Türk Dili Tetkik Cemiyeti Genel Merkez Kurulu Atatürk başkanlığında yaptığı bir toplantıda. (4 Ocak 1933) Besim Atalay, Hasan Âli Yücel, Celal Sahir Erozan, Ahmet Cevat Emre, Reşit Galip, Mustafa Kemal Atatürk,Afet İnan, Ruşen Eşref Ünaydın, İbrahim Necmi Dilmen, Hamit Zübeyr Koşay, Ragıp Hulusi Özden.
Metin Aydoğan
DİL DEVRİMİ
(26 Eylül Dil Bayramı kutlu olsun)
Türkçe’nin Durumu
Yazı değişimiyle ilgili çalışmalar, Türk dil ve tarihinin büyük bir iyesizlik (sahipsizlik) içinde, yüzyıllar boyu yok olmaya bırakıldığını ortaya çıkardı. Osmanlı tarihçilerine göre; Türkler, İslamiyet öncesinde göçebe barbarlardı; bilim ve yazına (edebiyata) uygun bir dilleri yoktu; Türkçe, Arapça ve Farsça’nın sözcük ve kural egemenliği altına girmeden yaşayamazdı; Türkler, “uygarlık bakımından tarihsiz, bilim ve edebiyat bakımından dilsizdi”.1 Devlet politikasına dönüştürülen ortak söylem böyleydi.
Atatürk, bu anlayışın verildiği bir eğitim içinde yetişmişti. Başlangıçta, yeterli bilgisi olmamasına karşın, bu tür görüşlerin bilimle ilgisi olmayan savlar olduğunu sezmişti. Kişisel araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir devrim niteliği kazanan Türk dil ve tarih çalışmalarına, her zaman büyük önem verdi. Yerli ve yabancı bilim adamlarının ilgisini bu konuya çekmek için, bilimsel etkinlikler düzenledi; Türk dil ve tarih araştırmalarına uluslararası boyut kazandırdı. G.L.Lewis, dil çalışmaları için “devrimler içinde, Türklük bilincini geliştirmeye, belki de en çok yarayan, Dil Devrimi olmuştur”2 diyecektir.
“Can Çekişen” Türkçe
Türkçe, Selçuklulardan beri uzun süren boşlama ve ilgisizlik nedeniyle, devlet katında “can çekişen” bir dil durumuna gelmişti. Yüksek sınıf, Arapça ve Farsça öğrenip kullanmaktan onur duyuyordu. Farsçaya, güzel söz söyleme yolu, Arapçaya Peygamber’in konuştuğu dil olduğu için kutsal gözle bakılıyordu. Son dönemlerde Fransızca, İngilizce hatta Almanca, “birbirine karşıt dalgalar halinde”3 Türkçeye girmişti. 20.Yüzyıl başında, resmi dil olarak kullanılan Türkçede, kendine ait tümce (cümle) ve sözcüklerin (kelime) oranı, yüzde yirmi beşe düşmüştü.4
Ülkenin en iyi yazarlarının kullandığı yazı dilinde, yabancı sözcük egemenliği o denli yoğundu ki, okur yazarı zaten az olan halk, bu yazarların yapıtlarını anlayamıyordu. “Aydın kişiler, özellikle yabancı dilde eğitim görenler, ne kendi dillerinin ne de sonradan öğrendikleri yabancı dilin inceliklerini anlıyordu. Sonuç olarak Türk yazı dili, halkın olduğu kadar aydınların da kavrayamadığı ‘bir diller karması’ durumuna gelmişti”.5
1908 yılında liselerde okutulan bir kitapta kullanılan dil şöyleydi: “Ol Şeb-i hayır-ki bir sabah-ı felâhın miftah-ı zafer-küşası idi. Şehriyar-ı Gazi Hazretleri cebîn-i taarru-u iftikarı zemin-i teşeffu-u istinsarda kaldırmayıp…”6
Halk Dilini Yaşatıyor
Resmi dil, bu denli bozulma içindeyken, halk, dilini günlük yaşamda canlı tutmuş; toplum ilişkilerinde, ozan deyişlerinde, koşuklarda (şiirlerde) tekke söyleşilerinde onu koruyup geliştirmişti. “Tekke dili, halk diliydi” ve derinliği olan bu dil, “birçok gizemci (tasavvufçu) deyimiyle zenginleştirilmişti”.
Devlet bu dilden uzak durmuş, bu dili sürekli “resmi eğitim dışında tutmuştu”. Halk ozanı Yunus Emre’nin sekiz yüzyıl önce kullandığı Türkçe şöyleydi: “Derviş bağrı baş gerek/Gözü dolu yaş gerek/Koyundan yavaş gerek/Sen derviş olamazsın/Dövene elsiz gerek/Sövene dilsiz gerek/Derviş gönülsüz gerek/Sen derviş olamazsın”.7
Türkçe’nin Düzeyi
Yazı yenileşmesiyle ilgili çalışmalar, Türkçenin niteliğinin de düzeyini ortaya çıkardı. Türkçe, Türkiye’de hiç kimsenin düşünmediği kadar varsıl, güçlü ve etkili bir dildi. Karşılaşılan bu gerçeğin, uluslaşma devriminin önderi olarak onu coşkuya sürüklememesi olanaksızdı. Çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Onun için, dil, ulusun temeli; tarih ise bu temeli oluşturan uzun geçmişti. Dilin incelenmesi, kaçınılmaz olarak tarihin de incelenmesini gerekli kılıyordu. Yakın çevresine, “dil bir çıkmaza saplanmış, çıkmazda bırakmaya çalışıyorlar. Ben bu işi başkasına bırakamam. Dili çıkmazdan biz çıkaracağız” diyordu.8
Harf değişimi, 1 Kasım 1928’de yasalaştıktan sonra, “Alfabe Komisyonu’nu” dağıtmadı ve abece (alfabe) konusunda olduğu kadar, dil konusunda da yetkinleşen bu kuruluşu, “Dil Komisyonu’na” dönüştürdü. Komisyon kurulduktan sonra; Celâl Sahir, Ahmet Rasim ve İbrahim Necmi, bir yazım sözlüğü (imla lûgatı) hazırladı. Hemen ardından, Larousse sözlüğünün sözcüklerini, Türkçeyle karşılayan çeviri çalışması yapıldı. Bu çalışma, “varsıl sanılan Osmanlıcanın gerçekte ne denli yoksul olduğunu”9 ortaya çıkardı.
Yoğun Çalışma
Tarih öğrenildikçe, Türkçenin önemi daha çok öne çıktı ve kaynağı Orta Asya olan öz Türkçe’ye ilgi ve yöneliş arttı. Eski Türk dilinin söz dizimine (sentaks) dönmek için, Türkçe kök sözcükler arayan gezginci derleme ekipleri oluşturuldu; bu amaçla köylere, kasabalara gidildi. Ağızlar (şiveler), deyimler, atasözleri ve söylenceler (efsaneler) derlendi; eski koşuklar toplandı.
Çalışmalar ilerledikçe, çok parlak sonuçlara ulaşıldı. Türk halkı, dilini Orta Asya’dan getirdiği biçimiyle korumuş, zenginleştirerek geliştirmişti. Batılı bilim adamlarının, 19.yüzyılda Türk dili ve tarihi konusunda yaptığı araştırmalar da aynı sonucu veriyor, konuyla ilgilenen bilim adamları, Türkçeye karşı, tutkulu bir hayranlık içine giriyordu.
Çalışma Gücü Başarma İstenci
Dil Komisyonu’nun yeterince üretken çalışmadığını düşünerek, dil-tarih araştırmalarını doğrudan ele almaya karar verdi. Zamanının önemli bölümünü, bu işe ayırdı. Sürekli okuyor, araştırıyor, çevresine topladığı yerli yabancı bilim adamları ve uzmanlarla tartışıyordu. Çankaya bir “uygulama okuluna”10 , sofra ise “bir seminer masasına”11 dönüşmüştü. Dil devrimine giriştiğinde, 47 yaşında bir emekli general ve Cumhurbaşkanıydı. Dil ve tarih gibi uzmanlık isteyen bir konuda, büyük dönüşümler gerçekleştirecek atılımlara öncülük edemeyeceği söyleniyordu.
Ancak o, kendine özgü direnç ve çalışma gücüyle, “sanki Misak-ı Milli sınırlarını savunur, sanki ülkeyi kapitülasyonlardan arındırır gibi”12 dil özleşmesiyle uğraşıyor; dil ve tarih konusunda, bin yıllık savsaklamalardan, boş inançlardan ülkeyi kurtarmaya çalışıyordu.
“Savaşlarla geçen, bir gün dinlenme görmemiş yaşamının, o yorgun döneminde”13, Radlov’un dört ciltlik Türk Lehçeleri Sözlüğü’nü, Pekarsky’nın yine dört ciltlik Yakut Sözlüğü’nü ya da H.G.Wells’in Dünya Tarihinin Ana Hatları’nı elinden düşürmüyordu. Bir keresinde, iki gece üst üste yatağa girmemiş ve “yalnız kahve içerek ve arada bir ılık banyo yapıp, göz kapaklarını ıslak bir tülbentle silerek” kırk saat durmadan Wells’i okumuştu.14
Atılım Başlıyor
Yoğun ve özenli bir hazırlık döneminden sonra 1932’de, Dil Devrimi savaşımını başlattı. “Bu yeni ulusal savaşı yönetmek üzere”15 12 Temmuz 1932’de, program ve tüzüğünü kendisinin yazdığı, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni kurdu. Hemen ardından kendi deyimiyle, “bütün milleti dil çalışmalarına katma amacıyla”, Birinci Büyük Dil Kurultayı’nı topladı.
26 Eylül-5 Ekim 1932 arasında Dolmabahçe Sarayı’nın büyük salonunda yapılan Kurultay’a; dil uzmanları, bilim adamları, yazar ve ozanlar, öğretmenler ve halk temsilcileri katıldı. Binden çok delege içinde, ülkenin değişik yerlerinden gelen “kadın-erkek köylüler ve yörükler de vardı”.16
Kurultay Kararları
Önemli kararlar alan Dil Kurultayı, iki yıl sonra toplanmak üzere dağıldı. “Türkçenin, Hint-Avrupa dilleriyle kıyaslanması, Türkçenin tarihsel gelişiminin araştırılması, tarihsel dilbilgisinin yazılması, Batı ve Doğu toplumlarında Türk dili üzerine yazılmış kitapların toplanıp çevrilmesi” kararlaştırıldı. Ayrıca; “Türk lehçelerindeki sözcükler derlenecek, lehçeler ve terimler sözlüğü hazırlanacak, Türkçe biçimbilgisi (dilbilgisinin sözcüklerin yapısını inceleyen bölümü) ve söz dizini (sentaks) yazılacak, ekler araştırılacak, ek ve ilgeçlerin (edat) işlenmesine” önem verilecek ve dil konusunda bir dergi çıkarılacak, gazetelerde dil çalışmalarına özel önem ve yer verilecekti.17
En uzak köy ve mezralara dek gidildi. Kamu örgütleri, okullar ve Halkevleri birer derleme merkezi gibi çalıştılar. Derlemeler, “önce ilçeye, orada elenerek ile ilde elenerek Ankara’ya” gönderildi. Sekiz ay içinde, halk ağzından 125 988 Türkçe sözcük derlendi; bir yıl sonra bu sayı 129 792’ye çıktı.18 Anadolu Türkçesine dayanan bu derlemeden ayrı olarak, Türk lehçelerinin tümüne ait sözcüklerden, tarih kitaplarından ve yüzlerce eski yazma metinlerden, çok sayıda Türkçe sözcük tarandı. Taramalar, “Türk dilinin zenginliğini ve derinliğini, yadsınamaz bir açıklıkla kanıtladı”.19
Dilbilim “Ustası”
Dil araştırmalarına başladıktan kısa bir süre sonra; sözcük türetme, öz Türkçe yeni sözcük geliştirme ve kural belirleme konusunda usta bir dilbilimci durumuna gelmişti. Bilim adamlarıyla tartışıyor, görüş geliştiriyor ve Dil Komisyonu’na önerileriyle yol gösteriyordu. Eriştiği düzeyi gösteren en açık belge, 1936’da yazdığı Geometri Kılavuzu adlı kitaptı. Bu kitap, yalnızca dil yenileşmesi için değil, onunla birlikte, “bilim, kültür ve eğitim açısından” da değerli bir çalışmaydı.
Geometri Kılavuzu’nu yazmadan önce, eski terimle hendese olarak bilinen geometrinin hiçbir terimi Türkçe değildi ya Arapça ya da Farsçadan alınmıştı. Açı’ya zaviye, artı’ya zait, bölü’ye taksim, çap’a kutur deniyordu. İç ters açılar’ın adı, zâviyetân-ı mütekabiletân-ı dâhiletân; eşkenar üçgen’in adı, müselles-i mütesâviyül adlâ’ydı. Geometri öğreniminin önünü tıkayan bu güçlüğü aşmak için bulduğu terimler, tümüyle Türkçe kök ve eklerden çıkarılmıştı.20
Geometri Kılavuzu’nda yayınladığı geometri terimlerinin bir bölümü şunlardı: “Açı, açıortay, alan, beşgen, boyut, çap, çekül, çember, dışters açı, dikey, dörtgen, düşey, düzey, eğik, eşkenar, içters açı, ikizkenar, kesit, konum, köşegen, oran, orantı, paralelkenar, teğet, taban, türev, uzay, üçgen, yamuk, yatay, yöndeş”.21
Aralıksız Çalışma
8 Mart 1933’te, “Osmanlıcadan Türkçeye Karşılık Bulma Programı” başlatıldı; ajans, radyo ve gazeteler, bu iş için yardıma çağrıldı. Dört ay içinde, 1382 Arapça Farsça sözcük saptandı, 1100’ünün Kurulca karşılığı bulundu, 640 tanesi benimsenip yayımlandı.
Halk, Türkçe konuşmaya çağrıldı ve “Vatandaş Türkçe Konuş” ya da “konuştuğun gibi yaz” özdeyişiyle, resimli-resimsiz duvar duyuruları bildiriler, radyo konuşmaları yapıldı. 1934’te Ekler Sözlüğü ve Tarama Dergisi yayımlandı. 1936’da Türk Dili Tetkik Cemiyeti, Türk Dil Kurumu adını aldı.22
Azınlık okullarındaki dil öğrenimine yeni kurallar getirildi. Musevi azınlık okullarında, dil öğreniminde “Fransızca yerine Türkçe okuma” zorunluluğu getirildi. Dinî ya da laik tüm azınlık okullarının eğitim izlenceleri, ilk sınıflarda, haftada on dört saat Türkçe okutulmak üzere düzenlendi. Bunun sekiz saati Türkçe, üç saati Türk tarihi, üç saati de coğrafyadan oluşuyordu. Bu derslerden başarısız olan öğrenci, sınıf geçemiyordu.23
Valilik kararıyla yapılan bildirimlerle; işyeri adları, tanıtımlar (reklamlar) ve “müşteri niteliği ne olursa olsun” lokantalardaki yemek listeleri Türkçe yazıldı. Gezgin satıcılar, mallarını artık, “sokaklarda Türkçe bağırarak” satabilecekti. Hükümet, bir kararname yayımlayarak; kamu kuruluşlarına verilecek dilekçelerin, yurtiçi mektup adreslerinin, telefon numaralarının yalnızca Türkçe yazılabileceğini bildirdi.24
Meclis’in kabul ettiği Türk Harfleri Kanunu’yla, kamu ve özel kuruluşlar, dernekler ve tüm vakıflara; sözleşme, kira kağıtları (kontrat), saymanlık (muhasebe), fatura ve defter tutma gibi işlemlerde, “milli dili kullanma zorunluluğu” getirildi. Bu zorunluluk; Osmanlı Bankası, Deniz Rıhtım Kumpanyası, Fener Şirketi, Hereke Kömür İşletmesi gibi anonim şirketlerle; hizmet alanında özel konumu olan Tramvay, Gaz ve Terkos Suları gibi büyük şirketleri de kapsıyordu.
Yasa, Türkiye’de çalışan yabancı şirketler için de geçerliydi. Bunlar, ülkeleriyle yapacakları yazışma ve kayıt dışındaki tüm işlemlerde yasaya uyacaklardı. “Türkçe kullanmayı zorunlu kılan” yasaya uymayan şirketler, 500 liraya kadar para cezası ödeyecek, suçun yinelenmesi durumunda, “Türkiye’deki çalışmalarına son verilecekti”.25
DİPNOTLAR
(×) “Ulus Olmak” Necati Cumalı, Çağdaş Yay., İst.-1995, sf.90 ve“Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.263
1 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.467
2 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.538
3 “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.70
4 a.g.e. sf.70
5 a.g.e. sf.70
6 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.469
7 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.469
8 “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Bateş A.Ş. İst.-1980, sf.477
9 a.g.e. sf.468
10 “Kemalizm” Tekin Alp, Top.Dön.Yay., İst.-1998, sf.144
11 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.540
12 “Ulus Olmak” Necati Cumalı, Çağdaş Yay., İst.-1995, sf.91
13 “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.72
14 “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kitap.Yay., 12.Bas., İst.-1994, sf.538
15 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.263
16 a.g.e. sf.264
17 “İletişim ve Dil Devrimi” Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., İst.-2000, sf.116
18 “İletişim ve Dil Devrimi” Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., İst.-2000, sf.116
19 “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri-IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.264
20 “Atatürk’ün Yazdığı Geometri Klavuzu” Nurer Uğurlu Önsözü, Cumhuriyet Yay., İst.-1998, sf.9
21 a.g.e. sf.9-10
22 “İletişim ve Dil Devrimi” Prof.Ö.Demircan, Kendi Yay., 2000, sf.117-120
23 “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” P.Gentizon, Bilgi Yay., 2.Bas., sf.73
24 a.g.e. sf.75
25 a.g.e. sf.73-74
http://kuramsalaktarim.blogspot.de/2017/09/dil-devrimi.html#more