1915 Yılındaki Van isyanı ve Konya’ya Kadar Uzanan Göçün Öyküsü
Vanlı Hacı Şevket Çaldağ’ın, Torunu Ahmet Türkoğluna Yazdırdığı Anıları
Bu sefer Ermeni ve Rus iki koldan gelmeye başladı, Özalp ve Çaldıran tarafından. Hükümet vaziyete baktı ve Van’ı tahliye’ye başladı: Van Müslümanlarının bir kısmı Başkale tarafından Bağdat’a, bir kısmı Gevaş tarafından Bitlis’e, bir kısmı da Ermenilerin elindeki üç yüz parça kayık ve gemiyle Tatvan’a gitmeye başladılar.
Gemicilerin hepsi Ermeniydi ve her gemide 4-5 Ermeni gemici bulunuyordu. Bunlar Göl etrafında nerelerde Ermeni köyleri varsa, yüz parça kayık veya gemiyi oralara götürüp yolcularını Ermenilere teslim ettiler. Bu kayıkların ve gemilerin iki yüz parcası da bin muşkulâtla Tatvan’a vasıl oldu.
Biz de, yedi parça gemiyle Göl’ün fırtınalı ve yağışlı olması dolayısıyla Adilcevaz’ın Perket Limanı’na sığındık. O zaman Erciş düşmütü. Adilcevaz’ın da düşmediğini bilemediğimiz için, gidemedik. Yalnız bizden iki gemi sahilden çekilen şeritler vaıtasıyla Adilcevaz’a gittiler. Biz, beş gemi 3-4 gün orada (Perket Limanı’nda) kaldık. Her gemide 100-150 nüfus vardı. Bunların çoğu kadın, kız ve çocuktu. Her gemide 3-4 tane ancak erkek vardı.
Kürt Hüseyin Paşanın aşireti Perket Köyü’nü yağma etmişti. Kadın, çocuk ve ihtiyarları öldürmüşlerdi. Eli silah tutanlar da dağa kaçmıştı. Orada kaldığımız 3-4 gün içinde çoluk çocuk açlıktan ağlaşıyorlardı.
Kürt Hüseyin Paşanın yağmaladığı ambar ve kuyularda belki bir şeyler kalmıştır diye düşündüm ve birkaç çocuğa dar deliklerden içeriye girip buldukları yiyecekleri dışarı çıkartmalarını teklif ettim. Böylece birkaç çocuk evlerin ambarlarına girdiler ve kenarda köşede kalmış bulgur, arpa, buğday gibi yiyecekleri dışarı çıkardılar. Daha sonra bunları tenekelerin üzerinde kavurup çocuklara yedirdik.
Dördüncü gün akşam üzeri hava yağmurlu ve deniz (kastedilen Van gölü) dalgalıydı. O gün sabah erkenden bizim gemicilerden bir tanesi kaçmıştı Akşama doğrü kaçan gemicinin nerede oldu?unu anlamak için arkadaşlara: “Aşağıya inelim,” dedim. Gemi merdivenlerinin başına geldik. Perket Koyu’nun 5-10 dakika ilerisinde küçük bir tepe vardı. Köyden kurtulabilen genç ve silahlı 40-50 kadar Ermeni Fedailer bu tepenin arkasına yerleşmişler:
Merdiven başına gelip de aşağıya inmek istediğimiz anda tepenin arkasından bizi kurşun yağmuruna tuttular. Artık aşağıya inmeyip gemilerde kaldık. Saatlerce bizi kurşun yağmuruna tuttular. Benim de elimde bir martini tüfekle 200 mermi vardı. Elimdeki mermilerin tamamını attım. Arkadaşlarda da tüfek ve mermi vardı. Onlar da kendi gemilerinden ateş ettiler.
