KİRLİ “MÜLTECİ” ANLAŞMASI ÜZERİNE Türkiye’ nin AB nezdindeki Daimi Temsilcisi olarak görev yapmış E. Büyükelçi Sayın Pulat Tacar’ın önemli değerlendirmeleri

Orhan Tan
21.03.2016

“AB ile Turkiye arasinda  varilan    anlasma,  iktidar ve onu destekleyenler tarafindan   basari olarak sunulmakta. Benim bu   degerlendirme hakkinda  cok ciddi sorularim  ve  duraksamalarim  var. Ayrica, Turkiye’nin ilan ettigi beklentilerini karsilama  alaninda  AB ulkeleri  yoneticilerinin  suskunuklarindan ve   medyaya  verdikleri  demeclerden   Turkiyenin   taleplerinin  karsilanmayacagi anlasiliyor.  Ayrica,  soruna Turkiye’nin genel gidisati  ve kapasiteleri  acisindan   da  bakiyorum. “ diyerek  yazısına  giriş yapan Türkiye’ nin AB nezdindeki Daimi Temsilcisi olarak  görev yapmış E. Büyükelçi Sayın Pulat Tacar’ ın değerlendirmesini, kendisine tamamen katılarak ve Dışişleri Bakanlığı’ nın bu  değerlendirmeleri  dikkate  alacağını düşünerek yayımlıyorum.

Saygılar,
O. Tan

E. Büyükelçi Pulat Tacar

Avrupa ile ilişkilerden sorumlu Bakanimizin  Avrupa Birliginin  siyaset tarzini, soylemini  ve  – dip notlar dahil-  uygulamalarini   iyi bilmesi  gerekir.

Yapildigi söylenen  anlaşma  Turkiyenin  ustune coken   mültecilerin yüklediği cok agir yuku  hafifletmiyor.Avrupayi  simdi harekete geçiren ciddi  gelişme     tarih boyunca  bazi bölgelerde ic ve dis   savaşlar, dogal felaketler  ve  kitlikler nedeni  – hayatta kalma insiyaki  ile – adeta kendinen  harekete gecen   toplu ve zorunlu yer degitirmedir.. “Buyuk göçler” AB  hukumetlerinin  istediği,  mülteci akininin Turkiye tarafından engellenmesidir. Bizzat yapmalari gereken “pis isi” Turkiye’ye havale ediyorlar.

Dun Alman televizyonlari  tum Avrupa için  yilda  72.000  multeci alimindan soz etti. Ayrica bu mülteci  akininin seyrini  kendi elemanlari  vasitasi ile kontrol edeceklermis. En azindan böyle  anliyor ve kendi halklarina böyle  sunuyorlar..

AB topragina (Yunanistana)  ayak basmis olan mültecinin -rizasi hilafina-  Turkiye’ye geri gönderilmesinin uluslararasi hukuka aykiri  olduğu  BM  sozculeri tarafından  acikca  beyan edildi.  Ustelik  Turkiye’ye yollanacak olanlar Turk  vatandasi  da degil; baska ulke uyrugu.  Ulkemiz tampon  ulke  konumuna getirilmiş durumda. Boylece  AB  hukumetleri hem mülteciler ile ilgili konvansiyonu  cigneyecekler, hem de Turkiyeyi bu yasa dişi  eyleme suc ortagi  yapacaklar.Bu  plan  uygulanamaz. Planin  son derecede hatali olduğunu, uygulamadan doğrudan etkilenecek ulkenin vatandaslari olarak dile getirmeliyiz.

Turkiye’nin  güney siniri acik  ya da  geçirgen  olduğundan  ulkemizdeki multeci sayisi da  kontrolsüz olarak  artacak.  Yapilan anlaşmada   kucuk harflerle yazilanlari   ya da  konulan rezervleri  iyi algiladik mi? Hepimizi ilgilendiren bu konuda  ne muhalefet  ne de  iktidar  yeterince bilgilendirildi.

AB  ile yapilan anlaşma veya duzenlemelere  konulan rezervler hakkında   bir ornek vereyim;

Ortaklik Anlasmasinin Ek protokolüne gore, serbest dolasimin 1 Ocak 1986 gunu otomatik olarak  yürürlüğe girmesi ve uygulamaya geçilmesi bekleniyordu. Almanya ve diğer  Avrupa Topluluklari ulkeleri kancilaryalari ve  diplomatik temsilcileri  bu hakkin  varligini   inkar etmediler. Ancak,hukuken  olusmus hakkin, bilfiil  uygulamaya konulmasına ilişkin  ayrintilarin  bir Ortaklık Konseyi  karari ile tesbit edileceğini, Ortaklik Konseyi gündeminin ise  iki tarafin onayi  (ittifaki) ile saptandigini belirttiler ve AT’yi temsil eden donem baskaninin serbest dolasim maddesini ortaklık konseyi gündemine alinmasini  kabul etmediğini ilave ettiler. (Bakin anlasmayi yaparken nasil bir  engel mayini  birakmislar içine)

Ben o sirada  AT nezdinde Daimi Temsilcilik gorevini yurutuyordum. Ocak 1986 ve Subat 1986’da  gorustugum  Alman, Fransiz  temsilciler ve  parlamenterler, benim  pacta sunt servanda  ilkesini  hatirlatmama  rebus sic stantibus   kurali, ile cevap verdiler.  Bu  AB  pozisyonu aynen sürmektedir; hatta  daha da ileri goturulmustur.

Bir anlaşma  sonsuza kadar yururlukte kalamaz.Anlasma taraflardan birine zarar  vermege baslarsa değiştirilmesi  gündeme gelir. Kosullar degisince  kosullara gore gözden geçirilir. Ancak  yeni koşullara uydurulacak   anlasmanin  taraflarin birinin  dikte etmesi ile değil, müzakere ile, gerekirse karsilikli  odunler  verilerek   saptanmasi  gerekir.  Su sirada  yapilmakta olan,  anlaşma ile  doğan hakkin buzdolabında – -sine die-  bekletilmesidir.

Ayrica   Ankara Anlasmasinin  Avrupa ‘ya yüklediği mukellefiyetin  de
“Turkiyenin uyelik olasiligini, ortaklık anlasmasinin uygulanmasi sonuclari da goz onunde tutularak   değerlendirmekten” ibaret olduğunu savunanlardanim. Yani sonu kapali kesin bir taahhut degil, kosullu bir niyet beyanidir.Bu  değerlendirmenin yapilacagi  zamanin  koşullari ,verilecek karari etkileyecektir.

Türkiye’deki  gelişmeler,  “değerler”  alanindaki  farkliligimiz, derinlere inen   (doku  uyusmazligi  demeyelim isterseniz)  farkli   yapinin varligina işaret etmekte. Bu farklarin basinda  kutsal kitaptan  kaynaklanan  “lidere  sonuna kadar itaat”  te bulunuyor
Demokrasi  anlayisimiz  buna gore   şekilleniyor.

Buna ek olarak, demografik buyukluk nedeni ile, AB organlarinda temsil   agirligi  ogesi var.Nihayet, güney ve guney doğu  sinirimizdaki  istikrarsizlik ve   -hele  son iki yildir  yaşanan-  ISIS heyulasi  korkusu  da  onemli bir faktor.   Hukumetin   Hamas’a yakinliği, Sudan lideri ile  ilişkisi, Irak ve Suriyedeki Sunni gruplara  resmen veya gayri resmi olarak  yârdim edildigi iddialari,  daha sonra  ISIS’e donusen  gruplara yapilan  yardimlarin  ve katilimlarin  Turkiyeden   -diyelim- kacak yollarla   oralara ulastirilmasina  goz yumulmasi, yerli ve yabanci basinda yer alan bu bilgileri  aylar sonra yeniden  yazan gazetecinin casusluk  suclamasi ile  hapse  atilmasi;  bölgede  sunni  iktidarlar yoluyla  bir sunni hilal olusturulmaga calisildigi  iddialari, AB  hukumetlerinin   (ve ABD’nin)  Turkiye ile ilişkileri konusunda bir değerlendirme yapma   sonucunu  getirmiştir.

Turkiye,  orta   vadede  (ornegin 25 yil içinde)   AB’ne uye  olamayacaktır  kanisindayim.  Çeyrek asir  sonunda AB  nasil değişir, Turkiye nereye yönelir kestiremiyorum.

Halen  yapilan  “uyelik müzakereleri”   oyalamadır. Zaten buna muzakere demek bile dogru değildir. Turkiye’nin AB muktesebatini  eksiksiz    ustendigini ve  uyguladigini   izleyen  (kontrol  eden) bir  mekanizma  demek daha gerçekçi olur..

Katilim görüşmeleri sirasinda  AB, aday ülkeden  kesin bir itaat ve uyum beklemektedir. Buna dis politika dahildir. Turkiye bu konumdan uzaktadır. İnsan haklari ve demokrasi alaninda  AB’den uzaklasmaktayiz.

AB ‘ne katilan  diger ülkelerin müktesebata uyum ve uygulama alanindaki eksiklerine goz yumulmuştur.Yunanistanin hesaplari sabunlayarak  değiştirmesine  de  -haşari evladin  yaramazligi- denerek  goz yumulmuştur. Yunanistan’in EURO çerçevesine alinmasinin bir skandal olduğunu tum Avrupali gözlemciler yaziyor. Simdi gene  Yunanistan  kurtarılmak isteniyor , bunun icin Turkiye manivelasi kullaniliyor.  Zira Yunanitan coker ise  AB  krizi  derinlesir  ve dezentegrasyon sureci  baslar. İngiltere kapida. Macaristan  Polonya isyanlarda.  Merhem de  Turkiye  olacak.  Ne bahasına?

Uyelik görüşmelerinde   saptanacak  eksiklikler ülkemizi kol mesafesinde tutma  ve   disarda  bekletme  bahanesi sayilacaktir.  Bugun  muktesebata tam olarak uyan AB ulkesi  olmasa bile, Turkiye’nin eksiklerine  goz yumulmayacaktır.  Turkiye agzi ile kus tutsa bile, uyeligi konusunda verilecek nihai karar,  bazi ülkelerde halk oylamasina götürülecek ve  “milletin  çoğunluğuna” reddetirilecektir. Fransa, Avusturya  yetkilileri ve medyasi  bunu acikca soyluyor. Digerleri  tebessüm ederek  bakiyorlar.

Hukumetimiz bu gercegin elbette farkindadir. Multeci krizi  manivelasi kullanılarak  bu gidisi degistirilebilecegini  mi   sanmistir  ?  O kadar saf olduklarini sanmam. O halde ?

Multeciler konusunda “karsi taraf ters koseye yatırılarak” ya da “Kayseri pazarligi ”  yapilarak  varildigi ileri sürülen  sonuç  ic tüketime  yonelik goz boyamacadır. Varildigi söylenen  mutabakat hakkinda AB ulkeleri arasinda tam  uzlasma yoktur.

Turkiye’yi halen yönetenler,  denetimsiz, kayitsiz  misli, gorulmemis bir  acik kapi uygulamasini  yeğlemişlerdir. Turkiye  giren, (bir kismi sizan) bu kadar  insanin   iaşesi, ibatesi, eğitimi, saglik  giderleri  velhasıl  her turlu gideri nasil  ve   hangi bütçe ile  saglanacaktir?

Mültecilere calisma izni verildigi söylenerek, övünülüyor.Ne pahasına?  Turkiye ‘de işsizlik  her gun tavan  yaparken,  yari ucrete calisan  mülteci ile iftahar edilir mi?

Denetimsizligin yarattigi (ve daha da yaratacagi ) guvenlik sorunlari  ile nasil basa cikilacaktir? Ulkeyi sarsan  patlamalar, orta doğu batakligina girmenin  bir sonucu  sayilmaz mi?

Turkiye  gibi ekonomisi biçak sirtinda   duran bir ulke  nasil olur  da gozu kapali  böyle bir uçuruma  sürüklenir?

Gelismeleri  izleyenler,  bu  sorularin  tatmin edici bir yanitinin  bulunmadigini  biliyorlar.

***

Cozum , Suriye, Irak,  Misir  gibi ülkelerle ve AB ile  ilişkilerimizde koklu bir değişiklik  yapmaktan; Turkiye’deki mültecilerin ülkelerine  dönmelerini sağlayacak   düzenlemeleri  bir an once uygulamaya koymaktan geçer.

Suriye’deki iktidar, o ulke halki tarafından  saptansin. Kimi yoneticilerimizin  “Eset” fobisi   Turkiyenin poliitikasini tesbit etme konusunda  belirgin oge olmamalidir. Misir Hukumeti ile  de  iliskileri hic beklemeden   düzeltmek gerekir. Geri  adim  atma bahasina.  Benzer sekilde  Rusya ile iliskilerin  de  Putin’i kiskirtma  vitesinden  cikarilarak realist ve koşullara uyan bir mecraya  sokulmasi  lazimdir .

AB ile geleceğimizin  de  – isterseniz  üyelik perspektifine kapiyi kapatmadan-   cok daha  realist bir formata oturtulmasi  – başka   anlatimla    kisa donemde  üyelik  perspektifi  on plana cikarilmadan,

degisen  koşullara  uygun yeni bir çerçevenin müzakere edilmesi  yeğlenmelidir. İsterseniz buna  Uzun vadeli  bir serbes  mubadele  bolgesi anlasmasi formulu de diyebilirsiniz. Vize serbestisi  konusunda da karsi tarafin korkularini goz onunde tutan  bir  ara formül geliştirilebilir.

Bunlar  yapilmaz ise,  orta doğu batakligina daha fazla saplanirsak,  ülkenin ekonomik durumu  daha da  kötüleşecektir.Yatirim   yapilamayacaktir. İssizlik  ve fakirlik artacak  bu da ülkede sosyal patlamalara neden olacaktır. Bu sosyal  sarsintilara ayrilikci  orgutlerle  yurutulen  silahli  mücadeleye eklenince, Turkiye’nin  direnç kapasitesi azalacaktir. Dahasini yazmağa elim varmiyor.  Ama, bu konulari inceleyen (hem Turkiye içindeki , hem de) ulkemiz disindaki uzmanlar   tehlikeyi goruyorlar ve  Turkiyedeki muhataplarini  sürekli uyarıyorlar ;  guzel gözlerimiz  icin degil; kendi  cikarlari da  Turkiyenin destabilize olmamasini  gerektirdiği için.

Endiselerimi paylaşmak için ve daha iyi günlere ulaşma umuduyla  yazmak  zorundaydım. “

This entry was posted in AB, ABD - AB - EMPERYALIZM. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *