VATANA İHANET, MİLLİ, GAYRİ MİLLİ
Vatan nedir? Bu sorunun cevabını vikipediden aktarıyorum : “Vatan, bir kimsenin doğup büyüdüğü; bir milletin hakim olarak üzerinde yaşadığı, barındığı, gerekirse uğrunda canını vereceği toprak. Bir ulusun bağımsız ve egemen olarak üzerinde yaşadığı yeryüzü parçası ve onun havası ile karasularına denir. Vatan ile yurt aynı manadadır. Vatanın geniş manada tarifi ise ülkedir.”
Felsefi, bilimsel, dinsel-minsel bir tanımın da gereği yok!
“Vatan, milleti meydana getiren değerlerin başında gelir. Millet dediğimiz varlık vatan denilen toprak parçası üzerinde yaşar. Vatan dar manada yalnızca doğup büyünen, üzerinde yaşanan toprak parçası değildir. O, bir milletin tamamının barındığı ülke veya ülke topraklarıdır (Bkz. Ülke). Bir kimse bağlı bulunduğu ülkenin vatandaşı, yurttaşıdır. Ülke, vatan toprağının altında yatan şehitlerin hatıralarıyla kutsaldır. Vatan, topraklarından başka deniz ve hava sahalarını da içine alır. Gemiler ve uçaklar temsil ettikleri ülkenin bayrağını çekmiş olarak dolaştıkları vakit de tek başına vatan kabul edilirler.”
Sıradan ama doyurucu bir yanıt!
Peki “Vatana ihanet” nedir?
[“Vatana ihanet, vatan hainliği ya da hıyanet-i vataniye, meşrû egemenlik organını devirmeye veya otoritesini yıkmaya, bağlı olduğu devlete karşı savaşmaya veya düşmanla iş birliği etmeye yönelik eylemleri kapsayan suç türü. Tarih boyunca birçok hukuk sisteminde tüm suçların en büyüğü olarak değerlendirilmiş ve en şiddetli biçimlerde cezalandırılmıştır.Türkiye’de 29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu, 12 Nisan 1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu düzenlemesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.
Günümüz Türk ceza hukukunda vatana ihanet suçu tanımlanmamıştır. Ancak Türk Ceza Kanunu‘nun devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak, düşmanla iş birliği yapmak, devlete karşı savaşa tahrik, temel milli yararlara karşı hareket, askeri tesisleri tahrip ve düşman askeri hareketleri yararına anlaşma, düşman devlete maddi ve mali yardım konularını işleyen 302-308. maddeleri, geleneksel olarak vatana ihanet kapsamına giren suçları içerir.
Türkiye‘de Cumhurbaşkanının yargılanabileceği tek suçtur.”] (Vikipedi)
Ancak, vatana ihanet görece bir kavramdır. Unutmayalım ki Mustafa Kemal Paşa vatana ihanet fetvası ile Padişahlık tarafından ölüme mahkum edilmişti.
Peki “Ne oldum delisi” olmuş bir iktidarı eleştirmek, onun dış siyasetine karşı olmak vatana ihanet sayılabilir mi? Olması ve sayılabilmesi için “siyasal iktidar” ile, yani “hükümet” ile, ve dahi “akp hükümeti” ile “vatan” sözcük ve kavramının eşanlamlı olması gerekir. Dolayısıyla, “hükümet” denen aygıt “vatan” değildir; “hükümete ihanet” diye bir suç yoktur. Günümüz Türkiyesinde “vatan” ve “millet” kavramları, AKP’ye ve hükümetine indirgenecek kadar küçük değildir!
“Hükümet”in “Vatan” sayılmayacağını en kapsamlı olarak Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi dile getirmektedir:
“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!”
“Ne oldum delisi olan iktidarlar”ın panzehiri entelektüeldir. “Aslanlaşan koyun”, “panterleşen keçi”, entelektüelin, entelektüelliğin simgesi olabilir. Bir entelektüel, bir siyasal iktidarın diktatörleşmesini kendine hakaret, bir meydan okuma sayar. Saymalıdır!
“Entellektüelin birinci görevi kendi yoldaşlarını eleştirmektir (‘Düşünmek’, Doğrucu Davut rolü oynamak demektir… Entelektüel işlevin ahlaksal işlevden ayrı tutulamayacağı da bir gerçektir. Entelektüel işlevi yerine getirmeye karar vermek ahlaksal bir seçimdir, tıpkı cerrahın bir yaşamı kurtarmak için canlı eti kesme kararı almasının ahlaksal bir seçim olması gibi…” [i]
Lafı nereye getirmek istediğimi belki anlamışsınızdır. Elbette şu Zarraf Davası’na getirmek istiyorum. İktidar, kendini de yakından ilgilendiren bir davayı, vatan ve memleket sorunu haline getirmek istiyor. Siyasal iktidarın vatan sayılmayacağını yukarıda açıklamıştık. İktidar değişir ama vatan değişmez. AKP iktidarı, kendini doğrudan ilgilendiren bu pis davayı vatan-millet davasına dönüştürüp bunu sıradan insana (havasa) yutturabilir ama gerçek bir entelektüel bu hapı asla yutmaz. Çünkü “ulusal çıkar”ın ne anlama geldiğini, ulusal çıkarın nasıl suç aleti haline getirildiğini çok iyi bilir.
Üniformalı, resmi, devletçi ve faşist milliyetçilikle bir entelektüelin işi, bizim işimiz olamaz. Kaldı ki, Zarrap Davası bağlamında AKP milliyetçiliği sadece bir parti ve hükümet milliyetçiliği. Devlet milliyetçiliği bile değil, pespaye bir milliyetçilik.Böyle bir milliyetçilikle işimiz olamaz.
Newyork mahkemesinde ABD Türkiye’yi yargılayamazmış… Newyork mahkemesi Türkiye’yi yargılamıyor ki… Halk Bank Genel Müdür Yardımcısını yargılıyor. Bir dolandırıcılığı, bir rüşvet olayını yargılıyor. Z(S)arraf konusunda ABD’ye iki nota veren hükümet, kendi “üst” ve “ast” aklıyla davaya bulaşmış ve taraf olmuş oldu. Birisi “az pilavlı”, öteki “Sülün Osmanlı” iki Türkiye vatandaşının yargılandığı davayı millî davaya dönüştürenler, Türkiye’yi bu dava ile özdeşleştiren gafiller, Türkiye’yi de sanık sandalyesine oturtuyorlar. Görülen manzara odur ki AKP hükümeti “gıyabî” olarak sanık sandalyesinde oturmaktadır.
Ne AKP, ne de Başyücelik rejimi Türkiye’dir! Bu biline! Türkiye bir “entité”, bir “kendilik”, bir “varlık”tır. Yüce bir varlıktır. Kirlenmez, kirletilemez bir kavramdır!
Newyork mahkemesinde sanık değildir, Türkiye mağdur ve tanıktır!
Ama, hakkında ABD’ye kostaklanarak iki nota gönderdiği sevgili ve örnek vatandaşi Reza Zarrab’ı casuslukla suçlayan hükümet sanık rolünü üstlenmeye mi hazırlanmaktadır?
NOTA BENE: Şimdi, internetten Georges Delerue’nün “Le Concerto de l’Adieu”sünü (Veda[nın] Konçertosu) dinleyin.
DOĞRU SÖZ: KİMSE PAZUSUNA GÜVENEREK HUKUKU YOK SAYAMAZ!
(R.T.Erdoğan, Hürriyet, 10.12.2017)
ÖZDEMİR İNCE
11 ARALIK 2017