Serendip Altındal
3.04.2017
KABADAYI..
Abdullah Gül’ü de tarih, makûs AKP dönemiyle birlikte sahne alan kara siyasiler arasında arşivleyecektir mutlaka. Ne var ki bu zat durdu durdu sonunda Turnayı da gözünden vurdu demeyi de, bir şerh olarak kronolojiye ilave etmeyi unutmayacaktır muhtemelen. Çünkü Referandum konuşması yapmak saikıyla Kayseri’ye gelecek olan Cumhurbaşkanı ve Başbakanın birlikte yürütecekleri orta oyununa destek vermeyeceğini söyleyen Gül, hemşerilerine bir hayırlı mesaj vermiş olmaktadır. Ve AKP içindeki bütün hayırcıların ya da ürkek ceylanların da halen örtülü Başkanları olduğunu beyan etmiş olmaktadır da beraberinde.
Diğer yanda nafile de olsa, dayılığı bir türlü elden bırakmayan Erdoğan, Kabadayılıkla Külhanbeylik arasındaki galiz farkın da farkında değildir aslında. Kefenim sırtımda derken, zırhıyla dolaştığını ima ediyordu herhalde. Öyle ya kendisi, paralarını vergilerimizle ödediğimiz sayısız özel korumayla bahçeye hava almaya bile birlikte çıkıyor. Ötede gariban Kılıçdaroğlu, böyle rakip bir tek adam sultasında bile tek tabanca, bağrı açık dolaşıyor, üstüne de Diktatöre tavır koyuyor her gittiği yerde. Şimdi hangisi kefen taşıyormuş gerçekte. Erdoğan’ın peşinden gidenlerin parasal büyük menfaatleri olan uyanıklarının dışındakilerin, Kabadayı ile Külhanbeyi arasındaki büyük farkın bilincinde olmadıkları da ortadadır.
Erdoğan’ın çakma Kabadayılığı bana gençliğimde okuduğum Refi Cevat Ulunay’ın Sayılı Fırtınalar yapıtının, Hristantos adlı İstanbul’u haraca kesen Rum Külhanbeyini anımsattı. Adam hava atmak için Beyoğlu’nda yalnız dolaştığı algısı oluştururken, caddenin iki tarafında, önünde ve arkasında yürüyen, kendisini merminin etki mesafesinde takip eden, en az bir düzene adamı tarafından koruma altında tutuluyordu. Kendini İstanbul’un Kralı sanan külhanı, Osmanlı Kabadayısı olan bir Komiser tek başına Kasımpaşa’da ki bahçeli evinde, iki elindeki silahlarıyla üstüne takır takır mermi saydırırken haklamıştı. Adamları ise daha önceden Zaptiye güçleri tarafından halledilmişlerdi. Şimdilerde izlediğiniz çakma dizilerin aslı yani.
Türk Milleti geleneğine uygun olarak daima Kabadayı ruhu taşıyan adamların peşinden gider, tıpkı Atatürk gibi. Esasen Kabadayı önce adil, korkusuz, harama el uzatmayan ve hep güçsüzün himayesinde olan adamdır. Varlığı ile yokluğu asla belli değildir. Ama bir de var olursa, varlığı muhteşem olur. Silahını nefsi müdafaa dışında asla kullanmaz. Hele taammüden cinayet, kendisi için bir tabudur. Külhanbeyi ise önce palavracıdır, kendisini ağırdan satar, astığı astık, kestiği kestiktir, önüne gelene hava atar, tavır koyar ve her taşın altından çıkar. Keştir, gasp, soygun, tecavüz ve her türlü melanet ile bütünleşiktir. Menfaati için anasını bile satar. Yani gerçek bir bugünkü liboş tipidir.
§ Refi’ Cevat Ulunay da Sayılı Fırtınalar adlı romanında kabadayılık ve külhanbeyliği “gelenek” olarak açıklar.33 İstanbul kabadayılarının kahvehanelerde ve diğer mekânlarda kadın, onur, haraç gibi nedenlerle yaptıkları kavgaları, cinayetleri, yaralamaları anlatan Ulunay’a göre, kabadayılık ile külhanbeylik birbirinden farklıdır.
Yazarın belirttiğine göre, kabadayılar, kendilerine “külhan bey” denilmesinden hoşlanmazlardı. Kabadayılık bir tür “şehir şövalyeliği’ydi. Bu şövalyeliğin kendine özgü yasaları, “raconları vardı”. Yazar, kabadayıların özelliklerini sayarken, “beydir, efendidir, ağadır”, yanında “birbirlerine hürmet ederler, bu hürmete layık olmaya çalışırlar” gibi olumlu sıfatlar kullanır.Ulunay daha da ileri giderek kabadayılar hakkında şunları söylemekteydi:
Bu adamlar kendi terbiyelerine göre, adetleri ve ülfetleri ile koydukları kaidelere riayete mecburdurlar. Zayıfı, bilhassa ırz ehlini himaye ederler, çizdikleri yoldan ayrılmamaya dikkat ederler. Çünkü muhitlerinin onlara verdiği bazı hakları ayakaltına alırlarsa şöhretlerini kaybedeceklerinden korkarlar. (…) Çoğu cahildir, fakat terbiyeli adamlardır, büyüklerin muhitinde bulundukları zaman kendilerine söz düşmezse ağızlarını açmazlar.35 (Eşkıyalar, Kabadayılar, Külhanbeyiler ve Silah Toplama – Yrd. Doç. Dr. Serdar Öztürk, Gazi Üniversitesi)
Bu konuda bizatihi yaşadığım sayısız anımdan birini de sizinle paylaşabilirim. Rahmetli babam Cavit Altındal, BJK’mızın ilk resmi lig şampiyonu takımının da liberosu (santraf) ve takım kaptanıydı. BJK ile sembolleşen Baba Hakkı’yı da A takımına kazandırmıştır. Ayrıca TC memuru olduğu için ismini taşımadan, Kasımpaşa Kulübünü de (KSK) arka planda kurmuştur. Bir lakabı ‘Kaptan’, diğeri ‘Bahriyeli Cavit’ idi. Baba Hakkı da kendisine hep kaptan derdi zaten. 6-7 yaşlarında idim, o zaman Bakırköy-İstanbul da oturuyorduk. Çok sevdiğimiz dadımızın büyük kızının da belalı (Külhanbeyi) bir kocası vardı kendisi kaptandı ve alkolikti. Her sefer dönüşünde içip muhtelif vesilelerle karısını dövdüğünü duyardık.
O zamana kadar talep olmadığı için babamın da bir müdahalesi olmamıştı. Yine böyle bir sefer dönüşünde boşuna dayak yememek için karısı ‘yine sarhoştur, hiç olmazsa aklı başına gelince eve giderim’ düşüncesiyle o gece bizdeki annesinin yanına sığınmıştı. Ve muhtemelen de babamın himayesine girmek istemişti. Neticede adam evimize geldi kapımıza dayandı. Sarhoşluğu belliydi ve yarı naralı karısına seslendi. Hemen babam çıktı, bende merakla arkasından tabii. Annem dâhil hanımlar içerde kaldılar. Babam adama ne istediğini sordu. O paldır küldür, küfreder gibi karısını istediğini söyledi.
Babam kendisine, bu şekilde, himayesinden kadın alamayacağını, sabah kalkıp efendi gibi gelerek bu işi yapmasını lisanımünasiple tavsiye etti. Babamın da bir 6.35 Alman Stayer’i vardı tabii; ama hiç taşıdığını görmedim. Bunun üstüne adam iki basamak mermer merdiveni çıktı terasta duran babamın üstüne doğru yürüdü. İşte o zaman hep duyduğum; ama hiç görmediğim destekli Osmanlı tokadının ne olduğunu da öğrenmek zorunda kaldım. Babamın aşağıdan yukarıya doğru, kendisinden bir kafa boyu daha yüksek iri yarı adamın suratına, şimşek gibi çarpan sağ tokadı, inanın o koca adamın ayaklarını yerden kesip onu sırt üstü ön bahçeye savurmuştu. Böyle bir sahneyi o zaman henüz filmlerde bile görmemiştim.
Yerde yatan adamın, iniltilerle babama ‘bana mı Cavit Bey’ dediğini hatırlıyorum sadece. Babam da ona ‘evet sana, yarın gel efendi gibi al karını git’ demişti. Adam şayet silahına davransaydı ne olurdu? Arkasını düşünmek bile istemezdim. Netice de adam tıpış tıpış evinin yolunu tuttu. Ertesi sabah efendi gibi tıraşını olmuş, eli yüzü düzgün, takım elbiseli ve kravatlı; ama bu defa narasız, süklüm püklüm yine kapımızda bitmiş özür ve minnet dileyerek karısını alıp gitmişti.
Sonra da onlardan herhangi bir şikâyet duyduğumu hatırlamıyorum zaten. Allah razı olsun gani gani Rahmet eylesin, iyi ki bana Kabadayılığın ne olduğunu bizzat öğreten, Kuvayı Milliyeci, gerçek mütevazı bir babam varmış. Her ne kadar bir babam olamasam da, adam gibi yaşamaya o sayede özen gösterdim. Böyle de olduğuma inanıyorum, çok şükür.
Sayılı Fırtınaları Erdoğan’ın da okumasında fayda vardır. Çünkü herkes her şeyi bilemez. Ne ki geç te olsa öğrenebilir. Neticede yaşam, ömür boyu yeni bir şeyler öğretmez mi faniye. Seçmenlerin bilhassa da eğitimsiz ve kararsız olanları da bu kitabı keşke okuyabilseler. Büyük bir keyif almanın dışında dünya görüşleri de değişirdi kesin. Ve kimlere lider diyeceklerinin daha bir farkında olurken, ülkelerine de büyük bir HAYIR işlemiş olurlardı. Hoş Referandumun hayırlı sonucu, Türk’ün ülkesinde kimin Kabadayı olduğunu, yine sokacaktır sadece bu neviden külhanların değil; ama yedi düvelin gözüne de bir kere daha nasıl olsa.
Fırat Kalkanı durdu da ne oldu? Terör mü bitti? Yoksa Kürt koridoru mu engellendi. Aslında ABD ve Rusya desteğiyle yurdumuzdan – şayet Referandumdan ‘evet’ çıkmasının hemen ertesinde – Federal bir Kürdistan çıkarmak üzere hudutlarımızda yığınlaşan terörist atıkları, aslında Güneydoğu’muzun yanında metropollerimize de, daha fazla yoğunlaşacak hale getirildiler. Hollanda’dan uluyan Verheugen gibi emperyalist çakallarının ‘Türkiye’de mermi bile atmadan rejim değiştiriyoruz’ yaftalı ortak payda altında iştiyakla Referandum sonucunun ‘evet’ çıkmasını beklediklerini biliyoruz.
Bu durumda ise milletimiz tarafından Federalleşmeye karşı çıkılması halinde, bu öngörüyle hudutlarımıza bilhassa yığdıkları köpeklerini, vatanımızı bölmek üzere, arka destekle üstümüze salacaklarını da yadsımıyoruz kuşkusuz. Ve iyi biliyoruz ki mermilerini o zamana saklamaktadırlar. Çünkü üstümüze dolaysız gelmeye yürekleri yetmez. Yine de yer yer mahalli provokasyonlarla ön hazırlık içine girmişlerdir bilindiği gibi de. Ve beklerler ki biz birbirimize girelim.
Siz hala başarılı olduk diye sallayın durun. Bak yine döndük geldik Kabadayılığa. Söyleyin bakalım bu mu şimdi Kabadayınız ve kabadayılık anlayışınız. Bırakın kukurikiyi de güldürmeyin insanı. Gücünüz namuslu, ahde vefa sahibi, adam evladı vatandaşınıza yeter ancak. Ne ki bunun da bir sonu var elbette. Önce HAYIRLI bir Referandumu arkada bırakalım da ondan sonra…
Bitirirken son günlerde gece yatarken alışkanlık haline getirdiğim bir duayı okumadan geçemeyeceğim: Tanrım ‘evet’ çıkarsa biz ‘hayır’ diyenleri boş ver çünkü biz nasıl olsa vicdan huzuru içinde olacağız; ama tüm ‘evet’ oyu kullanmışların, birkaç gün içinde büyük bir hüsranla ‘ulan biz ne bok yedik’ diye feveran ederek, ileride yaşayacakları vicdan azabıyla ruh sağlıklarını kaybetmelerine, bu Referandumu vesile kılma; milletin ve seçmenlerini iğdiş eden müstevlilerin de gelecek nesillerinin günahsız sabilerini merhametine al, onlara böylesi bir amorali gösterme, bu çürüğü yedirme Yarabbi…