MUSTAFA SOLAK
ADD Bilim Danisma Kurulu uyesi
FRANSA’DAKI PATLAMA VE ULUS OLMAK
Fransa’daki patlama sonrasi Fransiz halki ulusal marslarini soyleyerek ulus-devletine sahip cikiyor. Ulus olmak aciyi, sevinci paylasmak, ortak gelecegi kurmaktir. Kimi “ulus degil ummet” diyor. O zaman farkli dindekileri ve ayni dindeki farkli mezhep, tarikatlari dislarsiniz. Kimi de “isci sinifinin vatani yoktur” deyip ulus devleti gormezden geliyor. Emegiyle gecinenler toplumu devletin basina gelmeden mi yonetecek?
“Devlet ozgurluklerin onundeki en buyuk engeldir” diyen Anarsizan tavirdakiler haric Kemalistler ve sosyalistler kapitalist anlayisi geriletmek veya yikmak icin devletin iktidarina gelmenin gerekliligini biliyorlar. Fakat kimisinde su noktada zaaf ve bulaniklik var. Bu devlet gelismis Avrupa devletlerinin aksine cemaatlarin, tarikatlarin devlet ve toplum yasaminda etkin oldugu, dinin yonetimin, hayat tarzi dayatmanin, kadini ikinci sinif gormenin bir araci kilindigi bir kapitalist devlettir.
Fransa’da insanlar Hristiyan, hatta icinde Protestan, Katolik, vs demeden “ulusumuzu bolemezsiniz” diyerek ayaga kalkarken Ankara’da patlama olurken olenlerin dinsel duyarliligi, mezhebi, etnik kokeni sorgulaniyorsa orada iktidara geleceginiz devlet fiilen kalmamistir. Bilinclerde devlet etnik-dini-mezhepsel olarak ayrilmistir zaten. Boyle bir ortamda gidisat federe devletlere dogrudur.
Ankara ve Fransa katliamlarinin gosterdigi gercek su olmalidir:
Ister “dini” ister “sol” gerekcelerle olsun ulus (yurttaslik) anlayisinda birlesmeyen toplumlar ayak altinda kaliyor. Yurttaslik temelinde birlesmis, laik bir devlet cabasi ayni zamanda bir hak arama, emek mucadelesidir.
Laiklik mucadelesi, kul statusundeki ummetciligin yerine esit haklarla donatilmis yurttaslik bilincine dayali demokratik bir Cumhuriyet icin de onemli oldugu gibi toplumun tarikat denetiminde azla yetinmeye, kanaatkarliga riza gostermemesi, hakkini aramak yerine dinci vakiflarin “hayirseverligine” dayali sosyal yardimlari araciligiyla sadaka kulturune alistirilmamasi icin gereklidir.
Ataturk doneminde laiklik toplumsal hayatin ozgurlesmesi icin gerekli gorulmustur.[1] Laiklik, emekcinin, kendini, herhangi bir dinin ummeti, bir mezhep veya tarikatin muridi gormeyerek, sinif bilincine erismesi icindir.
Sosyalist ve Kemalist kesimden bazilari bir yandan “laiklik” derken bir yandan da basina “ozgurlukcu” kelimesini ekleyerek ve “ozgurluk” adina “tarikat ve cemaatlara saygidan” bahsederse toplumu bu kesimlere yonlendirmis olmaz mi?
Insanlar etnik, mezhepsel temelde ayrisirken siz Kemalizm’i, sosyal demokrasiyi, sosyalizmi kimlere anlatip da aklini ozgurlestirebileceksiniz?
Neredeyse tum gundelik davranisini elestirel aklin degerlendirmesine degil de sevap, gunah, mekruh, caiz, haram, helal noktasina birakmis kisiyi hak arama mucadelesine nasil yonlendireceksiniz? Politik Islam tarihi alaninda yaptigi calismalarla adini duyuran arastirmaci yazar Aydin Tonga’nin da belirttigi gibi boylesi bir durum dini/inanci totaliter bir baski araci olarak ortaya cikaracak ve bireyleri muritlere donusturecektir. [2]
Bu sebeple “halkin hassasiyeti” denerek laiklige aykiri uygulamalari onaylamak veya sessizlige burunmek tam da dusundugunuz halkin hassasiyetine aykiridir. Halkin hassasiyeti emeginin degerinin bilinmesidir, is guvencesidir. Laiklik tam da aklimizin dini gerekcelerle uyutulmadan haklarimizi bu dunyada savunabilmemize yarar.
Laiklik ile emege sahip cikmak birbiriyle celismez ve biri digerini oncelemez. Aksine emegin haklarina sahip cikmak icin laiklige sahip cikmak gerekir. Cunku laiklik yasamimiza kimsenin karismamasinin yaninda haklari ve yukumlulukleri olan bir “yurttas” bilincine kavusarak haklarimizi arayabilmemiz icindir.
“Is guvenliginde asiri tedbir Allah’a imani sorgulatir”, “sigorta yaptirmanin tevekkule aykiri oldugu”nun, madenlerde ve insaatlarda olen emekciler icin “guzel olduler”, “isin fitrati boyle” dendigi, ortamda insanlar hakkini aramayi bu dunyaya degil ote dunyaya birakir.
Dinsel-mezhepsel, etnik kimliklerine vurgu yapmanin ulus bilincini asindirdigini soylemeliyiz. “Roman, Alevi vekilimiz oldu” dediginiz an o kisiyi Turk milletine ait olmaktan cikararak ayri bir millet kategorisine sokmus olursunuz.
Etnik, dinsel-mezhepsel, cinsel kimlikler uzerinden Cumhuriyet yurttaslarini bolen “kimlikci siyaset” anlayisinda olanlara Nobel odullu Prof. Dr. Sancar gibi davranmaliyiz. BBC muhabirinin “Arap misiniz?” sorusuna Sancar, sinirlenerek etnik koken tartismalarina tepkisini su cumleleriyle yansitmisti:
“Mardin’de dogmussam, Cizre’de de dogmussam, Kars’ta da dogmussam ben Turk’um.” [3]
Kisinin elbette cesitli aidiyetleri vardir ama bunlar Cumhuriyetin ozgur, esit, laik yurttasliginin, millet kavraminin onune konulamaz ve emege sahip cikmak ancak laik, aydinlanmis ulus devlet mucadelesiyle olur. Cumhuriyetci kesim hor gorulen, yurttasligin disina suruklenen herkesin haklarini savunmalidir ama kimlik siyasetine tesne olmayarak geriye donen uluslasma surecini rayina oturtmalidir. [4]
Mustafa Solak
Dipnot
[1] Ataturk doneminde laiklik anlayisi icin bakiniz: Mustafa Solak, Ataturk’un Bakani Sukru Kaya, 2. Baski, Kaynak Yayinlari, Istanbul, 2013, s. 342-364
[2] Aydin Tonga, Derin Islam, Dogu Kitabevi (Mezhepler ve Hadisler Isiginda Oteki Din), Istanbul, 2015
[3] http://www.internethaber.com/aziz-sancar-kimdir-kurt-mu-arap-mi-turk-mu-818256h.htm
[4] Kimlik siyasetinin ayristiriciligi ile ilgili su yazimiza bakilabilir. http://add.org.tr/madimak-katliami-ve-kimlik-siyaseti/