Ermeniler gece karanlıktan istifade ederek köye doğru gelmeye başladılar. Daha yakından gemilere kolaylıkla kurşun sıktılar. Ben bunlarla başa çıkamayacağımızı anladığım için yanımda bulunan tabancamı çektim, geminin içinde gizlenen dört Ermeniyi aramaya başladım. Her dördünü de bir araya getirerek gemicilere hitaben gemiyi denize alacağımızı söyledim. Gemilere o kadar kurşun sıkmışladı ki geminin yelkeni, ?eritler, her taraf? delik deşik olmuştu. Ayrıca gemi de bir çok yerden delinmişti ve gemide bulunanlardan bir kişi ölmüş, üç kişi de yaralanmıştı. Gemide silah yalnız bir bende vardı, bir de arkadaşım Jandarma Hayrettin Çavuş’ta vardı. Hayrettin Çavuş da diz kapağından bir kurşun yiyerek hareket edemez hale gelmişti.
Gemicilere gemiyi denize alacağımızı söylediğimde gemilerin, bir ucu gemilerde, bir ucu da karada bulunan kazıklara takılı zincirler ve urganlarla bağlanmış olduğunu söylediler ve bu bağları karadan açmak istediklerini söylediler. Bunların da kaçıp o fedailere ilhak edeceklerini tahmin ettiğim için, müsaade etmedim. Gemicilere dedim ki:
“Gemiye bağlanan zincir ve urganların uçlarını koparın Böylece, gemiyi kurtarıp denize açılalım.” Gemiciler: “Beher zincir on alttındır” diyerek zincirleri atmak istemiyorlard?. Dedim ki: “Gemide 150 nüfus var. Her birinden bir altın toplayıp size versem zararınız karşılanmış olur.” Bu sözüm üzerine zincirlerin ve urganların başını gemiden çıkarıp attılar. Böylece gemi yavaş yavaş denize doğru yol aldı. O zaman Allah’ıma yalvardım. Dedim ki: “Yarabbi, sen bizi bu gavurların elinden kurtar, boğarsan da kendi denizinde boğ bizi!”
Kurşunlar her şeyi parçaladığı için, gemiyi idare edecek elde hiçbir şey kalmamıştı. Gece sabaha kadar rüzgâr gemiyi Erciş’e, Adilcevaz’a, Van’a, Gevaş’a, denizin dört bir tarafına sürükledi. Şafak attığı vakit gemicilere sordum: “Neredeyiz?” Dediler ki: “Reşadiye’nin Deveboyu’ndayız.” O zaman ben bir ezan okudum. Ortalık ayaklandı. Fırtına dindi. Gemiyi yavaş yavaş Tatvan’a doğru kürekler vasıtasıyla hareket ettirmeye devam ettik.Geminin içindeki çoluk çocuk açlıktan bağırıyorlardı. Sahildeki köylerden, o zamanın parası 5 kuruşa, 10 kuruşa, 1 mecidiye (parayı gemiden sahile atıp) karşılığında ekmek alıyorduk.
Deveboyun’da gemiciler dediler ki: “Geminin tandır evine kurşun deliklerinden şu dolmuştur.” Bundan başka, suyun da kanlı olduğunu söylediler. Sonra da: “Burada biri ölmüş su da bu yüzden kanlanmıştır Üç dört kap verin de suyu atalım,” dediler. Ayrıca, deliklerden gelen suları da tıkamak için mendil, yazma vermemizi istediler. Ben de kadınlardan bunları toplayıp kendilerine verdim. Bunları yırtarak parmaklarıyla deliklere tıkadılar. Artık su gelmez oldu ve içerdeki suyu da attılar. Ölenin arkadaşım, Hamzapaşaoğullarından Fehim Efendi’nin annesi olduğu meydana çıktı. Zavallı kadın kurşunların korkusundan tandır evine kaçmış ve orada da kendisine bir kurşun isabet ederek ölmüştü.Gemiciler dediler ki: “Efendi, bu ölüyü denize atmazsak gemi gitmez.” Ben de yukarı çıkıp oğlu Fehim Efendi’ye meseleyi anlattım:
Ağladı: “Olmaz!” dedi. “Anamı götürüp Tatvan’da mezar kazdırıp defnettireceğim,” dedi. Tekrar gemicilere geldim: “Oğlu müsaade etmiyor atmaya,” dedim. Onlar da: “Bu halde gemi yürümez, biz de burada kalacağız,” dediler. Tekrar Fehim Efendi’ye geldim, zorlukla müsaade aldım, yalnız dedi ki: “Anamın önünde bağlı beyaz bir bez torba vardır. Onu çıkarttır ve bana getir.” Gemicilere gelip meseleyi dedim. Entarisini kaldırıp belinde bağlı olan kanlar içindeki beyaz bez torbayı alarak oğluna getirip verdim: Sonradan anladım ki bu beyaz torba içerisinde oğlunun 300 madeni altını varmış. Ondan sonra ölüyü denize attılar, Gemi de yavaş yava Tatvan’a doğru yol aldı.
Tatvan’a ikindi vakti yetiştik. Kör Hüseyin Paşanın Kürtleri Tatvan’a gitmişler, Tatvan Ermenilerini öldürmüşlerdi. Tatvan’ın içine girdik. Bir Ermeni evini bulup bana teslim edilen akrabalardan otuz nüfusu da o eve yerleştirdim. Biz de açlıktan bitab olmuştuk.
Orada Kürtler yine Tatvan Ermenilerinin evlerini soymuş, mallarını hep çekip götürmüşlerdi. Buğday, arpa, bulgur ambarlarının küçük gözlerinden gene çocukları içeri soktuk. Köşe bucakta kalan bulgurları dışarı çıkarttırdım. Yağsız lapa gibi bir şey yaptılar. Hepimiz bir kaç kaşık yedik. O gece orada yattık. Sabahleyin bir öküz arabası buldum. Miktar-ı kâfi eşyalarımızı üzerine yükledik. Kadınlara ait gümüş bilezik, yüzük vesaire mücevherleri bir heybeye doldurup arabanın üzerine bağlamıştık, arabacı Kürdün birisi geldi, heybeyi sırtınaa vurdu alıp götürdü. Bir başkası da arabanın öküzlerinden birisini actı götürdü. Araba tek öküzlü kaldı. Arabacıya dedim ki: “Bir öküz bul, al!” “Nasıl alayım?” dedi. Kendisine 3-4 gümüş mecidiye verdim. Gidip zayıf bir öküz alıp geldi. Arabaya koştu. Tatvan’dan Bitlis’e kadar, yaya olarak sabahtan akşama kadar kadın, çoluk, çocuk ancak gidebildik. Tatvan’da iken başıma bir beyaz bağladım ki Kürtler beni Ermeni zannetmesinler diye.Bitlis’e geldikten sonra 1-2 gün bahçelerde kaldık. Orada bol bol yedik: balın okkası 2 kuruş veya 100 paraydı.
Adilcevaz Perket Köyü Limanından biz ayrıldıktan sonra Ermeni fedaileri kalan üç geminin yanına gelmişler. Bu gemileri yakından kurşunlamışlar. 40-50 genç ve cesur olan kadın ve erkek kendilerini gemiden denize atmışlar. Karanlıktan istifade ederek yavaş yavaş yakındaki gavur mezarlığının taşlarının arkalarına sığınmışlar. Ermeniler Adilcevaz kazasının yakın olması dolayısıyla artık onları takip etmemişler ve arkalarından silah atmamışlar. Daha sonra gemilerin içine girmişler, ne kadar güzel kadın, kız varsa, kıymetli eşyalarla alıp bir gemiye doldurmuşlar, kalan ihtiyar, çocuk ne varsa hepsini öldürmüşler ve bir gemiyle Van’a dönmüşler. Biz oradan ayrılırken Erzurumlu Kâmil Efendi’nin gemisi de arkamızdan geldi, denize de açıldı, ama sonrası hakkında hiçbir şey bilmiyorum.
Bitlis’e de Rus ve Ermenilerin gelmesi üzerine Bitlis ahalisiyle beraber, oradan da Diyarbakır’a doğru yola çıktık. 20-30 kişilik başka bir kafileye katılştık. 50-60 kişilik kafilemizde dört de tüfekçi vardı. Bunların biri sağda, biri solda, biri önde, biri arkada olmak şartıyla yola devam ettik. Böyle olmasaydı Motki (Bitlis’in kazası) Kürtleri muhacirleri soyuyorlardı. Neleri varsa alıyorlardı. Hatta 5-10 dakika ileride bir merkebe yüklü eşyalarıyla iki kadın gidiyordu. İki Motki Kürdü meşelik olan dağdan inip kadınların yanlarına geldiler. Kadınların gözü önünde merkebe yüklü çuvalları sırtlarına alıp dağdan yukarı çıktılar . Biz yanlarına ulaşıncaya kadar gözden kayboldular. İki muhacir kadın ağlayıp başlarına gözlerine vurdular. Boş merkebi önlerine katıp yola devam ettiler.
Kafileyle yolumuza devam edip, yaya olarak ancak bir haftada Diyarbakır’a vardık. Dutlukların altında binlerce muhacir ailesi vardı. Her gün elli-yüz ölü veriyorlard?. Kayınpederim, merhum Komiser Şefik Efendi Diyarbakır’da bir Ermeni evi bulmuş, gelip bizleri götürdü. Dutlukların altından bu suretle kurtulduk. Günde yüz ölü oluyordu. Binlerce muhacir orada öldü. Coğunu elbiseleriyle beraber, bir çukur kazıp gömüyorlardı.
Diyarbakır’da müthiş bir sarılık hastalığı başladı. Ben de bu meydanda sarılığa yakalandım. Üç ay devam etti. Anamla bacım evde öldüler, ben duyamadım. Kayınpederim Komiser M.Şefik Efendi Muhacir Dairesi Komisyon Azası idi. Muhacirlere çok yardımı oldu.
Üç ay sonra kendime geldim. Yavaş yavaş iyileştim. Bir deri bir kemik kalmıştım. İyileştikten sonra Adliye Reisine müracaat ettim. Zabıt katibi olarak memuriyete geçtim. İki sene kadar zabıt katipliği, müdde-i umumi katipliği, mustantik ( Sorgu yargıcı) muavinliği yaptım, istinaf mahkemesi (ağır ceza mahkemesi) İstinaf zabıt katibi oldum.
İki sene sonra Ruslar Çabakçur ilçesine doğru gelmeye başladılar. Ben de bir dilekçe vererek mahkeme reisinden, ailemi Konya’ya bırakıp gelmek üzere iki ay müsaade istedim. Verdi. Ailemle beraber Konya’ya gitmek üzere yola çıkıp Adana’ya geldik. Orada bir müddet kaldık. Kardeşim, ağır Makineli Bölük Kumandanı Yüzbaşı Cevdet Arabistan’dan geldi. Adana’da buluştuk. Orada bize askeri ambardan iaşe çıkarttı. Haftada bir gün torbalarımızı , kablarımızı götürüp her türlü erzak alıp gelirdik.
Adana’da bir-bir buçuk ay kalındı. Bir ekmek bir gümüş mecidiyeye bulunmuyordu. Bir buçuk ay böyle devam etti. Oradan Konya’ya hareket ettik. Konya’da Mevlana Hazretleri’nin arkasında, ayllık on liraya bir ev tuttum. Van’da 45 altın bedel nakli verdiğim halde Konya’da tanınmadı. Topçu Mirvalalarından Ferid Paşa var idi (Damat Ferit Paşa değil). Evel Allah bunun vasıtasıyla PTT idaresine geçtim.
Van’a, alındıktan sekiz sene sonra geldim. Van’da PTT teşkilatı yeni yapılıyordu. Müracaat ettim. Aldılar. Bu suretle 30 sene de Van’da PTT’nin bütün servislerinde memuriyet yapıp 30 sene sonra emekliye ayrıldım.