Bağlantılı yazı : https://nacikaptan.com/?p=5336
Rockefeller: Dünyayı sömüren bir hanedan
David Rockefeller’ın 102 yaşında ölmesinin ardından gözler ABD’nin en zengin ve en etkili aileleri arasında yer alan Rockefellerlar’a çevrildi. Biz de bu ailenin Türkiye’yle ve bölgemizle olan ilgisine dair kısa bir araştırma hazırladık. Haberimizin dinci gericilikle Rockefeller hanedanı arasındaki ilişkiye odaklanan ikinci bölümünü yarın yayınlayacağız.
Rockefellerlar asla sıradan bir zengin aile olmadı. Pek çok kaynakta da söylendiği gibi ABD’nin bir kraliyet ailesi olarak nitelenmeye en yakın ailesi Rockefellerlar’dı. Bu nedenle Rockefeller Ailesi’nin sık sık bir “hanedan” olarak nitelendirilmesine şaşmamak gerekir.
Rockefeller Hanedanlığı, ABD’nin ve dolayısıyla dünyanın siyasi hayatında derin etkisi olan, doğrudan siyasete girmekten çekinmeyen bir aile olageldi. Özellikle 20. yüzyılın başından itibaren ABD’nin uluslararası etkisini artırmak, Britanya İmparatorluğu’nun yavaş yavaş boşaltmakta olduğu dünya kapitalist sistemindeki belirleyici pozisyona ABD’nin yerleşmesi için elinden geleni yapmış bir aile Rockefellerlar.
Bunu da her zaman söylendiği gibi çeşitli komplolar, gizli saklı işler üzerinden değil, pek çok durumda açıktan, sahip oldukları bir dönem için emsalsiz sayılan servete ve uzun vadeli bir oyun planına sadık kalarak, kurdukları “hayırsever” cemiyetler vasıtasıyla yaptılar.
LENİN’İN “EMPERYALİZM” BROŞÜRÜNDE ROCKEFELLER HANEDANLIĞI
Emperyalizm kavramı dile getirildiğinde kuşkusuz ilk akla gelen çalışmalardan biri Lenin’in Emperyalizm – Kapitalizmin En Yüksek Aşaması broşürüdür. Bu çalışmada ana faaliyet sahası petrol olan Rockefeller Ailesi’nin adı birden fazla kere geçer.
19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçildiğinde Rockefeller Hanedanlığı’nın sermayesindeki artış ve bu artışın yöntemi Lenin için “sermayenin yoğunlaşması” kavramının ders kitabı örneği olacak kadar büyük bir netlik arz etmektedir:
Yoğunlaşma sürecinin gücüyle, bütün kapitalist ekonominin başında kalan bazı bankalarda, doğal olarak, tekel anlaşmaları, bir banka tröstüne doğru gitgide daha belirgin bir kayma eğilimi taşıyacaktır. Amerika’da, artık dokuz değil, ama çok büyük iki banka, milyarder Rockefeller’ın ve Morgan’ın bankaları, 11 milyar marka ulaşan bir sermayeye hükmetmektedir.
Lenin, yine sanayi sermayesi ile mali sermayenin nasıl iç içe geçtiğini anlatmak için Rockefeller örneğine başvurmakta ve broşürünü yazarken yararlandığı temel kaynaklardan biri olan Otto Jeidels’in Almanya’nın dev bankaları ile sanayi arasındaki ilişkiyi incelediği çalışmasından şu pasajı alıntılamaktadır:
Dünya petrol pazarı bugün iki büyük mali grup arasında paylaşılmış durumdadır: Rockefeller’in Standart Oil Company’si ve Bakü’daki Rus petrolünün sahipleri olan Rothschild ve Nobel. Bu iki grup, birbirine sımsıkı bağlıdır.
Pazar ve kaynakların paylaşımı konusundaki rekabet söz konusu olduğunda da Lenin’in örneklerinden biri Rockefeller Hanedanlığı’ydı.
Bir yandan, Rockefeller petrol tröstü her şeyi ele geçirmek amacıyla Hollanda’da bile bir bağlı şirket kurdu; başlıca düşmanı olan Felemenk-İngiliz Shell tröstüne yetişmek için Felemenk Hindistanı’ndaki petrol kaynaklarını ele geçirdi. Deutsche Bank’a ve öbür Berlin bankalarına gelince, onlar da, kendi paylarına Romanya’yı “saklı tutmanın” ve Rockefeller’e karşı Rusya ile birleşmenin yollarını arıyorlardı. Rockefeller çok daha büyük bir sermayeye ve petrolün ulaştırılması ve tüketiciye yetiştirilmesi konusunda üstün bir örgüte sahip bulunuyordu.
Kısaca söyleyecek olursak “‘Standard’ için iyiyse, ABD için iyidir” sözünün yerleşik bir kalıp halini alması tesadüf değildi. Bir dönem ABD emperyalizminin en önemli sembolü Rockefellerlar’ın Standard şirketiydi. Bu nedenledir ki emperyalizme dönük diğer çalışmalarda da Rockefeller Ailesi’nin yarattığı Standard Petrol Tekeli detaylı şekilde incelenmiştir. (1)
Rockefeller Ailesi, sahip oldukları büyük sermaye ve artık hakkında gerçekle karışık pek çok efsane yaratılan Council on Foreign Relations (CFR, Dış İlişkiler Konseyi) isimli “düşünce kuruluşu”ndaki ağırlıkları vasıtasıyla ABD dış politikasında hep çok etkili oldular. Bu etkilerini derinleştiren ve daimi kılan önemli araçlardan biri kurulduğu günden itibaren ABD dış politikasının mütemmim cüzü haline gelen Rockefeller Vakfı gibi “yardım kuruluşları”ydı.
ROCKEFELLER, SOSYAL BİLİMLER ve TÜRKİYE
Rockefeller Ailesi’nin “resmi” biyografilerinde dinle ilişkilerinin ve hayır işlerinin karışık ve özel bir yeri var. Rockefellerların “hayır işleme yoluyla cennete gitme ve ticaretin günahlarından arınma” işine ne kadar inandıklarını bilemeyiz ancak şunu kesin olarak söyleyebiliyoruz:
Rockefellerlar kurmuş oldukları “hayırsever” kuruluşlar vasıtasıyla dünyanın dört bir yanında ABD’nin iktisadi olduğu kadar ideolojik ve moral üstünlüğünü de garanti altına almayı bir yatırım stratejisi olarak benimseyecek ve bu uğurda milyarlarca dolar harcamaktan çekinmeyecek netlikte sınıf bilincine sahip bir kapitalist ailedir.
Bu kuruluşlar arasından en bilineni kuşkusuz Rockefeller Vakfı. Vakıf, özellikle bilimsel çalışmalara yaptığı maddi destekle, dünyanın çeşitli ülkelerindeki araştırmacılara verdiği burslarla “düşünce dünyasını” belirleme ve ABD merkezli bir akademik dünya kurulmasında kritik bir rol oynadı.
Bu konuda çarpıcı bir örnek Fransa’da İkinci Dünya Savaşı sonrası sosyal bilimlerin ABD öncülüğünde yeniden kurulmasıdır. Bunu Kristin Ross, “Entelektüeller için de özel bir Marshall Planı yürürlükteydi” tezini işlediği Hızlı Arabalar, Temiz Bedenler isimli çalışmasında ikna edici örneklerle ve açık şekilde göstermektedir. ABD, Rockefeller Vakfı ve benzeri kuruluşlar aracılığıyla “yeni nesil” sosyal bilimleri teşvik edip, bunların tanıtımını yaparak Marksizmi Avrupa’da izole edip entelektüel sahada boğmayı denemekteydi. Bu hamlede Fransa bir laboratuvardı.
Bugün bildiğimiz şekliyle Fransız sosyal bilimleri, Fransız modernizasyonunun diğer unsurları gibi, savaş-sonrası dönemin bir icadıdır ve ABD’nin iktisadi müdahalesi ile belli bir bağlantı taşır. (…) Bir literatür taraması ikna edici şekilde göstermektedir ki dönemin en önde gelen Amerikan ihraç ürünü Coca-Cola ya da filmler değildi, sosyal bilimlerin üstünlüğüydü. Ekim 1946’da Rockefeller Vakfının sosyal bilimler bölümünün direktörü şunu ilan ediyordu: ‘İşgalin enkazından yeni bir Fransa, yeni bir toplum yükseliyor. (..) Fransa’da komünizm ve Batı demokrasisi arasındaki çelişki ya da uyum meselesi en şiddetli şekliyle kendisini gösteriyor. Fransa bunun için bir muharebe alanı yahut bir laboratuvardır.’
Ross, Fransa’da özellikle yapısalcılığa ve Annales Okul adıyla bilinen tarih/sosyal bilim ekolüne yapılan maddi yardım ve bunun ABD eliyle dünyaya yayılmasında Rockefeller Vakfının öncü rolüne dikkat çekmektedir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yerini antikomünist sözde “Hür Dünya”da seçmiş, Marshall Planı’nın bir parçası olarak “küçük ABD” olmayı önüne koymuş ve 1952’de Sovyetlere karşı emperyalizmin sınır karakolu olarak NATO’ya girmiş Türkiye de özellikle 1950’lerle birlikte Rockefeller’ın ilgi alanına büyük bir yoğunlukla girmeye başlar. Aynı dönemde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ve ABD’nin “insani” faaliyetlerinin Türkiye’de hız kazanması tesadüften ötedir. Bu ilişki o kadar net görülmektedir ki 1950’lerde Türkiye’nin New York’taki konsolosluğu Rockefeller Center’ın 50 numaralı dairesindedir.
1950’ler ve 1960’larda pek çok önemli tarihçi (örneğin Halil İnalcık), ekonomist (örneğin Nejat Bengül), psikolog (örneğin Muzaffer Şerif), fizikçi (örneğin Asım Orhan Barut), gazeteci (örneğin Bülent Ecevit), genç akademisyen (örneğin Gülten Kazgan, Korkut Boratav, Deniz Baykal, Mete Tunçay, Emre Kongar), sanatçı (örneğin Ahmet Hamdi Tanpınar, Bilge Karasu, Duygu Sarıoğlu) bu burstan faydalanmış ve ABD yahut Avrupa’da çalışmalarını sürdürmüştür. Rockefeller Vakfının 1920’lerden başlayarak 1980’lerin sonuna kadar verdiği bursların alanlara göre dökümü aşağıdaki gibidir:
Kaynak: Rose, Kenneth, “The Rockefeller Foundation’s Fellowship Program in Turkey, 1925-1983”. The Rockefeller Archive Center.
Rockefeller bursu, doğrudan değil dolaylı ve uzun vadede sosyal bilimleri dönüştürmeyi, Fransa örneğinde olduğu gibi esas olarak çeşitli alanlarda Marksizmi etkisizleştirmeyi, kapitalizmin yarattığı sosyo-ekonomik ve politik problemleri hızlı çözümlemeyi ve bu problemlere müdahale etmeyi hedefliyordu. Bu nedenle, Rockefeller bursu vasıtasıyla ABD’ye gidenlerin tamamı elbette ABD’nin doğrudan ya da dolaylı ajanı olmuş demek değildir.
Devletin akademik araştırmalar, özellikle sosyal bilimler için fon ayıramadığı/ayırmadığı genç akademisyenlere gerekli olanakları sağlamadığı ortamda araştırmacılar bu bursa mecbur kalıyor, sonuç olarak da bursun şartlarının belirleyiciliği altında saptanan konular ve yöntemlerle sınırlanıyorlardı.
Ancak düşünce dünyasının dönüştürülmesini hedefleyen bu uzun vadeli planın kimileri üzerinde elbette kısa vadeli sonuçları da oluyordu. Yalçın Küçük, bir mülakatında o dönem Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinde asistan olan ve Rockefeller bursu ile ABD’ye giden Deniz Baykal’ın ABD’den döndükten sonra sınıf kavramı yerine tabaka kavramını kullanmaya başladığını belirtiyordu.
Burslar dışında Rockefeller’ın Türkiye’deki bazı bilimsel faaliyetlerini şöyle sıralayabiliriz:
1860’larda yayımlanan Redhouse İngilizce sözlüğün 1950 yılında Yeni Redhouse Lûgatı (İngilizce – Türkçe) adıyla genişletilerek yeniden yayımlanması, Rockefeller Vakfının maddi katkısıyla olmuştu.
Cangül Örnek’in Türkiye’nin Soğuk Savaş Düşünce Hayatı çalışmasında detaylı şekilde anlattığı bir diğer başlık da üniversitelerde Amerikan çalışmalarının kürsüleşmesi sürecidir. 1950’den önce Türkiye’deki üniversitelerde yer almayan Amerikan kültürü ve edebiyatı bölümünün kurulması için özellikle Rockefeller Vakfı büyük çaba gösterdi. Bu çabalar, ilk meyvesini 1953-54 öğretim yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde veriyor. DTCF’de Amerikan çalışmaları kısa zaman içerisinde kürsü haline geldi. Bunu Rockefeller desteğiyle İstanbul Üniversitesinde benzer bir girişim izledi.
Rockefeller Vakfının Robert Kolej’e ve Üsküdar Amerikan Lisesi’ne yapılan düzenli yardımlara ek olarak, Robert Kolej’in Boğaziçi Üniversitesi haline dönüşmesinde de etkin rol oynamıştır.
1950’ler ve 1960’lar boyunca çeşitli devletin eğitim ve sağlık kurumlarına Rockefeller yardımları sürmüştür.
Bu faaliyetler, ABD dış politikasının tamamlayıcı unsurları olarak ABD’nin iktisadi, politik ve kültürel hegemonyasının şekillenmesi ve pekişmesinde etkin rol üstlenmiştir. Türkiye’de de benzer bir seyir izlenmiştir.