey, Refet Paşa’ya; “Hilafetpenah efendim”lerinin bu hayvanı hediye olarak kabul ettiğini duyurduğu zaman kimbilir İstiklâl Savaşı’nın bu paşası ne kadar sevinmişti? Acaba hiç mi farkına varmıyordu, Abdülmecid’i tehlikeli yolunda ilerlemeye ittiğinden, cesaretlendirdiğinden…
O günlerde Ankara’da da bir faaliyet vardı. Halifenin yetkilerinin artırılması için milletvekillerinden İsmail Şükrü Hoca (Afyon) ile, Necati (Trabzon) bir teklif hazırlamışlar, Meclis’e getirmişlerdi…
Yasağa rağmen ikili görüşme
Ne kadar güvenleri vardı bu Abdülmecid’e?.. Dolmabahçe Sarayı’nda da bir şeyler konuşuluyordu… Osmanlı Bankası’nın Müdürü Mösyö Steeg, halife tarafından kabul edilmişti!.. Mustafa Kemal Paşa ile, Meclis’in koyduğu açık yasağa rağmen, bu mülakatta Ankara’yı temsilen ne Refet Paşa, ne de Dr. Adnan (Adıvar) vardı. Osmanlı Bankası müdürü bu Fransız’ın Türk devletinin halifesi ile ne işi olabilirdi? Fransız yüksek komiseri, Steeg-Abdülmecid konuşmasının zabıtlarını okuyunca sevinmiş, şu yorumu eklemişti; (1).
“İstanbul’un, ananelerine bağlı muhafazakâr çevrelerinde hâkim kanaat şudur: Bütün kuvveti ellerinde toplayan bir meclis sistemi yıkılmaya mahkûmdur ve ilk seçimlerde de yıkılacaktır. İstiklâl Savaşı’nın getirdiği hâkimiyet-i milliye prensibi muhafaza edilecek, fakat bu sistem, anayasaya uydurulmuş bir hükümdarla birlikte yürütülecektir. Şimdiki halifenin de bu görüşü paylaştığından şüphe edilmemelidir. Abdülmecid son derece ihtiyatlı bir kişidir, hatta çekingendir denebilir. Güçlü meclise ve son zaferleri ile daha da kuvvetlenen Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya karşı açık açık bir mücadeleye atılmayacaktır. Buna rağmen, halifenin sözleri ve davranışları dikkatle izlenmelidir. Ne yazık ki Abdülmecid, Ankara’nın buradaki temsilcileri tarafından sıkı bir şekilde kontrol altında tutulmaktadır. Refet Paşa ile Adnan Bey, kendileri de hazır olmadan hiçbir yabancıyı kabul etmemesi için kendisine tenbihatta bulunmuşlardır. Fakat nasıl olduysa halife, Osmanlı Bankası Müdürü Steeg ile uzun süre başbaşa kalabilmiştir. Kendisinden bu konuşmanın bir özetini yapmasını istedim. Bunu size yolluyorum.”
Konuşmanın yapıldığı o günlerde Lozan Konferansı gergin bir hava içinde sürüp gitmekteydi. Fransız delegeleri, yeni Türkiye’yi ekonomik boyunduruk altında tutmaya devam edebilmek için İngilizlerden de daha hırslı, daha hırçın davranıyorlardı. Türk gazeteleri, Hüseyin Cahid’in TANİN’i hariç, Fransa’ya ağır bir dil kullanarak saldırmaktadırlar. Ayrıca, Fransız sömürge idaresine tâbi Hatay’dan, Suriye’den üzücü haberler akmaktadır. Özellikle Hatay’da Türkler çok müşkül durumdadırlar.
Ortadoğu’da nüfuz kavgası
O sıralardadır ki, halife, Ortadoğu bölgesinde İngilizlerle Fransızlar arasında sürüp gitmekte olan nüfuz kavgasında Fransa’ya elinden elen yardımları yapacağına dair birtakım sözlerde bulunur.
İngilizler, Suriye’nin Fransa’ya bırakılmış olmasından dolayı üzgündürler. Kendi adamları Kral Faysal’ı (Arap Kralı) olarak Şam’da tahta oturtmak amelindedirler ve uğraşmaktadırlar. (Mekke Şerifi) unvanını taşıyan Hüseyin de İngiliz Sömürgeler Bakanlığı’nın adamıdır.
Abdülmecid, Osmanlı Bankası Müdürüne şöyle der:
“Fransa’nın hizmetine, memnunlukla, Şerif Ali Haydar’ı verebilirim! Suriye’de Emir Faysal’a karşı ondan faydalanabilirsiniz. Şerif Ali Haydar, son derece kültürlü ve aklı başında bir kişidir. Kendisine saygı duyarım ve ona kefil de olurum!..
V. Mehmet (Vahideddin) Ali Haydar’ı, Mekke Şerifi iken geri çağırmakla ve yerine Hüseyin’in getirilmesini kabul etmekle hata yapmıştır. Fakat ben Hüseyin’i (Hicaz Kralı) olarak tanımıyorum. Hicaz Kralı diye bir unvan olamaz. Halifeler, iki mukaddes şehrin hizmetkârları unvanını taşımışlardır. Tek hükümdar Peygamberimizdir ve ben onun hizmetkârıyım. Mekke Şerifi ancak, halifenin izni ile görevine devam edebilir. Aksi halde, hac anlamını kaybeder. Ben, Hüseyin’i Mekke Şerifi olarak tanımıyorum ve tanımayacağım. Benim nazarımda Mekke Şerifi Ali Haydar’dır.”
Bahsi geçen Ali Haydar o sırada Şam’dadır ve Fransız idaresinin hizmetindedir! Osmanlı Bankası Müdürü sorar:
– Ali Haydar Suriye’de kalmaya devam ederken de Mekke Şerifi unvanını muhafaza edebilir mi?
Halife, Fransa’ya yaranabilmek için ne yapacağını bilmemektedir:
– Eğer Fransa uygun ve faydalı görüyorsa Ali Haydar’ı kendisine bırakır ve Mekke’ye bir başka şerif tayin ederim!
Abdülmecid kimi kime veriyor, kimi nereye tayin ediyor? Hangi kuvvete dayanarak Hüseyin’i Mekke’den çıkarıp bir başkasını yerine oturtacak? Türk ordusuna mı başvuracak?
Fransa’ya hizmet etmenin zevki . Steeg’in ayrılmadan bir sorusu daha var:
– Acaba halife hazretleri, majesteleri bu konuşmamızı Mösyö Poincarre’ye bildirmeme müsaade buyururlar mı?
Halife o kadar sevinçli ki:
– Elbet, memnuniyetle. Bilirsiniz, Fransa’yı ne kadar çok severim ve ona hizmet etmek imkânım bulursam, kendimi mesut sayarım.
Giderayak Halife, Steeg’e göre, ağır ağır konuşarak, kelimeler üzerinde durarak şunları söyler:
“Bazı milletvekilleri bana geldiler. Meclisin kararlarını desteklediğime dair elimden imzalı bir kâğıt almak istediler. Reddettim. Saltanatsız bir hilafeti kabul ederken, siyasî meselelerden uzak durmak zorunluğu içinde kaldığımı hatırlattım. Hilâfet makamını işgal etmem yolundaki çağrıya uydum. Bugün bu makamdayım ve memleketimin hizmetinde olarak bu makamda kalacağım. Memleketimin arzusuna uydum, yarın da uyacağım.”
Bu son sözlere ve söyleniş şekline General Pelle, büyük önem veriyordu. Bu sözler başlı başına bir program teşkil ediyordu. Ve saltanatı hiç de aklından çıkarmadığına işaretlerdi. Yüksek komiser, Abdülmecid’in söylediklerini bir-iki noktada düzeltmek gereğini de duyuyordu:
Ali Haydar hiçbir zaman Mekke Şerifi olarak görevde bulunmamıştı. Savaş içinde Sultan Reşad, İngilizler yanına geçen Hüseyin’i azletmiş ve yerine Ali Haydar’ı tayin etmişti. Fakat, askerî hareketlerin gelişmesi karşısında Ali Haydar hiçbir zaman Mekke’ye ulaşamamış, Şam’da kalmıştı.
Sağdan itibaren Refet Paşa, Hüseyin Rauf (Orbay), Kâzım (Karabekir)
Ali Fuad (Cebesoy) ve Dr. Adnan (Adıvar)
Halife kimin?..
Halife, Büyük Millet Meclisi’ne yeminini unutup böylesine bir yabancı devletin hizmetine girerken, Ankara’da da bir milletvekili halifesine hizmet için ne yapacağını bilemiyordu. Afyonkarahisar Milletvekili İsmail Şükrü, “Hilafet-i İslâmiye ve BMM” adlı broşürünü bastırıp Ankara’da dağıtmaya başlamıştı. Diyordu ki:
“Halife Meclis’in, Meclis halifenindir!” 15 Ocak 1923 günü… Mustafa Kemal Paşa’yı isyan ettirmişti bu sözler. Broşürün dağıtılmasından bir-iki gün sonra İzmit’te halka konuşurken şöyle demişti:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi halifenin değildir ve olamaz.”
Gazi Mustafa Kemal, Anadolu’yu örnek alarak, sömürge idarelerine karşı ayaklanan Arap milliyetçilerine sevgilerini ve başarı dileklerini telgraflarla iletirken halife, sömürgeci bir devletin hizmetine giriyordu!
Gazi’nin, o sırada Abdülmecid’in Osmanlı Bankası Müdürü ile neler konuştuğuna dair etraflı bir bilgisi yoktu. Fakat, bunu seziyordu. O seziş kabiliyeti vardı. Nasıl oluyordu da, İstiklâl Savaşı içinde parlamış kahraman paşalar, Kâzım Karabekir’ler, Refet’ler ve Hüseyin Rauf (Orbay) gibi kişiler, Abdülmecid’in hilâfet bayrağı altında toplanıyordu?
(1)-(F.D.B.A.) Turquie. Cilt: 98.
Fotoğraf: Hilâfetin kaldırıldığı dönemin olayları içinde adları önemle geçenlerden bir grup. Sağdan itibaren Refet Paşa, Hüseyin Rauf (Orbay), Kâzım (Karabekir) Ali Fuad (Cebesoy) ve Dr. Adnan (Adıvar)
KAYNAKLAR ;