damataşı
BİRAZ DA İKİLİ ANLAŞMALARDAN SÖZ ETSEK
Dünya son yıllarda büyük ekonomik,sosyal,siyasal kriz yaşıyor. Ülkemiz olağanüstü koşulların da etkisiyle belirsiz bir geleceğe doğru yol almakta. Siyasi kamplaşmanın dili olağanüstü kötü.
İkinci emperyalist savaş sonrası dünyada iki blok dışında bir üçüncü blok da oluşmuştu. “Non Aligne”(çizgisizler),üçüncü dünya,az gelişmiş ülkeler diye adlandırılan blokta yer alıp, dünyanın en güçlü emperyalist devletini milli bağımsızlık savaşı ile yenen ülke olarak liderlik yapma koşullarımız var idi. Bunu yapmadık. 1938 yılında ulusal önderimiz gözlerini kapar kapamaz, nereden gelip nereye gittiğimizi de kısa zamanda unutuverdik.
Amerika Birleşik Devletleri Wilson İlkeleri ile dünyaya demokrasi, özgürlük,zenginlik dağıtıyor,macerayı bırakıp “Amerikan Mandası” olalım teklifini elimizin tersiyle itmiştik. Lozan görüşmelerine katılmama, anlaşmayı da kabul etmeme olarak bizi mandacılığa uygun gören ABD’den açık tavır gördük. Bunu da unuttuk. Artık ABD İmparatorluğunun kısa sürede ileri karakolu idik. Üsler,tesisler, ikili anlaşmalar ardı ardına geldi.
Dickson Raporu ile uyanmadık. Johnson’un Honolulu’daki konuşmasını duymazlıktan geldik. Bağımsız devlet politikamızın ürünü Kıbrıs savaşı nedeniyle uygulanan Amerikan ambargosundan ders çıkarmadık. Hortlayan Amerikan mandaterliğinin vereseleri, ABD vakıflarında eğitim görmüş siyasetçiler, ABD üniversite kampüslerinde özenle yetiştirilmiş “Mao” şablonlu solcular, yeşil kuşak kalkanı içinde eğitilip bağımsızlıkçı güçlere saldıran din sahtekarları dışında kimsenin siyaset sahnesinde en küçük adım atmasına ülkemizde artık izin yoktu.
Bu da yetmedi. Dostluk kisvesi altındaki melun el askerimizin başına çuval geçirdi. Sınırlarımızda kanlı planlarını uygulayacak bir devlet yapılanmasını uyarılarımıza karşı destekledi. Şimdi üzerinde Amerikan bayraklı tanklar sınırlarımızda tehdit amaçlı cirit atıyor.
Amerikan yargı organının , bir eski bakanınızı yargılamasında bu konulardan söz edilmemesini olağan karşılıyoruz. ABD yargısının ne denli kendi kurallarına uygun, acımasız, verdiği hükümlerin de yüksek güvenlikli cezaevlerinde gaddarca uygulanmasını biliyoruz. Ne bekliyordunuz ki. İkili anlaşmalarda ABD ile TC arasında birbirlerinin yalnız kendi ülkelerinde değil diğer ülkeler ile ilişkilerinde bağlayıcı yanı olduğuna imza atıldığını mı unuttunuz. ABD işine gelmiş İran’a ambargo uygulamış. Sonra işine gelmiş kaldırıvermiş. Ambargonun delinmesini de ekonomik çıkarlarına uygun görmemiş, suç saymış, sizi de karşılıklı anlaşmalara göre yargılıyor. İkili anlaşmaları imzalarken bunun tek yanlı olarak kullanılacağını demek ki hiç düşünmemişsiniz. Şaşırmakta haklısınız.
Atila Sarp Yazar 10 Eylül 2017
Habere ben de katkıda bulunayım
Naci Kaptan
DAVA HANGİ AŞAMADA
Sözcü
Zeynep GÜRCANLI
17 Ekim 20
Reza Zarrab davasında önemli gelişme: Savcı tek tek anlattı
ABD’de Reza Zarrab davasında yargılanan Halkbank eski Genel müdürü Mehmet Hakan Atilla, dosyasının Zarrab’ınkinden ayrılmasını mahkemeden talep etmişti. Savcılıktan, Atilla’nın bu hamlesine yanıt geldi.
New York Federal Güney Bölge Savcılığı yanıtında, Halkbank’ın Zarrab’ın kurduğu dolandırıcılık şebekesinde “merkezi konumda” olduğunu, Atilla’nın da “bilerek ve isteyerek” ABD’nin İran yaptırımlarının delinmesine yönelik kurulan Zarrab şebekesinde yer aldığını söyledi.
Savcılık dilekçesinde, hakkında daha önce iddianame hazırlanan AKP’li eski bakan Zafer Çağlayan’ın da “rüşvet alan tek hükümet üyesi olmadığı” mesajı verildi. Yazıda, Zarrab şebekesinin “Türk hükümetinden bakanlara” rüşvet verdiği iddiası yer aldı, ancak bunların kimler olduğu açıklanmadı.
Savcılığın mahkemeye sunduğu dilekçede, Zarrab’ın ABD yaptırımlarını delmek için kurduğu iddia edilen şebekeye ilişkin ayrıntılar da verildi. Savcılık, “Zarrab dolandırıcılık şebekesinin” amaçlarını ve yapısını şöyle anlattı;
* YAPTIRIMLARI DELMEK İÇİN TÜRKİYE’DEKİ
HÜKÜMET ÜYELERİNE RÜŞVET VERMEK
Şebekenin tek amacı, ABD’nin İran’a yönelik yaptırımlarını delmek, bunu kolaylaştırmak için de Türk hükümetindeki bakanlara rüşvet vermekti.
* HEM İRAN’LA, HEM ABD’YLE İŞ YAPMAYA KALKTILAR
ABD yaptırımları, yabancı bankalara seçenek sunuyordu; Ya İran’la, ya da ABD bankacılık sistemiyle iş yapabilirlerdi. Halkbank, her ikisiyle de iş yapmaya kalktı. Atilla ve suç ortakları, Halkbank’ın İran petrol gelirlerini İran hükümetinin kullanmasını sağlarken, aynı zamanda ABD’yle iş yapmasına da devam etmesini sağladılar.
* ŞEBEKEDE KİMLER VAR?
Dilekçede, “Zarrab şebekesinin” üyeleri şöyle tarif edildi; “Aralarında Atilla’nın, (Halkbank eski Genel Müdürü Süleyman) Aslan’ın, (Halkbank eski Genel Müdür Yardımcısı) Balkan’ın da bulunduğu Halkbank yöneticileri, Zarrab’la ve Zafer Çağlayan gibi yolsuzluğa bulaşmış Türk yetkililerle, İran yetkilileriyle birlikte İran’ın petrol gelirlerini, hiçbir uluslararası denetime takılmadan kullanabilmesi için bir şebeke oluşturdular”
* ŞEBEKE NASIL ÇALIŞTI?
Halkbank’taki İran petrol ve doğalgaz gelirlerine ait hesapların, anonim hale getirilerek, İran hükümetinin kullanımına sunulması amaçlandı. Bunun için de, altın ticareti ve insani malzeme ticareti kullanıldı. Aralarında Amerikan mali sisteminin de bulunduğu, uluslararası mali sistem dolandırılarak anonim hale getirilen İran paralarının, İran hükümeti tarafından özgürce kullanılmasının önü açıldı. Yapılan bu dolandırıcılık sayesinde de, aynı zamanda Halkbank’ın ABD tarafından yaptırımla karşılaşması önlendi.
* “ZARRAB VE ATİLLA BİRLİKTE YARGILANMALILAR”
Dilekçede, Zarrab ve Atilla’nın “ABD yaptırımlarını delmek için birlikte çalıştıkları, Atilla’nın şebekenin kuruluş toplantılarına katıldığı, hatta Zarrab’a sahte belge hazırlamak konusunda fikirler verdiği iddiaları da yer aldı. Dilekçede, Atilla’nın Halkbank’ın İran yaptırımlarını delip delmediğini inceleyen ABD yetkililerini de “yanılttığı” iddiası yer aldı. Bu nedenle de mahkemeden, Zarrab ile Atilla’nın dosyalarının ayrılıp, ayrı ayrı yargılanmaları talebinin reddedilmesi istendi
http://www.sozcu.com.tr/2017/gundem/reza-zarrab-davasinda-onemli-gelisme-savci-tek-tek-anlatti-2052101/
Reza Zarrab’ın hikayesi….
Sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım,
Hiç uzatmadan, sallanmadan konuya doğrudan gireceğim. Efendim, bu hafta konumuz Reza Zarrab. Şöyle bir araştırayım dedim. Vay vay vay vay… Ben hayatımda böyle bir yolsuzluk, rüşvet, kara para düzenbazlığı ne duydum ne de işittim.
Reza ailesiyle birlikte Miami’ye turistik bir seyahat (!) için gittiğinde ABD’de tutuklandı. Ne turisti be? Resmen Amerika’ya sığındı. Çünkü ortağı ya da patronu Zanjani’nin İran’daki mahkemesi sonuçlandı. İdama mahkûm oldu. Savunmasında Türkiye’de dağıtılan rüşvetin 8,5 milyar dolar olduğunu açıkladı. Açık açık söyledi. “Yalnız üç bakana 137 milyon dolar rüşvet verdim” dedi. Reza fena halde korkuyordu. Ya İranlılar onu kaçırıp ülkelerine götürecekler, yargılayacaklar ve o da idama mahkûm edilecek, ya da rüşveti alanlar onu susturmak için indireceklerdi.
Şimdi size bu heriflerin ne yaptıklarını, nasıl yaptıklarını dilim döndüğü kadar anlatmaya çalışacağım.
Önce Zanjani ile tanışmamız lazım. Babek Murteza Jancani. 1974 doğumlu. Sorient Grup holding yönetim kurulu başkanı. Tahsilini Ege üniversitesinde yaptı. Ticaret hayatına deri sektörüyle başladı. Ahmedinejad’ın döneminde, eski bir asker olduğu için devrim muhafızlarıyla çabucak iyi ilişkiler kurdu. Ahmedinejad’ın yürüttüğü siyaset ve nükleer program nedeniyle İran, uluslararası toplumun uyguladığı ekonomik ambargo ile çıkmazda idi. Bu darboğazı bir şekilde aşan becerikli Zanjani, ülkesinin Bakanlar Kurulu toplantısına katılacak kadar büyük bir siyasi güce ulaştı. Milyarlarca dolarları çeviren esrarengiz bir beyine dönüştü. Zanjani, BM tarafından İran’a ekonomik ambargo uygulandığı dönemde ambargoyu delmekle suçlanmış, ABD ve AB tarafından kara listeye alınmıştı. “Sarışın Oligark, Sarışın Milyarder” olarak anılıyordu. Zanjani için işler, Amedinejad’ın seçimleri kaybetmesiyle bozuldu. İran’da politik değişimler başladı. Yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani Amerika ile iyi geçiniyordu. Ambargoları gevşetmesiyle birlikte artık İran’da Zanjanilerin, Zarrabların dönemi kapanıyordu. Yeni döneme İran, kendi göbeğini keserek başladı. Zanjani, Aralık 2013 de İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin talimatıyla tutuklandı. Uluslararası dengeleri bile bozabilecek 22 aylık yargı süreci başladı.
Tahran Devrim Mahkemesi Zanjani’ye 26ıncı duruşmada idam cezası verdi. Duruşma süreci, Zencani’nin Türkiye’de kurduğu sistemi aydınlatması bakımından oldukça önemliydi. Ancak enteresan olan, böylesine önemli yargı sürecini hiçbir Türk gazeteci izlememişti. Bu nedenle Zanjani’nin Türkiye’de dağıtılan rüşvet ve Reza Zarrab hakkında söyledikleri Türkiye’de basına pek yansımadı.
Savunma sırası davanın iki numaralı sanığı M.Ş.’ye ve üç numaralı sanığı H.F.H geldi. Bu isimleri İran gizli tuttu. Onun için sadece baş harflerini biliyoruz. Bunlar kimdir, görevleri ne idi bilmiyoruz.
M.Ş. ve H.F.H., (Bu iki kişi İran devletinde önemli isimler) Zanjani’yi, İran istihbaratı, İran Bankacılık sistemi yöneticileri ve Petrol Bakanı’yla nasıl tanıştırdığını ve onların bu suçların ne kadarının içinde olduğunu anlatmaya başladılar. Zanjani’nin daha önce talep ettiği ama mahkemenin reddettiği gizlilik kararı H.F.H. konuşunca kabul edildi. Yirmi birinci duruşmaya gelindiğinde Türkiye’de “çapraz sorgu” denilen yöntem başladı. Yargı, petrol parasının kayıp kısmının nerelerde olduğuna ilişkin daha detaylı sorguya geçti. Bunaltıcı sorgu sonucunda, Zanjani ülkesine borcunu ödemek istediğini ancak SWIFT sistemine(Tüm dünyadaki bankalar arasında elektronik fon transferi standardı sağlayan sistem…) dâhil olmamaları nedeniyle parayı İran’a getirmesinin fiilen imkânsız olduğunu dile getirdi.
Bu noktada kritik bir uluslararası hamle gerçekleşti ya da denk geldi. Amerika Birleşik Devletleri, ambargonun en güçlü ayağını ortadan kaldırdı ve İran’ı tekrar SWIFT sistemine dâhil ediverdi. Bu hamle İran yargısı karşısında Zanjani’yi köşeye sıkıştıran en güçlü darbe oldu. Zencani sözünü ettiği paraları getiremedi. Tahran yargısı bunun bir oyalama olduğuna hükmetti ve davayı karara bağlayacağını duyurdu. Babek Zanjani’nin Tahran Devrim Mahkemesi’ndeki yargılanma maratonu 5 ay sürdü. Zencani, 3 Ekim 2015’te başlayan davada, İran’da cezası idam olan “Fesat Fil Arz”, yani yeryüzünde yolsuzluğu yaymak ile suçlanıyordu. Zanjani’nin birlikte yargılandığı ve eski iş ortakları olan iki kişiye de idam cezası verildi. Zanjani çıkarıldığı 26’ncı duruşmada idama mahkûm edilirken gözyaşları içinde kaldığı fotoğraf ertesi gün birçok gazetenin birinci sayfasında yer alacaktı.
Zencani’ye idam kararı verilmesi ülkede iki farklı biçimde yorumlanıyor. Bir tarafta “adalet yerini buldu!” diyenler var. Diğer tarafta ise “Zanjani feda edildi, asıl suçlular korunuyor” diyenler. Asıl suçlulardan kasıt İranlı pek çok üst düzey devlet görevlisi ve uluslararası sistemdeki bağlantıları… Dava boyunca İran medyasında, yargılamanın Türkiye’yi de kapsayan bir süreç olduğuna ilişkin haberler çıktı. Haberler ‘ismini vermek istemeyen İranlı yetkililere dayandırıldı. Haberdeki yetkililer, Babek Zanjani’nin İran’dan çaldığı paranın büyük bir kısmının Türkiye’de olduğunu vurguluyorlardı.
4 Nisan 2016 tarihinde Amerika’da başlayan Zarrab davası bu iddianın doğruluğu hakkında yeni bir aşama olacak. Çünkü Zanjani, Zarrab’dan Türkiye’deki kolu olarak net biçimde söz etti. Duruşmalarda ve iddianamede Türkiye’nin adı sıkça geçti. Zanjani, rüşvet verdiğini inkâr etmedi hiçbir zaman. Bin 500 kilo altının İstanbul’da uçakta yakalandığında rüşvet vererek uçağı nasıl havalandırdığını açık açık anlattı. İran’ın petrol paralarını Türkiye’deki ortağı Reza Zarrab’a verdiğini de aynı açıklıkla dile getirdi.
Zanjani ve Zarrab olayını anlayabilmek, İran’a ambargo ile birlikte oluşturulan kayıt dışı ekonominin işleyişini bilmekten geçiyor. İran, 37 yıldır ambargolarla yaşayan bir ülke. Önceki Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, nükleer programı yeniden başlattığını duyurunca Amerika mevcut ambargoyu daha da ağırlaştırdı. Alınan uluslararası kararlıların yanısıra daha boğucu ekonomik ambargo yöntemleri de lobi/baskı gücüyle fiilen uygulandı. Ambargo, İran’ın petrol ihracatı yaptığı ülkelere dönük baskıya da dönüştü.
Bir enerji devi olan İran, dünya petrol rezervinde dördüncü; doğalgazda ise dünya ikincisi konumunda. Ülke ekonomisinin temeli petrol ve doğalgaz satışı üzerine kurulu. Uzun vadeli anlaşmalar nedeniyle doğal gaz, ambargo dışı tutuldu. Ancak petrol ihracatında İran neredeyse “kımıldayamaz” duruma geldi. Günlük üretilen 3 milyon varil petrol satışından gelecek gelir, İran halkının ihtiyaçlarını karşılamak için vazgeçilemez konumdaydı. Ambargo dayanılamaz hale gelince İran “B Planlarını” devreye soktu. Ambargo sadece devletleri kapsadığı için İran, özel şirketler üzerinden bunu delme yoluna gitti. Ahmedinejad’a yakın kişilere dünyanın çeşitli ülkelerinde onlarca ithalat/ihracat şirketi kurduruldu. “B Planı” sistemin işleyişi özetle şöyleydi:
1- Ulaşım sektöründen tanker filoları, havayolu şirketleri ve limanlar satın alınmaya başlandı.
2- Küçük tankerler, İran’dan petrolü alıp Malezya açıklarına götürmeye başladı.
3- Petrol burada büyük tankerlere aktarılarak; Kore-Singapur-Hindistan ve spot petrol piyasasına satıldı.
4- Dolar olarak alınan para altına çevrildi.
5- Altın, Malezya İslam Bankası başta olmak üzere farklı ülkelerdeki bankalar üzerinden dolaşıma sokuldu.
6- Peki, bu tonlarca altın İran’a nasıl dönecekti? Sistemde dönen para oldukça büyüktü. Zanjani’nin duruşmada verdiği bilgiye göre bazen günde 2 milyon varil (250 milyon dolar) petrol satıldığı olmuştu. İran’ın petrol üretim kapasitesini düşündüğümüzde yıllık 80-90 milyar dolar büyüklükten söz ediyoruz. Bu kadar “kara parayı” dolaşıma sokmak büyük bir zorluktu. “Zanjani Çarkı” tam bu noktada devreye girdi. “Sarışın Oligark” tek başına iki yılda 170 milyar dolarlık kara parayı aklayıp dolaşıma soktu.
7- Satın aldığı havayolu firmaları (İddiaya göre Türkiye’de Onur…) ya da kiraladığı uçaklarla bu altınları Türkiye’ye soktu.
8- Altın, “değerli taş” ya da başka isimlerle gümrüklenerek Dubai’ye nakledildi. Böylece Türkiye çok büyük “altın ve değerli taş ihraç eden ülke” olarak gözükmeye başladı.
Türkiye’de sanki cari açık kapanıyordu.
9- Dubaili mücevherat üreticileri bu altınları eritip ziynet eşyasına dönüştürdü.
10- Ziynet altınları teknelerle İran’a gönderildi.
11- Ziynet altınları İran’da tekrar eritilip külçeye dönüştürüldü. İran elindeki altınları ülke ihtiyacı için kullanıma sokuyordu. Kara para aklanmıştı.
Zanjani’ye göre oluşturulan bu dev kayıt dışı ekonomide komisyonlar kaçınılmazdı. İfadesine göre; para trafiğinde yüzde 20-25’lik kısmı “aklanma komisyonu” olarak dağıtıldı. Kendi payı ise; yüzde 2 idi. Zanjani komisyonun yüzde 5’inin Dubai’de, yüzde 5’inin ise Türkiye’de kaldığını söylüyordu.
Mahkeme bu noktada daha net sorular yöneltiyordu tabi. Zanjani, kendisine ait havayolu şirketleriyle Türkiye’ye soktuğu altın/paranın çıkarılması sırasında Türkiye’deki ortağı aracılığıyla Türk yetkililere yüksek miktarda rüşvet verildiğini itiraf etti.
Zanjani üç Türk bakana bizzat ne kadar para verdiğini isimlerini vererek anlattı. Verdiği rakam toplamda 137 milyona denk geliyordu. Zanjani, Türkiye’de dağıtılan rüşvetin toplam rakamını da verdi: 8,5 milyar dolar! İddia ettiği 8,5 milyar dolar “komisyonun” asıl büyük kısmının dağıtımını ise“Türkiye’deki kolunun” bildiğini söylüyordu. Kimdi bu Türkiye’deki sağ kolu. Reza Zarrab…
Şimdi size çarpıcı bir görüşmeyi aktaracağım. Bu görüşme Reza Zarrab ile eski iç işleri bakanı Muammer Güler arasında 11 Ekim 2013 günü saat 19.51 de yapılıyor.
Reza Zarrab :
-Sayın bakanım, sadece insanın ailesini zedeliyorlar, başka bir şey yok.
Eski iç işleri bakanı Muammer Güler:
-Abicim sen o konuda rahat ol. Vallahi öyle bir şey varsa senin önüne ben yatarım yaaa. Senin iç işleri bakanlığında bir şeyin yok, MİT’te bir şeyin yok, mali’de (maliyede) bir şeyin yok.
…. Ne diyeceğini şaşırıyor insan…
Zanjani savunması boyunca yaptığı tüm faaliyetlerin İran’a uygulanan ambargoyu delmek, ülkesini ve halkını rahatlatmak için olduğunu söyledi. Ancak İran mahkemesi tüm bunlara rağmen idam kararı verdi. Mahkeme, Zanjani’nin para akışında Petrol Bakanı ile birlikte sahte alındı makbuzlarıyla en az 14 milyar doları “iç ettiği” görüşünde. Hatta mahkemenin elinde bu çarkın içinde dönemin devlet başkanı, dini lideri ve çok sayıda devlet yetkilisinin olduğuna ilişkin deliller var. Mahkemenin bu yetkililere doğru uzanma ihtimali Ruhani yönetiminin elindeki çok büyük bir koz. Nitekim Ruhani hükümeti idam kararının ardından “Zanjani idam edilerek asıl suçlular izini kaybettirmek istiyor” açıklamasında bulundu.
Ruhani’nin bir kritik hamlesi de “Asıl suçluların bulunmadığı ve diğer ülkelerdeki bağlantılarının ortaya çıkarılacağı güne kadar mücadelenin devam edeceği” şeklindeki açıklamasıydı. Bu uluslararası paslaşmaların eşliğinde Reza Zarrab, eşi ve çocuğunu yanına alarak Amerika’ya gitti ve FBI tarafından gözaltına alınıp tutuklandı.
Bu hamlede ABD’nin 2 amacı var:
1-Reza Zerrab üzerinden ilk etapta kendi ulusal çıkarlarına yönelik tehdidi yok etmek.Çünkü muhakkak ABD’de de rüşvetler verildi. Orada da pislikler var. ABD bu pislikleri deşifre etmek istemiyor. En azından şu aşamada. Belki sonra onlar da kendi göbeklerini kendileri kesecekler…
2-İkinci etapta ise; İran iç siyasetinde Ruhani’nin yapamadığını yaparak, İran ekonomisi ve siyaseti üzerinde etkin olan derin gücü çökertme peşinde.İran-Batı anlaşması gün geçtikçe gelişirken masadaki Zarrab davası, ABD’nin İran karşısında elini güçlü tutacak sağlam bir koz aynı zamanda.
Birçok otoriteye göre dava, tarihte iz bırakan siyasi davalardan birine dönüşebilir. ABD tarafından ele geçirilip delil niteliği kazanan Zarrab’ın mektubundaki “ekonomik cihat” kavramı, CIA’in İran Devrimi’nden bu yana mücadele ettiği bir kavram.
Bu davada, birkaç ülkeyle birlikte Türkiye’nin de, özellikle bir kamu bankası (Halkbank) Hazine Müsteşarlığı ve bazı siyasiler üzerinden sıkıştırılması muhtemel.
Türkiye temelde bir rüşvet soruşturması olan 17 Aralık’ı bağımsız biçimde yargılayamadı, Zarrab’a karşı hukuku işletmedi. Cezaevinde olması gereken Zarrab, şimdi yaban ellerde güçlü bir koz. Türkiye ise uluslararası sistem önünde “kara para aklama ve bankacılık sisteminde sahtekârlık” gibi büyük suçlamalarla yüzleşme riski ile karşı karşıya…
İran başta da dediğimiz gibi yeni dönemi çok iyi okudu ve kendi göbeğini kendi kesti. Türkiye ise “yolsuzluk, rüşvet ve kara para aklamada” büyük bir başarıya imza atarak 149 ülke arasında 12nci sıraya yükseldi. Hele son 2-3 yılda bu başarı öyle küçümsenecek bir başarı değil. Boru mu bu?
Yolsuzlukta Ukrayna, Irak, Bangladeş, Katar, Mısır hatta Venezüella’yı bile solladık. Küresel Finansal Dürüstlük Örgütü Türkiye’nin son bir yılda 14 basamak birden yükselerek kara para aklamada dünya 12nciliğine yükseldiğini duyurdu. Bir evvelki raporda Türkiye 26ncı sırada yer alıyordu. Aklanan miktar yılda ortalama 15-16 milyar dolar… Vay bee!
Bakalım işin sonu nereye kadar varacak…
Bu hafta da bu kadar sevgili kardeşlerim, yeğenlerim ve dostlarım…
Bu yazımı büyük oranda nokta dergisinden aldım. (4 Nisan 2016) Hatta bir kısmını aynen kopyaladım.
Ayrıca Cumhuriyet gazetesi arşivlerinden faydalandım. Özellikle eski iç içşeri bakanı Muammer Güler ile Reza Zarrab arasındaki konuşmayı 15 Şubat 2014 tarihli Cumhuriyet.com.tr. den aldım. Ayrıca Vikipedia ansiklopedisinden de faydalandım.
Hoşça kalın sevgiyle kalın…
Aaron Baruch (Ankaralı)
NOT : Bu yazımı Reza Zarrab konusunda araştırma yapmam için bana Miami’den yazan 40 senelik dostuma ithaf ediyorum. O kendisini biliyor.Ben de onun bildiğini biliyorum. Bu da bize yetiyor… Çok yaşa sevgili dostum.