12 EYLÜL 1980 Saat 04.00 *** “üç satırlık duyuruda ‘Ç, S, Ş’ harflerinden tam 8 tane vardı. Bu harflerden dolayı Yalçın kardeşler gözaltına alında ve hüküm yediler. Askeri savcı bunu şöyle gerekçelendirdi: “Şeklindeki yazılı cümleler içinde Ç,S, Ş büyük el yazılı harflerinin değişik bir şekilde orak ve çekiç amblemi olarak yazılı bulunduğunun anlaşılması üzerine, bahis konusu ilanları asılı bulundukları yerden indirmek suretiyle ..”

Naci Kaptan
12 Eylül 2015

12 EYLÜL 1980 DARBESİ

12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından yaşanan hak ihlallerinin acısı aradan geçen 35 yılda dinmedi.

12 Eylül Darbesi veya 1980 İhtilali, Türk Silahlı Kuvvetlerinin 12 Eylül 1980 günü emir-komuta zinciri içinde gerçekleştirdiği askerî müdahale. 27 Mayıs 1960 darbesi ve 12 Mart 1971 muhtırasının ardından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde silahlı kuvvetlerin yönetime üçüncü açık müdahalesidir.Bu müdahale ile Süleyman Demirel’in Başbakan’ı olduğu hükümet görevden alındı, Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi, 1970 sonrasında değiştirilen 1961 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve Türkiye siyasetinin yeniden tasarlandığı bir askerî dönem başladı. Bu dönem yaklaşık dokuz yıl sürdü. 12 Eylül 1980 ardından partiler lağvedildi, parti liderleri önce askerî üslerde gözetim altında tutuldu, ardından yargılandı.

DARBENİN GEREKÇELERİ

Siyasi iktidarsızlık

12 Eylül 1980 askerî darbesinin gerekçeleri arasında ülkede yaygınlaşan siyasi cinayetler, ve 6 Eylül günü Konya’da Necmettin Erbakan önderliğinde yapılan ve darbe liderlerinin şerîat amaçlı bir kalkışma girişimi olarak nitelediği Kudüs Mitingi gösterildi. Konya mitingi olarak da bilinen bu mitingde topluluk İstiklal Marşı sırasında yerlere oturmuş ve İstiklal Marşını yuhalamıştır. Miting sırasında sürekli şeriat çağrısı yapılmış, miting devleti protestoya dönüşmüştür. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 22 Mart 1980’de ilk turunu yaptığı Cumhurbaşkanlığı seçimini, 114 tur oylama yaptığı halde darbe gününe kadar sonuçlandıramayarak, halkta demokratik yollarla ülkenin düzlüğe çıkamayacağı inancına yol açtı.

Ekonomik sebepler

12 Eylül öncesi dönemin son Başbakanı Süleyman Demirel’in “70 sente muhtacız” sözü ile özetlenen dış ticaret açığındaki artış ve döviz darboğazı; işsizlik, kıtlık ve işyeri anlaşmazlıkları ile beraber ekonomik sebepleri oluşturur.

Aynı zamanda 1980’lere doğru tüm dünyada neoliberal bir ekonomik dönüşüm yaşanmaktaydı. Neoliberal reformları uygulayabilmek için toplumsal muhalefetin olmaması ve baskı ortamı gerekliydi. Amerika Birleşik Devletleri neoliberal politikaları hızlandırabilmek için dünyanın çeşitli ülkelerinde sağ hükümetleri işbaşına geçirmek için askerî darbeleri desteklemekteydi. O dönemde Türkiye’de yükselen bir toplumsal muhalefet özellikle işçi ve öğrenci hareketleriyle kendini göstermekteydi . Fabrikalarda grevler artmıştı.

Güvenlik sorunları

12 Eylül öncesi ülkede ciddi bir güvenlik sorunu da vardı. Üniversiteler değişik siyasi görüşler tarafından art arda basılır ve öğrencilerin üniversiteyi boykot etmeleri için baskı uygulardı. Darbe gününden bir gün önceki gazeteler Eskişehir’de kahvenin tarandığını ve bir kişinin öldüğünü, Ankara’da ev basan teröristlerin 2 kişiyi öldürdüğünü, Mersin’de sinema kuyruğunun tarandığını ve 4 kişinin öldüğünü, İstanbul, Gaziantep ve Malatya’da 1’er kişinin öldürüldüğünü yazar

Dış siyaset etkenleri

NATO güney kanadının en önemli üyelerinden olan Türkiye’nin siyasi ve ekonomik iktidarsızlığı özellikle ABD tarafından gözleniyordu. 1979 yılında meydana gelen İran İslam Devrimi, ardından aynı yıl içinde Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi üzerine Türkiye’nin ABD politikaları için istikrarlı hale gelmesi önem kazandı.

