Naci Kaptan
24 Ağustos 2017
Değerli okur,
Aşağıda Köy Enstitüsünden yetişmiş olan değerli yazar Talip Apaydın’ın bir öyküsünü sunuyorum. Bu öyküyü ilk kez sanırım 2008 yılında yine bir bayram öncesi paylaşmıştım. Bunca sene sonra bu güzel öykü posta kutuma düşünce sevinç duydum. Demek ki bu anı öykü hak ettiği değeri bulmuş ve internetin içinde kaybolup gitmemişti. Bu kez öyküyü başka bir anı öykü ile buluşturarak sizlerle paylaşacağım . Yaklaşan bayram kutlamasını da bu öykülerle yapmış olayım ;
Yer Savaştepe Köy Enstitüsü
Tarih 22 Nisan 1943
Öğrencinin azık torbasında Sophokles’in Antigone kitabı …
İsmet İnönü Cumhurbaşkanı olarak Savaştepe Köy Enstitüsüne geldi.Enstitüde yapılan çalışmaları inceledi.Derslere girip denetimlerde bulundu.Çalışmalardan çok memnun kaldı.Kız öğrencilerin öteki enstitülere göre daha fazla olması onu çok duygulandırdı.Enstitüyü dolaşırken kümes nöbetçisi Hatice Kolukısa’yı gördü.
“Ne yapıyorsun” diye sordu, O da nöbetçi olduğunu söyledi.Sonra azık torbasında neler olduğunu görmek istedi.Öğrenci azık torbasını açtı,içindeki köfte,peynir ve ekmeği gösterdi.Ayrıca gazete kağıdına sarılı olanları işaret ederek “Onda ne var ?” dedi.
Hatice de “Okuyacağım kitap” diye yanıtladı.Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanan Sophokles’in Antigone kitabını gösterdi. İnönü kitabı aldı. Çevresindekilere anlamlı anlamlı baktı.Daha sonra Abdurrahman Nazif Gürman Paşaya döndü ;
“Paşam bu kitap yeni çıktı,henüz Ankara’da bile okunmadı. Askerlerimizin, köylülerimizin,işçilerimizin kumanyasına kitap eklenirse o zaman Türkiye gerçekten kalkınmış olur.Bağımsızlığımız için savaştık.Şimdi sıra cehaletle savaşımda.Eğitim seferberliğinde de başarılı olmayız.Burada çalışanlar eğitim savaşçılarıdır.Bu kurumları yürekten desteklemeliyiz” ( Kitap – Savaştepe Köy Enstitülü Yıllar – sayfa 23-24 )
Şimdi de gelelim değerli yazar Talip Apaydın’a
Naci Kaptan
Talip APAYDIN’IN 1967 yılında yayımlanan
”Karanlığın Kuvveti” adli kitabında yer alan anısı,
İşte öykü:
Kurban bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu.O günler bir soğuktu,bir soğuktu.Kar, fırtına, tipi… Eskişehir ortalarında papaz harmanı savruluyordu. Göz gözü görmüyordu dışarılarda.
Sular donmuştu hep.Seydi Suyu iri buz parçaları akıtıyordu.Santral kanalı kapandığından, elektriklerimiz kaç gündür doğru dürüst yanmıyordu.Akşam seminerlerinde kitap okuyamıyorduk, ders çalışamıyorduk.Lambalar ikide bir usulca sönüveriyordu.
Dersliklerimizde pelerinlerimizle oturuyorduk da, gene de ısınamıyorduk.
Musluklarımızdan su akmıyordu. Ellerimizi yüzlerimizi yıkamak için dere kıyısına gidiyorduk. İçme suyumuz yoktu.
Üç gün bayram iznimiz vardı, ama bu soğukta nereye gidecektik? Köyü yakın olanlar gitti ancak.Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak dediler.Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık.Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu.Üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına bağlamıştı.Boz urbaları içinde, yağsız çehresiyle bir heykel gibiydi. Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu.
O halini görünce usulca pelerinlerimizin yakalarını indirdik.Ellerimizi cebimizden çıkardık.”Arkadaşlar !” diye başladı. Bir canlıydı sesi, bir heybetliydi.Önce yılgınlık psikolojisinin zararlarını anlattı.Korkan insanın muhakkak yenileceğini ve korktuğuna uğrayacağını söyledi.Bu hava soğuk evet, fakat siz isterseniz üşümezsiniz, dedi..
Olduğumuz yerde birkaç kez sıçramamızı ve kuvvetli tepinmemizi istedi.Dediğini yaptık. Birden ısınmıştık sanki. Hoşumuza gitmişti.Bugün bayram, dedi. Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz.Sonra yapacağımız iki iş var:
Ya tekrar içeri girip sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak,bu üç günü böyle faydasız, hatta zararlı geçirmek, can sıkıntısından patlamak.Boşuna içlenmek. Üstelik üşümek.Yahut da kazmayı, küreği alıp, santral kanalını temizlemeye gitmek.Emin olun gidenler, kalanlar kadar üşümeyecektir.Çünkü inanarak çalışan insan ne soğukta üşür, ne sıcakta yanar.
O; yücelten, dirilten, kuvvetli kılan bir heyecan içinde her türlü güçlüğün üstüne çıkmıştır…Onu hiçbir karşı kuvvet yolundan alıkoyamaz.Yeter ki bir insan yaptığı işin gereğine inansın.
-Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum, dedi.Çünkü kanal açılınca elektriklerimiz yanacak.Elektrik yanınca okulun işleri yoluna girecek. Kitap okuyabileceksiniz, ders çalışabileceksiniz.Sularınız akacak, yıkanabileceksiniz.Size şunu söylüyorum, bizim asıl bayramımız,yurdumuz bu gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün başlayacaktır.Şimdilik bize düşen milletçe çalışmak, çok çalışmaktır.Parolamız şu olmalıdır:
“Bayramlarda çalışırız bayramlar için”.
Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin.
Heyecanlanmıştık, üşümemiz geçmişti.
Hepimiz geleceğiz! diye bağırmıştık.
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Bayramda çalışırız bayramlar için!
Altı yüz kişi böyle bağırdık.
Sonra da kazma kürekleri koyduğumuz işliğe doğru bir koşuşma başladı.
İnsanların böyle canlanması, bir amaca doğru saldırması belki sadece savaşlarda görülür..Santral havuzundan başlayarak onar metre arayla su kanalına dizildik.
Çıplak Hamidiye Ovası ayaz. Kırıkkız Dağı’ndan doğru zehir gibi bir rüzgâr esiyor. Pelerinlerimizin etekleri uçuşuyor.Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz parçaları fırlıyor. Bazı yerlerde kar her yeri doldurmuş, kanal dümdüz olmuş. Nereyi kazacağız belli değil.
Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyorlar.Bir o yana koşuyorlar, bir bu yana.Öyle çalışıyoruz ki, boyunlarımızdan buğu çıkıyor.Bazen adam boyunda buz parçalarını elleyip çıkarıyoruz kıyıya.Kimisi bağırıyor, kimisi kazmalara tempo tutuyor. Bir gürültü gidiyor kanal boyunca.
Yeşilyurt köylüleri evlerinin önüne çıkmış, bize bakıyorlar..Böyle çalışmamıza ama bayram günü, bu soğukta nasıl donmadığımıza şaşıyorlar.Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi, köyü yakın olduğu için izinli ya! Bize evlerden bazlama ekmek taşıyor. Köylü ekmeğini özlemişiz, aramızda kapışıyoruz.Yukarılardan, aşağılardan ikide bir sesler yükseliyor:
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
Koca ova çınlıyor. Taa uzaktan Hamidiye’nin, Mesudiye’nin köpekleri ürüyorlar. Bu kış günü böyle seslere anlam veremiyorlar herhalde.Ayaz ovanın ıssızlığı yırtılıyor.O gün o kanalın yarı yerini açtık.Bir buçuk metre derinliğinde, uzun, derin bir çukur karları yara yara gitti.Ertesi gün taa bende kadar tamamladık. Sonra merasimle suyu saldık.Nazlı bir gelin getirir gibi önünden ardından yürüyerek, türküler marşlar söyleyerek getirdik ve geç zamanda, santral havuzuna döndük,sonra bir baktık, okulumuzun balkonuna çakılı “Ç K E” yandı… ( Çifteler Köyü Enstitüsü ).
O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı? Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı.
“Yaşa var ol” seslerimiz ufukları kapattı.Dünyanın en içten gelen, en coşkun bayramı oldu belki.Hiç unutmam bir arkadaşımız kendi ellerini öpüyordu. “Aferin ulan eller, diyordu, bu elektriğin yanmasında senin de hissen var, yaşasın.”
Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı. Müdürümüz bir tümseğe çıktı. Birkaç kelimeyle başarımızı tebrik etti.Her nokta koyuşta “sağool!” diye bağırıyorduk..
– Şimdi, dedi, depomuza su dolacak, banyoyu yakacağız.Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun.İşte gördünüz, inanarak çalışan yapar! Amacına ulaşır! Bu heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye’yi de yükseltebiliriz!
– Yükselteceğiz!, diye bağırdık.
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
-Bayramda çalışırız bayramlar için!
İçeri girdik, musluklardan şarıl şarıl sular akıyordu. Birbirimizi tebrik ediyorduk. “Unutulmaz bir bayramdı.”
Talip Apaydın
“Biz köy öğretmenleri bunun için yetiştiriliyorduk. Halkı okutup uyandıracaktık. Yoksulluktan karanlıktan Ortaçağın yanlış inançlarından kurtaracaktık. Halk düşmanları ile savaşacaktık. Her gün her derste bunu işitiyor bunu düşünüyor bunu konuşuyorduk.”
Talip Apaydın, Türk toplumcu yazar. İlkokuldan sonra Çifteler Köy Enstitüsü’ne ardından Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ne kaydoldu. Daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nü bitirdi.
Doğum tarihi: 1926, Polatlı
Ölüm tarihi ve yeri: 28 Eylül 2014, Altındağ