sozcu.com.tr
Yılmaz Özdil
23.07.2016
Yaver
Saat 9’u 25 geçe…
Matem halindeki Dolmabahçe Sarayı tek el silah sesiyle irkildi. Sedef kabzalı Smith Wesson’ın namlusundan çıkan mermi, adeta çığlık gibi koridorları dolaştı. Koştular hemen alt kata… Kanlar içinde yerde yatıyordu. Kalbine dayamış, tetiğe basmıştı.
Salih Bozok…
Mustafa Kemal’in yaveriydi.
Selanik’ten mahalleden arkadaştılar, ikisi de 1881’liydi, akrandılar, tee en başından beri, Bandırma vapurundan beri yaveriydi, ateşten gömleği gönüllü giymişti. Neler yaşamışlardı birlikte, ne maceralar, ne vuruşmalar, birbirlerine öylesine yakındılar ki, Mustafa Kemal evlendiğinde, Latife hanım’ın şahidi Salih’ti, Zübeyde hanım rahmetli olduğunda, oğlu yetişemedi, cenazesini Salih kaldırdı, Salih toprağa verdi.
Salih’in eşi Düriye hanım, Nuri Conker’in kızkardeşiydi, Nuri Conker ise Atatürk’e “Kemal” diye hitap edebilen dünyadaki tek insandı. Üçü birlikte büyümüştü, çocukluk arkadaşı, kardeşten öteydiler. Yaver deniyor ama, Mustafa Kemal’in canını emanet ettiği adamdı Salih.
Saat 9’u 5 geçe de yanındaydı… Başucunda dua ediyordu. Ruhunu teslim ettiğinde, gözlerinden iki damla süzüldü, eğildi, elini öptü, çıktı dışarı, alt kata indi, odasına girdi, çekti her daim belinde taşıdığı beylik tabancasını, soğuk namluyu iman tahtasına dayadı, tetiğe bastı.
Ölmedi Salih… Mermi kalbini sıyırmış, iki üç milim yanına saplanmıştı. Apar topar Şişli Sıhhat Yurdu’na kaldırıldı, ameliyat edildi, kurtarıldı. Canlı cenaze gibi yaşamaya devam etti. Canından çok sevdiği Mustafa Kemal’iyle birlikte gidememişti, hayata küsmüştü, neredeyse hiç kimseyle konuşamaz olmuştu, evinden, odasından çıkmadan yaşadı, anca iki sene devam edebildi, mermiyle delemediği kalbi, sıkıntısından kendi kendine durdu.
Sonra siz geldiniz…
Bu mübarek insanların kurduğu ülkede ne yaptınız?
Atatürk’ün ismini, camilerde okutulan hutbelerden çıkardınız. 19 Mayıs törenlerini yasakladınız. 23 Nisan, 29 Ekim törenlerine hastalandım bahanesiyle katılmadınız. Takvimde başka gün yokmuş gibi, tam 10 Kasım’da vahabi kralına madalya taktınız. Atatürk’ün kurduğu TBMM’de Vahdettin’i anma töreni düzenlediniz. Çankaya Köşkü’nü aklınızca tarihten sildiniz. Padişah Abdülhamid’e üniversitede onursal doktora verdiniz. Atatürk anıtlarına çelenk koymayı yasakladınız. Atatürkçüleri “terörist holigan” ilan ettiniz. Atatürk’ün kalpaklı fotoğrafını yasadışı ilan ettiniz. Atatürk ilkelerini ders kitaplarından çıkardınız. Atatürk stadyumlarını yıktınız, başka isimler verdiniz. Sırf devrim alfabesine karşı çıkmak için, Türkçe’ye bile savaş açtınız. Nutuk’u suç delili yaptınız. TC’yi sildiniz. “İki ayyaş” dediniz. “Atatürk döneminde Atatürk Orman Çiftliğinde çocuklara bira içirdiler” dediniz. “Atatürk döneminde camileri ahır yaptılar” dediniz. “600 yıllık imparatorluğun 90 yıllık reklam arası sona erdi” dediniz. “90 yıllık enkazı kaldırdık” dediniz. Atatürkçülüğün kalesi İzmir’e “gavur” dediniz. Sabiha Gökçen’i ırkçı-soykırımcı ilan ettiniz. “Yüce Atatürk” pankartı açan futbol takımına bile tahammül edemediniz. Atatürk’ü çağrıştırıyor diye Vardar Ovası türküsüne bile katlanamadınız. Andımızı yasakladınız. “Türk bayrağı demeyelim, Türkiyeli bayrağı diyelim” diyeni, akil adam yaptınız. “Türk yok” diyeni, milletvekili yaptınız. Fıkra anlatıyorum ayağıyla, Atatürk’e “ibne” dediniz. Kemalizm’i yerden yere vuran CIA ajanı Graham Fuller’ın “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabını, yandaş medyada ballandıra ballandıra reklam yaptınız. Onuncu Yıl Marşı çalanları fırçaladınız. Kızılay’ın Türk’ünü sildiniz. Camide seçim propagandası yaptınız. Miting kürsülerinden Kuran-ı Kerim’le oy istediniz. Belediyenin önüne Kabe maketi kurdunuz, hicret parkuru kurdunuz. Atatürk heykellerinin yakılmasına göz yumdunuz. “Ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi” dediniz. “Anıtkabir’i de yıkarız elhamdülillah” dediniz. Antropoloji kitabını kameralara uzatıp “bakın raflarda kafatasları var, işte vesika burada, Mustafa Kemal’in imzası var, insani midir?” dediniz. Atatürk canlı ağaç müzesi’ni rezidans yapılsın diye sattınız. Devlet Nişanı’ndaki Atatürk siluetini sildiniz.
Atatürk alerjiniz yüzünden, bağımsızlık savaşıyla, özgürlük mücadelesiyle kurulmuş bu devleti, emperyalistlerin maşası takkelilere peşkeş çektiniz.
Vardığınız nokta ne?
Hepinizin yaveri vatan haini çıktı birader…Birinizin yaveri, kafanıza silah dayayıp, kemerle boğazınızı sıkmış… Öbürünüzün yaveri, suikast düzenlensin diye saklandığınız yeri ispiyonlamış.
Mustafa Kemal’in yaveri, onun için ölüyordu.
Sizin yaverleriniz, sizi öldürmek için yaşamış.
“Efendiler… Biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler memleketi olamaz, en doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır” derken, işte tam olarak bunu kastediyordu.
Size önerim…
Atatürk fobiniz yüzünden tarumar ettiğiniz ülkeyi düzeltmek, yeniden rayına sokmak istiyorsanız… Atatürk Cumhuriyeti’ne sığının. Yeniden inşa sürecinde kriteriniz, pusulanız, Atatürk olsun.
Aksi taktirde…Belediyenin mehter takımından bi tane çakma yeniçeri ayarlayın.Yaveriniz o olsun!
sozcu.com.tr
Yılmaz Özdil
22.07.2016
O hal
Sizi bilmem, ben o hal’i bacanaktan öğrendim… Çeşme’de şezlongta yatıyordum, telefon etti, oğlum o hal ilan edildi dedi, hemen baldızı aradım, meğer ona eltisigiller zaten haber vermiş, sen kayınçoyu arayıver, ben de görümceye haber vereyim dedim filan.
Şimdi bakın…
“Cemaat’in nasırına ilk olarak 2009’da genelkurmay başkanı İlker Başbuğ bastı, Harp Akademileri’ndeki konuşmasında cemaate tenkitte bulundu, bu konuşmadan sonra internet andıcı gibi suçlamalar ortaya çıkmaya başladı, Fethullah Gülenciler TSK’ya sızmıştı ama, MİT’ten haber alamıyorduk, bize hiç rapor gelmiyordu, 2010 başında her şey netleşmeye başladı, Taraf gazetesi TSK’ya karşı tetikçilik yapıyordu, bizim karargahta yaptığımız çalışmalar bile Taraf’ta haber oluyordu, haber kaynağını öğrenmeye çalışıyordum, öğrenemiyordum, para kaynağını da öğrenemiyordum, TSK dışında istihbarat toplama ve operasyon yapma yetkim olmadığı için, bilgi almak üzere dönemin MİT müsteşarı Emre Taner’e gittim, Emre Taner bana açık açık ‘bu gazeteyle fazla uğraşmayın, bunun altından kalkamazsınız’ dedi, anlayamadığım bir cevaptı, bu cevabı gidip genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’a söyledim, o da gidip başbakana söyledi, netice alamadık, silahlı kuvvetlerden dışarı sürekli bilgi sızıyordu, kimin sızdırdığını tespit edemiyorduk, Fethullah Gülen’le ilgili araştırma yapmak üzere MİT’ten yardım istedik, MİT müsteşarı Emre Taner “bu adamla uğraşma, yaşlı bir adam, istersen tanıştırayım sizi” dedi, Emre Taner’in cemaat tarafından kuşatıldığını sanmıyorum, bence mevcut siyasi ortam konuşmasına engel oluyordu, emniyet’ten zaten bilgi gelmiyordu, Başbakanlık Takip Kurulu’na yönelttiğimiz sorulara da cevap alamıyorduk, daha sonra bu kurul fiilen toplantı yapmamaya başladı, bu kurulda da ‘Fethullah Gülen’le uğraşmayın’ gibi bir yaklaşım vardı, genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’un emriyle Emre Taner’e tekrar gittim, polisteki cemaatçilerle ilgili çalışma teklifinde bulundum, Emre Taner ekibine bu çalışmanın yapılması talimatını verdi, iki gün sonra beni aradı, ‘paşam bu konuyu başka kime söylediniz?’ diye sordu, kimseye söylememiştim ama, emniyetten MİT’e gelip ‘böyle böyle bir çalışma yapıyormuşsunuz, yapmayın’ dedikleri ortaya çıktı, Emre Taner buna rağmen istediğimiz çalışmayı yaptırdı, emniyetteki cemaatçilerin listesini hazırlayıp, başbakana ilettik, gene netice alamadık, MİT müsteşarı değişti, Mayıs 2010’da Hakan Fidan göreve geldi, 2010 yaz aylarında TSK’dan bir evrak basına sızdırıldı, konuyu görüşmek için Hakan Fidan’a gittim, bana açık açık ‘bizim cemaatçiler mi yapmış?’ diye sordu, belli ki sorduğum konuyla ilgili bilgisi vardı. Fethullah Gülen örgütünün ökse otunun ağaca yamanıp büyümesi gibi, devlete sarılacağını biliyorduk, Akp’nin kadro ihtiyacı vardı, bunlar da yetişmiş kadrolardı, Fethullah Gülen örgütü daha fazla güç istiyordu, güçlendikçe pervasızlaşıyordu, günü gelince karşı karşıya geleceklerini tahmin etmiştik.”
Kime ait bu sözler?
Zurna değil…Genelkurmay İstihbarat Dairesi Başkanı’yken iftirayla Silivri’ye tıkılan korgeneral İsmail Hakkı Pekin’e ait.
Milli istihbarat teşkilatı böyle olunca, Genelkurmay istihbarat teşkilatı da hapse atılınca… Türkiye Cumhuriyeti devletinin istihbarat işi kala kala kime kalmış oluyor?
Enişte’ye.
Makam şoförünü milletvekili yaptı, şarkıcısını milletvekili yaptı, yalaka gazetecisini milletvekili yaptı, akil adamını milletvekili yaptı, avukatını, tercümanını, mimarını, doktorunu, muhasebecisini, mahalleden arkadaşını milletvekili yaptı… Milli eğitim işlerine Bilal bakıyor, büyük damat enerji bakanı, savunma sanayiyle küçük damat ilgileniyor, istihbarat eniştede.
E hal böyle olunca ne oluyor?
O hal oluyor haliyle.
sozcu.com.tr
Yılmaz Özdil
21.07.2016
Domatesin çekirdeği
Profesör Mehmet Haberal… Türkiye’nin ilk canlı donörden böbrek naklini gerçekleştirdi, Türkiye’nin ilk kadavradan böbrek naklini gerçekleştirdi, Ankara’nın ilk hemodiyaliz merkezini kurdu, Türkiye’nin ilk kadavradan karaciğer naklini gerçekleştirdi, Türkiye’de ilk kez çocuklarda ve erişkinlerde canlı donörden kısmi karaciğer nakli gerçekleştirdi, onbinlerce insanımıza yeniden hayat verdi, Başkent Üniversitesi’ni kurdu, Amerikan Cerrahi Birliği onursal üyesi seçildi, Amerikan Cerrahlar Koleji şeref üyeliğine seçilen ilk Türk oldu, Dünya Yanık Derneği başkanı seçildi. “Darbeci” diye Silivri’ye tıkıldı, dört sene dört ay hapis yatırıldı, hapisteyken babasını kaybetti, aman ha firar eder dediler, babasının cenaze namazına katılmasına, son görevini yapmasına bile izin vermediler.
Profesör Fatih Hilmioğlu… Malatya İnönü Üniversitesi rektörü oldu, üniversiteye çöreklenen tarikatlarla-cemaatle mücadele etti. “Darbeci” diye Silivri’ye tıkıldı, beş sene yatırıldı, hapisteyken evlat acısı yaşadı, 22 yaşındaki oğlunu kaybetti, aman ha firar eder dediler, cenaze günü bile izin vermediler, evlat acısını bile hücresinin duvarına vura vura yaşamak zorunda kaldı, kahrından kanser oldu.
Profesör Türkan Saylan… 36 bin kız çocuğunun hayatına dokundu, okumalarını, meslek sahibi olmalarını sağladı, her sene 29 bin üniversite öğrencisine burs veriyordu, 28 kız yurdu, 56 okul yaptırdı, Atatürk ilkelerini ve devrimlerini korumak amacıyla kurulan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin başkanıydı, Kardelen projesiyle toplumsal bilinci artırdı, Uluslararası Gandhi Ödülü’nü aldı, Vehbi Koç Ödülü’nü aldı, Dünya Sağlık Örgütü’nün danışmanıydı, Yılın Kadını seçildi. “Darbeci” diye polis tarafından evi basıldı, kemoterapi görüyordu, rahmetli oldu, miting gibi cenaze töreni yapıldı, sadece Akp hükümeti katılmadı, kızlarımızın eğitimine ömrünü adayan “kadın”ın cenazesine “kadın” milli eğitim bakanı bile lütfedip katılmadı, çiçek bile göndermediler, başsağlığı bile yayınlamadılar, toprağa verildiği gün, Akp yandaşı gazeteler “terörist, lezbiyen, fahişe, dinsiz, misyoner, Amerikan ajanı, komünist” diye yazdı.
Profesör Erol Manisalı… İstanbul Üniversitesi Avrupa ve Ortadoğu Araştırmaları Merkezi başkanıydı, İstanbul, Hacettepe, Uludağ, Kocaeli, Okan üniversitelerinde ders verdi, AB’ye giriyoruz yalanlarıyla, küreselleşme palavralarıyla Türk halkının nasıl kandırıldığını ortaya koyan kitaplar yazdı, Demokrasi Ödülü aldı. “Darbeci” diye Silivri’ye tıkıldı, kahrından kanser oldu.
Profesör Kemal Gürüz… ODTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü müdürlüğü yaptı, Ankara Üniversitesi eczacılık fakültesi dekanlığı yaptı, Karadeniz Teknik Üniversitesi rektörlüğü yaptı, Üniversitelerarası Kurul başkanlığı yaptı, TÜBİTAK başkanlığı yaptı, YÖK başkanlığı yaptı. “Darbeci” diye hapse atıldı, kahrından intihara kalkıştı.
Profesör Yalçın Küçük… Yazar, ekonomist, tarihçi, siyaset bilimci, dil bilimci, Kürdolog, Sovyetolog, ömrü boyunca darbeciler tarafından hapse atıldı… “Darbeci” diye Silivri’ye tıkıldı, üç sene hapis yatırıldı.
Profesör Uçkun Geray… İstanbul Üniversitesi orman fakültesi öğretim üyesiydi, Orman Mühendisleri Odası İstanbul başkanıydı. “Darbeci” diye gözaltına alındı, gözaltındayken rahatsızlandı, hayatını kaybetti.
Profesör Kemal Alemdaroğlu… Cerrahpaşa Tıp Fakültesi genel cerrahi anabilim dalı başkanıydı, İstanbul Üniversitesi rektörüydü. “Darbeci” diye Silivri’ye tıkıldı, yedi ay hapis yatırıldı.
Profesör Mustafa Yurtkuran… Uludağ Üniversitesi rektörüydü, Nutuk’u zorunlu ders haline getirmişti, Atatürkçü Düşünce Derneği başkan vekiliydi. “Darbeci” diye Silivri’ye tıkıldı.
Profesör Ferit Bernay… Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi rektörüydü. Suçu, Atatürkçülüktü. “Darbeci” diye Silivri’ye tıkıldı.
Profesör Tayfun Uzbay… Gülhane Askeri Tıp Akademisi farmakoloji anabilim dalı başkanıydı, TÜBİTAK Tıp Kurulu üyesiydi, Eczacılık Akademisi Bilim Kurulu üyesiydi, Roche Araştırma Ödülü kazandı, Eczacılık Akademisi Ödülü kazandı, Teksas Üniversitesi’nde Cagliari Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı, şizofreni tedavisinde çığır açtı, geliştirdiği ilaca patent aldı, milyar dolarla ölçülen formülü “milli” kalsın diye, yabancı şirketlerin astronomik tekliflerini reddetti, parayı Türkiye kazansın diye TÜBİTAK’la sözleşme imzaladı. “Darbeci casus” diye içeri tıkıldı, dokuz ay hapis yatırıldı.
Profesör Yücel Aşkın… Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi rektörüydü, üniversiteyi tarikatlardan cemaatten temizledi, yolsuzluk yaptığı iftirasıyla lojmanı basıldı, dedesinin İstiklal Madalyası’na bile “kaçak tarihi eser” diye zabıt tuttular, tutuklandı, hapse tıkıldı, YÖK başkanı Profesör Erdoğan Teziç destek ziyareti için çok sayıda Atatürkçü rektörle birlikte Van’a geldi, tekbir getiren bir grup tarafından saldırıya uğradı, Tayyip Erdoğan “rektörlerin oraya gitmesi çok çirkin” dedi, Profesör Yücel Aşkın’la birlikte tutuklanan üniversite genel sekreter yardımcısı Enver Arpalı, bana nasıl böyle bir kara çalarlar dedi, kahrından intihar etti, TÜSİAD açıklama yaptı, rektör Aşkın’a sahip çıktı, Tayyip Erdoğan öfkelendi, “TÜSİAD yargıya müdahale ediyor, yürütme olarak hatırlatıyorum, devreye girilmelidir” dedi, savcılar devreye girdi, Ankara Başsavcılığı TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç hakkında inceleme başlattı. Profesör Aşkın’a yapılanlar, Atatürkçü bilim insanlarımızın “darbeci” diye içeri tıkıldığı kumpas sürecinin miladıydı.
Profesör Rennan Pekünlü… Ege Üniversitesi fen fakültesi astronomi ve uzay bilimleri bölümü öğretim üyesiydi, TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi’nde akademik kurul üyesiydi. “Darbeci” diyemediler, türbanlı öğrencilerin eğitim özgürlüğünü engelliyor diye iftira attılar, bir başka tür “kumpas” davasıydı, Akp’yle cemaatin cankuş olduğu dönemde, Akp medyasıyla cemaat medyasının ortaklaşa organize ettiği algı operasyonuydu, hapse atıldı, beş ay yatırıldı.
Tüm bunlar yaşanırken… Hayatı boyunca rektörlük yapmayan, dekanlık bile yapmayan ama, Akp tarafından şak diye YÖK başkanı yapılan Yusuf Ziya Özcan, akademik yıl açılış töreninde ne diyordu?
“Amerika’dan domates tohumu alıyoruz, genetik programlama diye bir şey var, domates tohumunun içine öyle bir genetik mekanizma yerleştirirler ki, o domatesten yiyen insanlarımız zamanla yavaş yavaş ölür, maazallah milletimizi yokedebilirler” diyordu!
Peki bugün ne oluyor?
Üniversitelerimizin Fethullahçılar tarafından ele geçirildiği resmen ortaya çıkıyor, rektörler tutuklanıyor, bin 577 dekan açığa alınıyor, gözaltına alınacak akademisyen sayısı binlerle ifade ediliyor.
E insan merak ediyor…
Kim oynadı üniversitelerimizin genetiğiyle?
Atatürkçü profesörlerimizi “darbeci” diye hapse tıkarken…
Kim ekti bu genetiği değiştirilmiş domates tohumlarını?
Sayın hükümetimiz, Amerikan tohumu darbecileri enseledik filan diye yaygara yapıyor ama… Akp tarlasının Akp domatesi değil mi bunlar kardeşim?