Darbe Öncesi Suikastleri

11 Temmuz 1978’de Bedrettin Cömert Ankara’da,1 Şubat 1979’da Abdi İpekçi İstanbul Teşvikiye’de, 10 Eylül’de Türkiye İşçi Partisi Adana eski il başkanı Ceyhun Can yazıhanesinde, Çukurova Üniversitesi Rektör Vekili Fikret Ünsal evinin önünde, 19 Eylül’de Malatya Ülkü Ocakları eski başkanı Mürsel Karataş İstanbul Sultanahmet’te, 28 Eylül’de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul , 19 Kasım’da eski Adalet Partisi İstanbul milletvekili İlhan Egemen Darendelioğlu İstanbul Beyazıt’ta, 20 Kasım’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Ümit Doğançay İstanbul Etiler Profesörler Sitesi’nde, 3 Aralık 1979’da, Fedai Dergisi sahibi yazar Kemal Fedai Coşkuner İzmir Agora semtinde, 7 Aralık’ta İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Cavit Orhan Tütengil İstanbul Levent’te, 11 Nisan 1980’de TRT İstanbul Radyosu prodüktörlerinden Ümit Kaftancıoğlu, 27 Mayıs 1980’de Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak Ankara’da, 24 Haziran 1980’de Milliyetçi Hareket Partisi Gaziosmanpaşa İlçe Başkanı Ali Rıza Altınok evinde eşi ve kızıyla birlikte, 15 Temmuz 1980’de Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu Şişli’deki işyerinde, 19 Temmuz 1980’de Eski Başbakan Nihat Erim İstanbul’da Dragos Deniz Kulübü’nden çıkarken, 22 Temmuz 1980’de DİSK ve Maden-İş Sandikası genel Başkanı Kemal Türkler İstanbul Merter semtinde silahlı saldırı sonucu öldürülmüştür.

TSK’nın Uyarı Mektubu

27 Aralık 1979’da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülend Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’un imzasını taşıyan, ülkedeki iç karışıklıkla ilgili bir uyarı mektubu Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e gönderildi. 1 Ocak 1980’de Çankaya köşkünde Kenan Evren ve kuvvet komutanlarıyla bir görüşme yapıldı.

UYARI MEKTUBU

“Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.”

12 EYLÜL 1980 Saat 04.00 ORDU YÖNETİME EL KOYDU

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun’dan oluşan Milli Güvenlik Konseyi, radyodan okunan ilk bildiriye göre:

“İç Hizmet Kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk Milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.”

12 Eylül darbesinin öyküsü: “Paşam daha ne bekliyorsunuz?”

12 Eylül darbesinin son çalışması, 7 Eylül 1980 Pazar günü, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in evindeki gizli toplantıda yapıldı. Toplantıda, “Paşam daha ne bekliyorsunuz, vatan elden gidiyor” diyenler galip geldi.

TRT spikeri Mesut Mertcan, 12 Eylül sabahı Genelkurmay Başkanı ve yeni oluşturulan Milli Güvenlik Konseyi’nin başkanı Kenan Evren’in imzasını taşıyan kısa bildiriyle darbeyi duyurdu:

Parlamento ve hükümet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. Yurtdışına çıkışlar yasaklanmıştır, ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulmuştur.”

Günde 15-20 kişinin öldürüldüğü cinayetler, çok sayıda insanın hayatına mal olan katliamlar bıçak gibi kesildi. Evren’in “Şartların olgunlaşmasını bekledik!” sözü tarihe geçti.

TBMM kapatıldı, 1961 Anayasası ortadan kaldırıldı. Ülke 13 sıkıyönetim bölgesine ayrıldı. 13 general sıkıyönetim komutanı olarak atandı. Belediye başkanlıklarına askerler getirildi. Siyasal partiler kapatıldı, parti liderlerine siyaset yasağı konuldu.

ABD’nin rolü

Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin darbeden haberdar olduğu ve darbe gecesi Başkan Jimmy Carter’a “bizim çocuklar işi bitirdi” anlamında bir mesajın, Damdaki Kemancı oyununu izlerken iletildiğinin anlaşılması, 12 Eylül’de ABD’nin rolü konusunu da tartışmalara açtı.

İlk kez Mehmet Ali Birand’ın 12 Eylül 04.00 (1984) adlı kitabında ortaya atılan, 12 Eylül Darbesi sırasında dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Türkiye Masası Sorumlusu Paul Henze’in askerî müdahaleyi haber alırken haberi ulaştıran diplomatın “your boys have done it” senin çocuklar işi bitirdi – anlamındaki konuşması, 12 Eylül Darbesi içinde ABD’nin rolü konusunda tartışmalara neden olmuştur.

ZİHİNLERE AYRILIK EKTİNİZ

12 Eylül askeri darbesini yapan komuta kademesine dava açılmasının ardından 50 sivil toplum kuruluşu müdahillik talebinde bulundu. 12 Eylül askeri darbesine giden süreçte ülkedeki hizipleşmelerin artırılmak istendiğine dikkat çeken kuruluşlar, 500 bine yakın alevinin darbe sonrası gözaltına alındığını belirterek, Kahramanmaraş olaylarıyla mezhep çatışmasının körüklendiğini anlattı. Doğu ve Güneydoğu’daki zihinlerdeki ayrılık düşüncesinin temelinin 12 Eylül’e giden süreçte atıldığını savunan sivil toplum kuruluşları, Diyarbakır cezaevindeki kötü uygulamaların bunu pekiştirdiğini savundu.

BİZ BERABER YAŞARDIK

Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yapılan başvurularda 1977’deki ‘Kanlı 1 Mayıs’, Abdi İpekçi’nin katledilmesi, Kahramanmaraş, Çorum, Sivas olayları ve 16 Mart katliamı gibi kanlı senaryoların darbeye zemin hazırlamak isteyen gizli güçler tarafından tertiplendiği anlatılarak, “Maraş olayları olmadan önce Alevi vatandaşlarımızla beraber yaşıyorduk. Toplumda bir bölünmüşlük yoktu. Bürokratik elin yapmış olduğu uygulamalar zihinlerdeki ayrılığı derinleştirdi” denildi. 750 bin kişinin gözaltına alındığı, 1 milyon 700 bin kişinin fişlendiği, 300 kişinin cezaevlerinde öldüğü darbeye karşı hazırlanan iddianamede ise çarpıcı satırlar yer aldı.

10 GÜN BOYUNCA TECAVÜZ

Dönemin işkence mağdurları, “Kötü havaya alıştığımızdan temiz hava bizi çarpıyor bayılıyorduk” ifadesini kullanırken 78’liler Derneği Sözcüsü Celalettin Can, işkence grubunun 10 gün boyunca gözaltına alınan bir hemşireye tecavüz ettiğini anlattı. Malatya’da askeri havalimanında bir barakada 72 gün kontr-gerilla tarafından sorgulandığını belirten Can, “Ben askıdayken hemşire bir kızı getirdiler. Bunun acısı kendi acımı unutturdu. Kızı soymaya başlar başlamaz beni yan barakaya aldılar. Kızın siyasi bir yanı yoktu. Sol görüşlü aranan iki akrabası yemek için bunların evine gitmiş, tek suçu buydu. Beni sorgulayan 7-8 kişilik grup kıza 10 gün boyunca tecavüz etti. ‘Abi kurtar beni’ diye feryat ediyordu. Tecavüz edenler ‘Solcuların namuslu olduğunu bilmiyorduk, kız bakireymiş’ dediler” ifadelerini kullandı.

KENDİSİNİ ÖLÜ SANIYORDU

İddianameye dramatik ifadeler de yansıdı. Selim Dindar cezaevi arkadaşı Salih Besen’in kendisini ölü gardiyanları zebani sandığını anlattı. Dindar, “Yaşadıklarımızın gerçekliğinden kuşkuya düşüyorduk. Cezaevi arkadaşım Salih Besen olayında gerçeklik duygumu tamamen yitirdim. Elli yaşlarındaydı. TKİ’de memurdu. Kendisini ve bizleri ölü zannediyordu. ‘Biz ölüyüz, şu anda kabirdeyiz.’ diyordu. Biz, ‘amca yok öyle bir şey, gerçek hayattayız’ desek de, koğuşun mezar olduğunu, öyle mantıklı savunuyordu ki, ben dahil bazılarımız ölü olduğumuza inanmaya başlamıştık” diye konuştu. Dindar, “Besen, gardiyanların da zebani olduğunu söylüyordu. Bir gün cezaevi müdürü telefon etmelerine izin vermiş. Salih amca evini aramış, karşısına hanımı çıkmış. Hanımına ‘Ben sağ mıyım, ölmedim mi?’ diye sormuş ve ahize yere düşmüş. Salih amca içerideki vahşeti görünce, oradan sağ kurtulacağına inanamadı. Sağ kurtulduğuna inandığına ise buna kalbi dayanamadı” dedi.

HER YOL İŞKENCEYE ÇIKAR

O dönemde hapse düşüp ağır işkence görenler arasında suçsuzlar da vardı. Çünkü 12 Eylül darbesinden sonra herkese potansiyel suçlu gözü ile bakıldı. Her harften, her sözden günlerce işkence görmek sıradan işlerden oldu. Tıpkı Ç, S ve Ş harfinden dolayı hapse düşüp işkence gören Yalçın kardeşler gibi. Sorumlu Sınırlı Tepecik Halkı Tüketim Kooperatifi kuran Aşur ve İsmail Yalçın kardeşler, ürünleri satmak için astığı duyurular için işkencelerden sonra hüküm yediler. İşte Yalçın Kardeşler için mahkeme tutanaklarına geçen hikayeleri:

“Kooperatifimizde, sana yağı, şeker ve meşrubatlar karne ile verilmez”

“Kooperatifimizde ayın 5’inde hesap kapatmayana, yeni hesap açılmaz”

“Yoğurt gelmiştir. Kilosu 37,50

Bu üç satırlık duyuruda ‘Ç, S, Ş’ harflerinden tam 8 tane vardı. Bu harflerden dolayı Yalçın kardeşler gözaltına alında ve hüküm yediler. Askeri savcı bunu şöyle gerekçelendirdi: “Şeklindeki yazılı cümleler içinde Ç,S, Ş büyük el yazılı harflerinin değişik bir şekilde orak ve çekiç amblemi olarak yazılı bulunduğunun anlaşılması üzerine, bahis konusu ilanları asılı bulundukları yerden indirmek suretiyle olay yönünde tutmak tanzim edildi. Orak ve Çekiç’in Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin bayrak amblemi olması sebebiyle, sanıkların birlikte, sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmek veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmak yahut memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal temel nizamlarından herhangi birini devirmek veya devletin siyasi ve hukuki nizamlarının topyekun yok etmek için komünizm propagandası yaptıkları iddia, suç konusu el ilanların elde etmesi sanıkların tevili ikrarla, ekspertiz raporu muhteviyatı, olay tutanağı gibi delillerle anlaşıldı.”

Aşur ve İsmail Yalçın kardeşler 4 Ekim 1981 tarihinde gözaltına alındılar. Aşur ifadesinde, “AP’li olduklarını söylemelerine rağmen İşkence yaptılar. Beni bir saat kadar dövdüler. Yerlerde sürüklediler, falakaya yatırdılar. Mutlaka bir örgüte üye olduğumu kabul etmemi istediler” dedi.

İsmail Yalçın ise “Beni gözaltına aldıktan sonra işkenceye aldılar. Önce ‘Alevi misin, Sünni misin?’ diye sordular. Alevi olduğumu söyledim. İşkenceye başladılar. Hepimiz müslümanız dediler. Bana elektrik verdiler. Kollarımı gerdiler. Ayaklarıma ağırlık bağladılar. İşkenceden sonra sol kolum uyuştu” diye anlatıyordu o günleri. İki kardeş onbeş gün sonra ayın 19’unda tutuklanıp cezaevine konuldu. Yalçın kardeşler bu dava yüzünden hüküm yediler ve içeride yattılar

DARBENİN BİLANÇOSU

1 milyon 683 bin kişi fişlendi.
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
7 bin kişi için idam cezası istendi.
517 kişiye idam cezası verildi.
Haklarında idam cezası verilenlerden 50’si asıldı (26 siyasi suçlu, 23 adli suçlu, 1’i Asala militanı).
İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi.
71 bin kişi TCK’nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı.
98 bin 404 kişi örgüt üyesi olmak suçundan yargılandı.
388 bin kişiye pasaport verilmedi.
30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi.
937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.
23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu.
3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi.
400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
31 gazeteci cezaevine girdi.
300 gazeteci saldırıya uğradı.
3 gazeteci silahla öldürüldü.
Gazeteler 300 gün yayın yapamadı.
13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
39 ton gazete ve dergi imha edildi.
Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi.
144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü.
14 kişi açlık grevinde öldü.
16 kişi -kaçarken- vuruldu.
95 kişi -çatışmada- öldü.
73 kişiye -doğal ölüm raporu- verildi.
43 kişinin -intihar ettiği- bildirildi.

Paul Henze 2003 yılında Zaman Gazetesi’ne verdiği demeçte sözlerinin Mehmet Ali Birand’ın uydurması olduğunu belirtmiş, ancak kısa bir süre sonra Birand, 1997 yılında Henze ile yaptığı görüşmenin sesli ve görüntülü kayıtlarını yayınlayarak Henze’i yalanlamıştır

https://tr.wikipedia.org/wiki/12_Eyl%C3%BCl_Darbesi

http://www.haberform.com/haber/kan-donduran-12-eylul-hikayeleri-93501.htm

https://tr-tr.facebook.com/media/set/?set=a.192274560822212.46176.107869092596093&type=1

This entry was posted in ABD - AB - EMPERYALIZM, FAŞİZM, İNSAN HAKLARI - DEMOKRASİ. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *