Roman gibi…* Katharsis

Mine G. Kırıkkanat
kirikkanat@mgkmedya.com
12 Ağustos 2015 Çarşamba
Cumhuriyet

“Şiddetle kazanılan zafer, yenilgi anlamına gelir. Çünkü geçicidir.”
MAHATMA GANDHİ

Roman gibi…

Roman gibi bir ülkede yaşıyoruz. Kimileri romanın kahramanı, kimileri yazarı. Hatta interaktif bir roman Türkiye. Bazen okurlar romana giriyor, kahraman oluyorlar. Bazen kahramanlar, romanın devamını yazıyorlar.

Romanımız pek sürükleyici, elden dilden düşmüyor. Üstelik sonu yok. Her an, her gün yeni bir bölüm ekleniyor. Zaten ne kahraman, ne okur, ne de yazarların romanın nasıl biteceğine, içinden çıkılmaz hale gelen düğüm yumağının nasıl çözüleceğine ilişkin bir fikri var.

Romanımızda hezeyan ve heyecanlar had safhada, ancak türü belli değil. Bir bakıyorsunuz en adisinden pornografi, bir bakıyorsunuz polisiye. Zaman zaman edebileştiği de oluyor, ama değişmeyen temel öğeleri, içerdiği şiddet ve bilimkurgunun sınırlarını zorlayan dehşet kahramanları.

Yani Stephen King otursa ve de yeni romanı için yeni kişilikler icat etse, bizim kahramanlar kadar akıldışısını zor bulur. Zaten böyle bir romanı yazıp yaşayan toplum gibi bir insan nüfusunu, düşleyemez bile. Hayal gücü yetmez adamcağızın.

Nasıl düşünebilir ki zavallı King, işsiz güçsüz bir adamın üç çocuk yapacağını, üçüncüsünün de kız olacağını öğrenince, fındık kadar beynini, cehaletini, yoksulluğunu ve barbarlığını miras bırakacağı bir oğlan doğurmadı diye karısını dövüp karnındaki çocuğu öldüreceğini?

Hangi kültür birikimiyle hayal edebilir ki dehşet romanları yazarı Stephen King; istemediği adamla evlendirilip kaçan genç kızın ağabeyleri tarafından rahmine şişe sokulup memeleri kesilerek infaz edileceğini?

Bozuştuğu yavuklusuna polis zoruyla kavuşmak için Boğaz Köprüsü’ne çıkıp, “Onu getirmezseniz kendimi atarım ha!” şantajıyla sorununu çözümleyen akıllıları; azarcı öğretmenine ders olsun diye intihar eden biçare çocukları, kocasına kızıp bebesini boğan anaları, sanıklara işkence yaparak orgazm olan polisleri, hırsızları baş tacı edip kanlı katillerden kahraman yaratan bir halkın varlığını hangi mantıklı insanın düş gücü üretebilir ki?

Psikanaliz literatürüne Yunan tragedyalarından girmiş bir deyim var:

Katharsis.
Aristoteles’in tiyatroda yoğunlaşan dehşet verici duyguların seyirci bilincindeki erdemleri çağrıştırıp “kötüyü göstererek kötülükten arınma” etkisi diye açıkladığı katharsis; daha sonra Breuer ve Freud tarafından psikanaliz yöntemi olarak kullanıldı.

Örneğin Anthony Burgess’in romanı ve Stanley Kubrick’in unutulmaz filmi Otomatik Portakal’da, belki anımsarsınız, baş kahramanın şiddet tutkusu kendisine gündüz gece şiddet sahneleri içeren filmler gösterilerek tedavi edilir.

Katharsis üzerine kafa yoran Aristoteles dahil, hiçbir bilim adamı, zararlı tutkuların göz önüne serilişinin neden bu eğilimlerden arınmayı sağladığını, bugüne değin açıklayamadı.

Türkiye’nin 24 saatlik gündeminde ve her gün yinelenen cinayet, intihar, terör ve şiddet olaylarına bakarak, bizim de sürekli bir katharsis tedavisi altında olduğumuz söylenebilir.Ancak değişik bir toplum olduğumuz şuradan belli ki, bunca şiddet seansına rağmen hiçbir iyileşme, normalleşme belirtisi yok.

Hayatımızın romanındaki katharsis dozu her geçen gün artıyor, ters tepeceğine daha çok dehşet ve terör sayfaları yazıyoruz.Yoksa şerbetli miyiz bu aşıya?*

* Bu yazıyı 1999’da yazdım, sevgili okurlar. Değişen bir şey var mı? Devamını merak ediyorsanız, bir sonraki yazıya…

***

Demokrasi karşıtı en sağlam gerekçe, vasat bir seçmenle 5 dakikalık sohbet sonunda bulunur!” WINSTON CHURCHILL

Mine G. Kırıkkanat
Ağustos 2015 Pazar

Katharsis

Birinci bölümünü geçen çarşamba okuduğunuz Türkiye romanını, bizler yazıp içinde yaşadığımız için elbette yansız eleştirmen gözlüğüyle okuyamıyoruz. Kimimiz bu ülkeye gönül gözleri, kimimiz cepteki cüzdandan bakıyoruz. Ama şöyle bir uzaklaşıp seyredince, inanın bana, inanılmaz bir yer Türkiye.

Tüm dünya ile kıyaslayamam, ama az çok bildiğim özgür ve demokrat hiçbir ülkede bu kadar çok cinayet işlenmiyor, bunca dayak atılmıyor, böylesine yaygın bir kıyıcılık, terör, şiddet, radikal gruplaşmalar yok.

Sosyolojik anlamda, Türk toplumunun derin bir huzursuzluk içinde, rahatsız, hatta düpedüz hasta olduğu su götürmez. Sorarım size, hangi sağlıklı toplumda bu kadar çok terörist var? Hangi sağlıklı toplumda, bunca “iç düşman” sürekli devlete karşı savaşta ve suçsuz insanları hacamat ediyorlar?

Şeriatçısı, faşisti, güya aşırı solcusu ve ayrılıkçısıyla niçin binlerce kişi ruh hastası, gaddar ve bu sakat kafaların hastalığı zararsız delilik yerine, kan dökerek gösteriyor kendini?

Oysa insan yapısı olarak bu ülke yurttaşlarının geniş genelinde başka halklardan daha acımasız ve kıyıcı oldukları söylenemez. Öyleyse nasıl açıklayacağız bunca cinayet şebekesini ve kan dökme merakını?

Bunca genç insanın, bireysel yaşam ve mutluluk haklarından vazgeçerek, bazen canlı bomba olarak kendi canına kıymak pahasına, suçsuz insan canlarına “ülkeyi korumak” ya da “halkını kurtarmak” fikriyle kıyması; sözüm ona savunduğu halkı hedef alıp telef etmesi ilginç değil midir?

Türkiye’deki düzene düşman örgütlenmelerin biri bitip biri başlıyor. Öyleyse düzende bir sorun var ve bu örgütleri, canileri, ruh hastalarını düzen yaratıyor.

Düzen lafın gelişi. Aslında ülkeye tümüyle keyfi bir düzen, yasadışı bir düzensizlik hâkim. Hal böyle olunca, bu düzensizliğin yarattığı hastalıklı toplumda, nüfus artışının etkisi var, diye düşünmek mümkün.Düzensizliğin baş sorumlusu kimi politikacılar, “Çocuk yapın, üreyin, çoğalın”, mesajı verdiklerinde; doğan çocuğa şefkatin yanı sıra maddi olanak, iyi bir eğitim verecek, bireysel mutluluğunu sağlayacak, insanlığı, başkasının inanç ve fikirlerine saygıyı öğretecek bir ortam sunmuyor.

Bir yanda kendisi varlık gösteremeyen yoksulların hiçbir olanak sunamadığı sahipsiz çocuklar çoğaldı. Diğer yanda toplumsal dengeleri nüfus baskısıyla değiştirmeye koşullanmış şiddet yanlısı fanatik, şeriatçı ya da ayrılıkçı kesim genişledi.

İşte bu yüzdendir ki, zararlı eğilimlerin göz önüne serilmesiyle bu eğilimlerden arınmayı sağlayan katharsis tedavisine cevap vermiyor, toplum bünyemiz. Çünkü nüfusumuzun büyük bölümü, gözünü açtığı günden öteye şiddet ve dehşeti yaşıyor, seyrediyor ve dışlamıyor. Doğal olarak bir bölümü de uygulamaya koyuyor. Ama kendileri de toplumsal bir cinayetin kurbanı. Ve bu toplumsal cinayetin baş sanıkları, nüfus artışı silahını çeken politikacılar!*

*Bu yazıyı da 1999 yılında yazdım, sevgili okurlarım. Yıl 2015. Sorarım size, hangi kelime, hangi tümce eskimiş, neresi kadük olmuş, yanlış çıkmış?

Önce “Ilımlı İslam” demokrasi getirecek diye AKP’ye yamanıp şimdi PKK’yle empati kurup HDP’den medet umanlar, işte tam da bu yüzden benim gibilerden nefret ediyorlar: 15 yıl önce yaptığım saptamalar hâlâ geçerli. Hiç yanılmadık!

Ve ne yazık ki hep haklı çıktık, yine haklı çıkıyoruz…

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/346496/Katharsis.html

This entry was posted in DEMOKRASİ-ÖZGÜRLÜK, DEVRİM VE KARŞI DEVRİMLER, FAŞİZM, Politika ve Gundem. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *