Jun Hus, Fatih Medresesi Emini ve Yalaka Rektörler
Süleyman Çelik
Avrupa Ortaçağ karanlığında. Egemenlik “sözde” Allah’ın, gerçekte Kilisenin. Papa imparatorların ve kralların üzerinde; takdis etmedikçe kimse tahtına oturamıyor, aforoz ettiğinin saltanatı sona eriyor. Şeriat yaptırımları, Engizisyon mahkemeleri aracılığı ile en sert şekilde uygulanıyor.
Kilise, toprakları soylularla paylaşmış; birlikte köle (serf) olan halkı sömürüyorlar. Bu yetmiyor olacak ki günah çıkarıp Cennetin anahtarını satarak vb. yollarla din ticaretini büyütüyorlar.
Seçkin bir teolog olan Prag Üniversitesi Rektörü Jun Hus, Engizisyon mahkemelerinin acımasızlığını bilmesine karşın, bilim adamı namusu gereği, doğru bildiklerini söylemekten kaçınmıyor. Konuşmalarında hepsi din baronu olmuş papazların paraya doymazlığını, Kilisenin dünyevi mal varlığını ve çürümüşlüğünü açıkça eleştirmekten çekinmiyor. Sözleri halk arasında büyük bir beğeniyle karşılanıyor ve etrafında kalabalık bir dinleyici topluluğu oluşuyor.
Eleştirilerini gittikçe sertleştirmesi üzerine Jun Hus aforoz ediliyor. Fakat onu çok seven halk, kararı protesto edip gösterilere başlayarak korumaya alıyor.
Bu sırada ortaya çıkmış olan papalık tartışmasını görüşmek üzere Konstanz Konsili toplanmıştır. Bir teolog olarak görüşü alınmak üzere Jun Hus Konstanz’a davet ediliyor. Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Sigismund’un can güvenliği konusunda güvence vermesi üzerine Hus Konstanz’a gidiyor. Ancak İmparatorun güvencesine karşın tutuklanıyor ve kendisinden yaptıklarının yanlış olduğunu söylemesi isteniyor. Hus’un teklifi reddetmesi üzerine Konsil yakılarak cezalandırılmasına karar veriyor. 6 Temmuz 1415’de kitaplarıyla birlikte yakılıyor ve külleri Ren nehrine atılıyor.
Bugün Prag’ın Eski Şehir Meydanı’nın tam ortasında, Jan Hus’un heykeli yer almaktadır. Yakılışının 500.yılı olan 1915’de dikilmiş olan heykelin alt kısmında, “Gerçek er ya da geç ortaya çıkacaktır” yazmaktadır.
* * *
Bilime ve sanata önem veren aydın bir padişah olan Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonra bugünkü üniversitenin karşılığı olan bir medrese yapılmasını buyuruyor. İnşaat tamamlanıp açılışını yaptıktan sonra binayı gezerken, “boş zamanlarında gelip kitap okumak ve medresenin havasını solumak amacıyla” kendisine bir oda ayrılmasını istiyor. Üniversitelerde bugünkü rektörün karşılığı olan Medrese Emini, “Sultanım, Medrese sizin eseriniz. Her şeyi siz yaptırdınız. Fakat ne yazık ki size bir oda vermemiz olanaksız” diyor ve nedenini açıklıyor: “Size oda verebilmemiz için, kurallar gereği ya öğrenci ya da öğretim üyesi (molla, müderris) olmalısınız.” Zamanının dünya egemeni olan ve sözü kanun yerine geçen Sultan, isteminin kabul edilmemesini saygıyla karşılıyor. Daha sonra sınava girerek molla olmayı hak ediyor ve kendisine bir oda veriliyor.
* * *
- Yüzyıldan, biri Avrupa’dan diğeri Osmanlı’dan, iki rektör örneği verdikten sonra gelelim 21. Yüzyıla, günümüzdekilere bakalım…
Öyle rektörler görüyoruz ki bazıları sultanı, cumhurbaşkanını, başbakanı bırakın, bir bakana koltuğunu vermiş; kendisi ayakta, esas duruşta bekliyor.
Bilimin temeli olan düşünce ve ifade özgürlüğü yok ediliyor; hastaları özel hastanelere yönlendirmek için üniversite hastaneleri çökertiliyor; hukuk ayaklar altına alınmış çiğneniyor; ne dekanlardan ne rektörlerden bir ses var; buna karşılık sıra yalakalığa gelince rol kapma yarışına girenler görülüyor!..
Yazık, çok yazık…
Gerçek er veya geç ortaya çıkacak torunlarınız sizden utanç duyacak!…