Yılmaz Özdil ÜÇ’lemesi * İHSAN-I EKMEL * DUYGULARIMIZDAKİ CAN KIRIKLARI * VEBAL

sozcu.com.tr
Yılmaz Özdil
27.07.2016

=========

İHSAN-I EKMEL

İki sene önce…
CHP yönetimi demokratik bir yol tercih etti, CHP milletvekillerine, il başkanlarına, belediye başkanlarına “cumhurbaşkanı adayımız kim olsun?” diye soruldu. Ezici çoğunlukla “Yılmaz Büyükerşen” çıktı. CHP genel başkan yardımcıları, Yılmaz Büyükerşen’e ayrı ayrı telefon ettiler, adaylığının kesinleştiğini bildirdiler. 15 haziran günü, CHP’nin tüm belediye başkanları Eskişehir’de buluştu. Tüm medya davet edildi. Kulaklara fısıldandı… Canlı yayında, bizzat Kılıçdaroğlu tarafından Büyükerşen’in cumhurbaşkanı adaylığı açıklanacaktı. Herkes biraraya geldi, tüm televizyonlar aynı anda canlı yayına geçti, nefesler tutuldu… Ve bitti! Aday maday açıklanmadı. En başta CHP’liler, tüm medya şaşkındı. Ne oluyor demeye kalmadı, ertesi sabah Kılıçdaroğlu çıktı, “adayımız Ekmeleddin İhsanoğlu” dedi.

CHP milletvekilleri, genel başkan yardımcıları bile o saniyede öğrenmişti, o saniyeye kadar kimsenin haberi yoktu.

Ahali internete koştu… Herkes Google’a girdi, “kim bu Ekmeleddin?” diye aramaya başladı. O an, Türkiye’deki tanınma oranı sadece yüzde 22’ydi. Vatandaşların yüzde 78’i adını bile duymamıştı.

Memlekette adam kalmamış gibi tee Mısır’dan bulunmuştu. Rum Ortodoks Patriği, Gökçeada doğumlu, Hahambaşı, İstanbul doğumlu, Ermeni Patriği, İstanbul doğumlu… CHP’nin cumhurbaşkanı adayı, Kahire doğumluydu!

Arap kültürüyle yetişmişti. Şeriat denince ilk akla gelen üniversite, El Ezher’de çalışmıştı. Türkiye’ye hayatında ilk defa 27 yaşında gelmişti. 2004’te Akp’nin desteğiyle İslam İşbirliği Teşkilatı genel sekreteri olmuştu. 2014’te bu görevinden ayrılır ayrılmaz, Türkiye Cumhuriyeti’ne talip olmuştu. Beyaz Saray’da ağırlanan ilk İslam İşbirliği Teşkilatı başkanıydı, Obama tarafından davet edilmişti, müslüman ülkelerdeki çatışmaları önlemek için “İslam ordusu” kurulmasını önermişti, ki, bu İslam ordusu aslında ABD projesiydi.

Babası Mehmet İhsan Efendi, cumhuriyet ilan edilir edilmez Türkiye’den ayrılmış, Mısır’a gitmişti. Mustafa Kemal hakkındaki idam fermanını bizzat kaleme alan, “Mustafa Kemal’in öldürülmesi dini vazifedir” diyen, Vahdettin’in şeyhülislamı Mustafa Sabri’nin en yakın adamıydı. Mustafa Sabri öldüğünde Kahire’de Gafir mezarlığına gömülmüştü, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun babası da ölünce, Mustafa Sabri’nin yanına gömülmüştü. Birbirlerini bu kadar seviyorlardı.

O günkü cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Exeter üniversitesindendi, Ekmeleddin bey de Exeter üniversitesindendi. Ne hoş tesadüftü di mi? İngiltere’nin prestijli kurumuydu, petrol zengini Arap ülkelerinden bol sıfırlı bağışlar alırdı, Arap araştırmaları enstitüsü vardı, Kürt araştırmaları enstitüsü vardı, İngiliz istihbarat servisinin elemanları, Ortadoğu uzmanı olabilmek için burada eğitilirdi.

Gazetecilere ilk demecini cami kapısında verdi. “Burası bereketli bir cami, Turgut Özal da burada namaz kılardı” dedi.

Açık açık “CHP’li değilim” diyordu. Demokrat Parti geleneğinden geldiğini söylüyordu. Turgut Özal’ın hayranı olduğunu söylüyordu. Tayyip Erdoğan için “aile dostum” diyordu. CHP’nin adayı konuştukça, CHP’liler kulaklarına inanamıyordu.

“Ekmek için Ekmeleddin” diye tuhaf bir slogan buldu. Sanırsın, fırıncılar odası başkanlığına adaydı. Peki, kim bulmuştu bu evlere şenlik sloganı? Reklamcı filan yoktu. Ekmeleddin beyin oğulları bulmuştu! Kampanyasını CHP değil, Ekmeleddin beyin oğulları Aziz ve Orhan, kafalarına göre yönetiyordu, basın peşlerinden koşuyor, basına konuşmuyorlardı. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Cumhuriyet Halk Partisi, kim olduklarını bilmediğimiz, tanımadığımız birileri tarafından adeta esir alınmıştı. CHP adına başkaları karar veriyordu.

Seçim bildirgesini okumaya, besmele ve Fatiha suresiyle başladı.

Ahireti bile devreye soktu. Adnan Menderes’in Turgut Özal’ın Necmettin Erbakan’ın Bülent Ecevit’in Alparslan Türkeş’in Muhsin Yazıcıoğlu’nun kabirlerini ziyaret etti, dua ederken poz verdi, Menderes’in mezarının başında konuşma yaparken ağladı.

Yurt gezilerinde en önce türbelere gidiyordu. Hatay’da mesela, Hızır Aleyhisselam türbesine gitti, dua etti, vatandaşları “ehlen ve sehlen” diye Arapça selamladı.

Güya laikliği tarif etti. “Laiklik demek, lekum diniküm veliyeddin demektir, herkesin dini kendine, bunu cenab-ı Allah söylüyor” dedi. Dinin siyasete alet edilmesinde karşı devrimcilerle yarışıyordu.

Cemaatin tetikçileri Halk TV ekranına doluşmuştu. “CHP’li olup da Ekmeleddin İhsanoğlu’nu eleştirenler bundan böyle Atatürkçüyüm demesinler” diye racon kesiyorlardı. CHP içinde Ekmeleddin beyin adaylığına itiraz etmek adeta suç haline gelmişti. İtiraz edene “CHP düşmanı” deniyordu, “Ekmeleddin beye karşı çıkarak Akp’nin ekmeğine yağ sürüyorsun” deniyordu, susturuluyordu.

Chp’de Ekmeleddin beyin adaylığını sadece Kemal Kılıçdaroğlu istiyordu… CHP dışında ise, hararetle isteyen biri daha vardı.

Fethullah Gülen… Seçime beş gün kala Pensilvanya’daki vaazında aynen şunları söylüyordu: “Her halimizde, her tavrımızda, iman-ı ekmel, İslam-ı ekmel, ihsan-ı ekmel, ihlas-ı ekmel, rıza-yı ekmel, yakin-i ekmel demeliyiz, hayatımızı bu atkılar arasında dantela gibi işlemeliyiz, düşsek, sürçsek bile, kalktığımızda el ihsan demeliyiz.”

Ve, aradan iki sene geçti…

Melih Gökçek cinler tarafından kandırıldığını itiraf etti.
Bülent Arınç ahmak olduğunu itiraf etti.
Hazır itiraf sezonu açılmışken…
Bi itiraf da Kemal Kılıçdaroğlu’ndan bekliyoruz gari.

Tıpış tıpış açıklayın…
Mecburettin beyi cumhurbaşkanı adayı yapmanızı kim mecbur etti?

sozcu.com.tr
Yılmaz Özdil
26.07.2016

========

DUYGULARIMIZDAKİ CAN KIRIKLARI

Fethullah Gülen, henüz Türkiye’de tanınmıyordu ama, İzmir Kestanepazarı’nda kulaktan kulağa yayılmaya başlamıştı, vaazlarını hiç kaçırmayan hatırı sayılır bir esnaf grubu oluşmuştu, Manisa’dan Denizli’den dinlemeye gelenler vardı. Fethullah Gülen bu insanları öğrenci yurdu kurmaları için teşvik etmeye başladı, “ışık evi” tabir edilen cemaat yurtlarının temeli 1972’de İzmir Bozyaka’da atıldı, peşpeşe yenileri açıldı, 10 sene içinde, 1982’de Yamanlar Koleji’ne dönüştü. 12 Eylül darbesinde sağcı solcu, devrimci ülkücü herkesi tutuklamışlar, Fethullah Gülen’e dokunmamışlardı, üstüne, kolejini hizmete açmışlardı! Fethullah Gülen’in gözbebeği tabir edilen Yamanlar Koleji’nin kurucu müdürü, Sezen Aksu’nun babası Sami Yıldırım’dı. “Yaman Dede” lakabıyla tanınıyordu.

Akp’yle cemaat imam nikahlıyken… Fethullah Gülen, Tayyip Erdoğan açısından “muhterem hocaefendi”yken… Fethullah Gülen “bu referandumda mezardakiler bile kalksın evet oyu kullansın” derken… Sezen Aksu ne diyordu? Yetmez ama evet diyordu.

Başka ne diyordu?
Pkk açılımı sürecinde Tayyip Erdoğan’a bizzat telefon edip, Akp gibi düşünmeyen insanlara “iki cihanda lekeli” diyordu. “Annemle babamla konuştum, canıgönülden destekliyoruz, annem babam bu sürecin karşısında duranları iki cihanda lekeli kabul ediyorlar, ben de öyle görüyorum” diyordu.

Sezen Aksu’nun “baba” vurgusu önemliydi. Akp gibi düşünmeyenlere “iki cihanda lekeli” diyen, aslında babasıydı. Kızı tasdikliyordu.

Gel zaman git zaman… Akp’yle cemaatin arası bozuldu, 17/25 Aralık patladı, Tayyip Erdoğan o güne kadar öve öve bitiremediği Fethullah Gülen’i haşhaşi, terörist, sülük ilan etti, inlerine gireceğiz dedi.

O sırada Berkin öldü… Sezen Aksu kişisel internet sitesine mektup yazdı, “muhakeme yetisini kaybetmiş bir kibir, iktidar ve güç zehirlenmesinden doğan vicdan tutulması Berkin’i de aldı, namuslu insanlar var bu dünyada, illa ki kazanacaklar” dedi.

E, pek enteresandı.

Oturdum, bu iki açıklamayı alt alta koyarak, Firuze başlıklı yazımı yazdım. “Cemaatle Akp cankuşken, yetmez ama evetti, akp’nin karşısında olanlar iki cihanda lekeliydi, cemaatle akp düşmanken, Tayyip Erdoğan güç zehirlenmesi yaşayan, vicdan tutulması yaşayan, muhakeme yeteneğini kaybetmiş biriydi, Tayyip Erdoğan’ın karşısında olanlar namuslu insanlardı” dedim.

Vay sen misin diyen…

“Özgürlük” şarkıları söyleyen “hümanist” sanatçımız Sezen Aksu, savcılığa suç duyurusunda bulundu, beş sene hapse atılmamı talep etti. Yanlış okumadınız… Beş sene hapse atılmamı talep etti. Ne kadar büyük bir suç işlediğimi kanıtlamak için de, Kadir Has Üniversitesi’nden bir profesörün hukuki görüşünü şikayet dilekçesine eklemişti.

Eğer bu şikayet dosyası Fetocu bir savcıya denk gelseydi, şu anda içerdeydim. Veya, tutuklama olmasa bile, en azından gözaltı mözaltı gibi kepazelikler yaşayacaktım.

Çok şükür ki, namuslu bir savcıya denk geldi. İnceledi, elinin tersiyle itti. Dava bile açılmasına gerek görmeden, reddetti. Kapı gibi, ders gibi gerekçe yazdı, özetle “söz konusu yazıda suç unsuru yok” dedi.

Peki, Sezen Aksu hangi gerekçelerle hapse girmemi talep etmişti?

Birincisi…
Yalan yazdığımı öne sürmüştü. Tamamen gerçekdışı bir iddiada bulunduğumu, hiç kimse hakkında “iki cihanda lekeli” demediğini, kendisinin söylemediği sözleri, sanki söylemiş gibi yazdığımı, “iki cihanda lekeli” dediğine dair hiçbir veri olmadığını belirtmişti.

Halbuki…
Sezen Aksu’nun “iki cihanda lekeli” dediğini söyleyen ben değildim. Akp yandaşı Sabah gazetesi manşet yapmıştı. Ağustos 2009’da “Minik Serçenin Cesur Yüreği” başlığıyla manşet yapmışlardı, “Tayyip Erdoğan’ı telefonla aradığını, bu sürece karşı duranlara iki cihanda lekeli dediğini” yazmışlardı. Sezen Aksu altı sene boyunca bu manşeti yalanlamadı. Türk basınında Sezen Aksu’nun bu lafı dediğini yazmayan kalmadı. Altı sene gıkı çıkmayan Sezen Aksu, her nedense sadece benim yalan yazdığımı öne sürüyordu.

İkincisi…
Babasına cemaat yakıştırması yaparak, başta babası, tüm ailesini rencide ettiğimi öne sürüyordu.

Halbuki…
Sezen Aksu’nun babasının Yamanlar Koleji’nde kurucu müdür olduğunu her İzmirli gazeteci bilir. Üstelik… Sezen Aksu’nun babasının Yamanlar Koleji’nde kurucu müdür olduğunu yazan sadece ben değildim. Cemaatin yayın organı Kanaltürk’ün Ankara temsilcisi Faruk Mercan tarafından kaleme alınan, 2009’da Doğan Kitap’tan yayınlanan, Fethullah Gülen’in hayatını anlatan kitapta yazıyordu.

Tüm bu gerçeklere rağmen, linç edildim. Cemaat tetikçileri koro halinde saldırıya geçti. Bazı sanatçılarımız olan biteni kültür-sanat tartışması zannetti, Sezen Aksu’nun sanatçı kişiliğine dil uzattığımı filan söyledi. Bazı “yeni chp” milletvekilleri beni alenen “düşman” ilan etti, “ırkçı” ilan etti. O zamanlar Hürriyet’te yazıyordum, Hürriyet’te bile beni yerden yere vuran yazılar çıktı.

Ve şimdi…

Söz konusu yazıda bahsi geçen Yamanlar Koleji polis tarafından basıldı, okulun beşinci katında Fethullah Gülen’in özel makam odasının olduğu yazılıyor, bu odada Fethullah Gülen’in hırka, tespih gibi özel eşyalarının camekanlar içinde adeta kutsal emanet gibi sergilendiği yazılıyor, bu okuldan mezun olduktan sonra harp okullarına giren teğmenlerin, bu makam odasındaki törenle Fethullah Gülen’e bağlılık yemini ettiği yazılıyor, bu teğmenlerin kılıçlarının bu okulda sergilendiği, öbür öğrencilere gösterildiği yazılıyor, okulda askeri kamuflajlar bulunduğu yazılıyor, okulun depolarında seçim sandıkları, oy çuvalları bulunduğu yazılıyor.

Beni linç eden gazeteler, sanatçılar, hatta yeni chp milletvekilleri, şu anda, cemaatin ne kadar iğrenç olduğunu anlatıyor.

Hayat ne tuhaf değil mi?

Doğrusunu isterseniz… Özgürlük şarkıları söyleyen hümanist sanatçımızın hapse girmemi talep etmesine kırılmıştım. Ama, beni asıl darmadağın eden konu bambaşkaydı. Sezen Aksu’nun savcılığa verdiği suç duyurusu dilekçesinde aynen şu cümle yazıyordu:

“Sezen Aksu sanatı ile kamuya mal olmuş bir kişiliğe sahiptir. Onu, oluşmamış bir olguyla itham edilen merhum babası ile yapay bir bağlantı kurmak ve siyasal bir akımın içinde göstermeye gayret etmek, toplumda küçük düşürmek amacını açıkça göstermektedir.”

“Merhum babam” diyordu.Babasının rahmetli olduğunu, rahmetli olmuş babası üzerinden yapay bir bağlantı kurduğumu söylüyordu.

Halbuki…Bu dilekçe verildiğinde Sezen Aksu’nun babası yaşıyordu.
Allah uzun ömür versin.Hâlâ yaşıyor.

“Merhum” denilerek, savcılık makamı yanıltılmak istenmişti.“Merhum” denilerek, savcının vicdanına seslenilmiş, ölmüş insanların arkasından iftira atan, vicdansız biri olduğum belirtilmişti.

Babası yaşıyordu.
Ve, bana yalancı deniyordu!

Aslında ben ve avukatım, Sezen Aksu’nun babasının “merhum” olmadığını elbette biliyorduk. Buna rağmen, savcılık ifademizde bu konudan hiç bahsetmedik. Çünkü… Sezen Aksu babasına “merhum” demeye çekinmemişti ama, ben ve avukatım “babası yaşıyor” demeye utanmıştık.

Hukuk önünde… Sezen Aksu adına, bizim yüzümüz kızarmıştı.

Ne diyelim…Hakikat topallayarak da olsa hedefine varıyor.Her devrin adamı olmaktansa, topluma gerçekleri anlatmaya çalışan yurtseverlere ise, duygularındaki cam kırıkları kalıyor.

sozcu.com.tr
Yılmaz Özdil
24.07.2016

========

VEBAL

1043 okul kapatıldı.
109 yurt kapatıldı.
15 üniversite kapatıldı.
1577 dekan açığa alındı.
22 bin öğretmen açığa alındı.

Çok güzel.

Ama… Hatırlarsınız mutlaka, üniversite sınavında cevap şıklarına alenen “şifre” yerleştirdikleri ortaya çıkmıştı. “Mod medyan” tabir edilen algoritma modelini biliyorsanız, soruyu okumasanız bile doğru cevabı buluyordunuz.

Akp’nin ösym başkanı utanmadan inkar etmişti, “şifre filan yok” demişti.

Cumhurbaşkanı o zamanlar Abdullah Gül’dü, “ösym başkanından aldığım bilgiler beni tatmin etti” dedi.Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’ti, “sayın cumhurbaşkanının tatmin olduğu konuda biz de tatmin olmuşuzdur” dedi.Milli eğitim bakanı Nimet Çubukçu’ydu, “şifre iddiasında bulunanlar mahçup olacaklar, ösym başkanının açıklamaları tatmin edici” dedi.
Yök başkanı Yusuf Ziya Özcan’dı, “ben de tatmin oldum” dedi.En son asrın liderimiz konuştu…“Ösym başkanının açıklamalarından tatmin oldum” dedi, şifre var diyenleri “provokasyon yapıyorlar” diye suçladı.

Cumhurbaşkanından başbakana, Akp komple tatmin olunca, sayın ahalimiz de tatmin oldu, hadisenin üstü örtüldü. Hadisenin üstü örtüldükten sonra, ösym başkanı gene utanmadı, gayet pişkin şekilde itiraf etti, “şifre var ama sehven konulmuş” dedi.

Halbuki… KPSS sorularının çalındığını, polis akademisi sınav sorularının çalındığını, harp okulları sınav sorularının çalındığını, astsubay okulları sınav sorularının çalındığını, Anadolu lisesi sınav sorularının çalındığını, tıpta uzmanlık sınav sorularının çalındığını, yabancı uyruklu öğrenci sınav sorularının çalındığını, akademik personel sınav sorularının çalındığını, kaymakamlık sınav sorularının çalındığını, hakim-savcı adaylığı sınav sorularının çalındığını, diyanet işleri müezzinlik sınav sorularının bile çalındığını dünya alem biliyordu. Bu sınav sorularını cemaatin çaldığını, üniversite sınavına şifreyi cemaatin yerleştirdiğini, cemaat dersanelerine giden öğrencilere “mod medyan” öğretildiğini sağır sultan bile duymuştu.

Bizim sultan hariç…

Bizimki mitinglerde bağıra bağıra övünüyordu, “yoksulların çocukları okumasın istiyorlardı, kapıcı olsun istiyorlardı, şimdi yoksul çocukları avukat oluyor, mühendis oluyor, doktor oluyor” diyordu.

Netice kardeşim?

1043 okul kapatıldı.
109 yurt kapatıldı.
15 üniversite kapatıldı.
1577 dekan açığa alındı.
22 bin öğretmen açığa alındı.

Hepsinin hal çaresi var, okulları devlete devredersin, Fethullahçı öğretmenleri-akademisyenleri yargılarsın, meslekten atarsın, milli eğitim sistemimizi bu virüslerden temizlersin, hepsi mümkün.

Peki…Fethullahçılar şifre tezgahıyla önüne geçtiği için, aslında kazanmış olduğu fakülteye giremeyen, açıkta kalan öğrenciler ne olacak?

Soruları önceden ezberleyen Fethullahçılar yüzünden, kendi hakkı olan Anadolu lisesini kaçırıp, düz liseye gitmek zorunda kalan, daha iyi eğitim alma hakkı gaspedilen öğrenciler ne olacak?

İki lafı biraraya getiremeyen embesiller “ışık” hızıyla profesör olurken, doçent bile olması engellenen, lanet olsun deyip, üniversiteden ayrılan pırıl pırıl akademisyenler ne olacak?
Kamu personeli olacakken, öğretmen olacakken, hakim olacakken, savcı olacakken, uzman hekim olacakken, subay olacakken, astsubay olacakken, kariyerleri çalınan insanlarımız ne olacak?

Tatmin oldunuz ama…
2005’ten bu yana, her sınavda şaibe var.

Kaç milyon çocuğun geleceği çalındı?
Kaç milyon insanın hayatı çalındı?
Kaç milyon yurttaşın kader çizgisi hileyle değiştirildi?

Beraber yürüdünüz bu yollarda, kendi çocuklarınız yurtdışında okudu, milletin çocuklarının hayatı kaydı…Nasıl taşıyacaksınız bu günahı?

Ohal kapsamında çıkarılacak bir kanun hükmünde kararnameyle “vebal”den de kurtulmak mümkün mü?

This entry was posted in Politika ve Gundem, Yılmaz Özdil. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *