Halit YILDIRIM
Prof.Dr. Celal Şengör’ün APTALI TANIMAK isimli kitabı üzerine
Sevgili Dostlarım ve Arkadaşlarım,
“Cahille tartışma, dışardan bakanlar aranızdaki farkı anlamayabilirler!” İngiliz Özdeyişi
“Doğru bilgiyi üretmek bireye ait bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu büyüğüne, yöneticisine, dinine vs. yıkmaya kalkan insanlığından feragatle koyunluğa razı olmuş demektir. Artık yeter! Bu ve benzeri rezillikleri yalanlarla bezeyip yücelten, buna karşılık bize bütün dünyada saygınlık kazandıran, aklımızı kullanıp onurlu insanlar olmamızı sağlayan Atatürk’ü aşağılayan alim pozlu, ukalâ tavırlı zır cahilleri her gün halk karşısına diken televizyon kanallarından ve gazetelerden gına geldi.
Yükselen ahlaksızlık grafiğimiz kimin eseridir sanıyorsunuz?” diye haykıran Celâl ŞENGÖR’ün, Haziran 2015 başında SÖZCÜ Gazetesinde bu son çıkan“APTALI TANIMAK” kitabıyla ilgili yapılan söyleşide sorulan:
“Sizin kitabınızda çok önemli eleştiriler var, korkmuyor musunuz?” sorusuna verdiği yanıtı anlamlıdır: “Hayır korkmuyorum. Çünkü ben askerim. Benim içeriye atılmam, öldürülmem vız gelir tırıs gider. Ben silah ve bayrağa el basarak canımı vereceğim bu ülkeye diye yemin ettim. Ben yeminime sadığım. Benim bugünkü silahlarım kalemimdir, kitabımdır, konuşmamdır. Onun için silahımı sonuna kadar kullanırım.”
Prof. Dr. A. M. Celâl ŞENGÖR’ün (*) I. Baskısı Mayıs 2015’te yapılan ve Haziran başında yayınlanan 213 Sayfalık “APTALI TANIMAK” adlı okunası yapıtını derledim ve özetini paylaşıyorum. Hava koşulları ve tatil rehaveti nedeniyle derlemenin tamamını bu safhada okuyamayacaklara, öne çıkan birkaç paragrafı, her zamanki gibi, aşağıya aktarıyorum:
*Son yıllarda yapılan uluslararası IQ değerlendirmelerinde ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının IQ ortalaması 89 ile 90 arasında bulunmuştur. Bunun nedeni basittir: Türkiye rahat besleyebileceğinden fazla bir nüfusa sahiptir ve bu nüfus her yıl adeta patlama şeklinde artmaktadır. Ülkemizde, aile içi ilişkiler sevgi ve saygıdan çok toplumsal baskı ve ekonomik mecburiyete dayanır. Kendi his ve düşünce dünyası çerçevesinde yaşamak isteyen genç kız ya aile tarafından öldürülür ya da toplumdan aforoz edilir. Aile içi ilişkiler toplum yapısına da kaçınılmaz olarak yansımıştır.
Türkiye politikasını ve diğer yönetim alanlarını en yaygın karakterize eden özellik yolsuzluktur. Tüm bu toplumsal davranış bozukluklarının, sosyal hastalıkların ve ahlak düşüklüğünün nedeni Türkiye’nin çok uzun zamandan beri (Atatürk’ün ölümünden beri dense yeridir) yukarıda belirtilen IQ ortalamasına sahip bir toplumdan çıkan yöneticilerle yönetilmesidir.
İnsan ortalamasının altında bir zekâya sahip bir toplum olduğumuzu takdir ederek el birliği ile bunu düzeltmek zorundayız. Aksi takdirde çok yakında tarihin çöplüğüne süpürülür gideriz. Dolayısıyla bu aptal tanıma ve aptalı bizim yaşamımıza etki edecek yerlerden uzaklaştırma işi son derece önemli sorumluluklardır. Kendimizi yönetecek insanların toplum ortalamasını yansıtması değil, o ortalamanın mümkün olduğu kadar üstünde olmasını talep etmeliyiz.
Ancak toplumun ortalama IQ’sunun üzerindeki yöneticiler toplumu yukarıya çekebilirler. Kendimize benzedikleri için sempati duyduklarımızı değil bizden üstün olduklarına inandıklarımızı (bize bazen itici gelseler bile) yönetici olarak görmek istemeliyiz.
* Her şeyden evvel Türkiye insanı tartışmayı bilmez. Fikir ayrılığına düştüğü bir başka kimse ile ortak bir doğru aramak için değil, kendi bildiğinin doğru olduğunu empoze etmek için tartışır. Bilgisi az olduğundan, kendi bildiklerinin kesin doğru olduğunu sanır,
Türkiye insanı ayrıca herhangi bir problemini çözerken bulduğu çözümün kendisine başka bir yerde zarar vermeyeceğini veya yapacağının toplumda bir yara oluşturup oluşturmayacağını da düşünemez; öğretmen soruya tahammül edemez zira cehaletinin ortaya çıkmasından veya sınıf disiplinini elden kaçıracağından korkar, ama düşünmez ki, soru sormayan öğrenciden adam değil, olsa olsa teyp makinesi olur. Teyp makinalarının yöneteceği toplum ise kendisine ancak sürünebilecek kadar maaş veren, bir türlü kadro bulamayan, ders verdiği dershaneleri bir eğitim yuvasından çok bir hapishaneye benzeten, dünyayı ve kâinatı öğreterek daha rahat ve emin yaşamamızı sağlayan fen bilimleri yerine bizleri kul, köle etmeye planlanmış hurafe öğreten zırvalıkları ders programına koyan bir toplum olur.
* Üniversite tahsilinin aslında tek amacı, öğrenciye bir meslek öğretmek değil (onu çırak mektepleri de yapar), düşünmeyi ve tartışmayı, eleştirmeyi bilen ve yeni gerçekleri bulmayı beceren bir birey haline getirmektir. Üniversiteye meslek öğrenmek için gelinmez. Üniversiteye yeni bilgi üretmeyi öğrenmek ve yeni bilgiyi araştırmalarla üretmek için gelinir.
* Fabrika yapmak isteyen politikacı, en önemli fabrika olan insan fabrikalarını, yani okulları unuttu. En önemli öğretmen türü olan ilkokul öğretmenleri ve sonraki en önemli öğretmenler olan orta öğretim öğretmenleri tamamen ihmal edildi ve öğrenmen iş dilenen bir zavallı haline düşürüldü. Bu suç, yalnız Türkiye çapında değil insanlık çapında affı mümkün olmayan bir suçtur ve Hasan-Âli Yücel’den sonraki tüm eğitim yöneticilerimiz bu suçun ortaklarıdır. Gelecek kendilerine topluca lanet edecektir.
İlk ve orta öğretimin tepetaklak olmasının ikinci nedeni üniversitelerdir. Üniversite hocalığını, aylıklı aylaklık olarak algılayan öğretim üyelerimiz, politikacılarımızla işbirliği halinde Türk yükseköğretimini bitirmişlerdir. Sanırım bu olay bilhassa 1958, devalüasyonundan sonra çok hızlandı. Bugün artık Türkiye’de üniversiteye gitmek tamamen bir vakit kaybı haline gelmiş, hele AKP yönetimiyle beraber, Türk üniversiteleri Osmanlı medreselerinin acıklı durumlarına düşmüşlerdir.
* Cahil öğretmen cehaletini genellikle şiddete başvurarak kapatmak yolunu seçerek çocuğun zaten evden tanıdığı baskı rejimini sürdürür. Okulu bitiren erkek askere gider ve orada karşısına çıkan disiplin kavramını o zamana kadar gördüğü otoriter ortamın havasıyla karıştırdığı için, askeri disiplinin gerçek doğasını anlayamadan ve ne yazık ki hayatının kendisine askere gidene kadar vermiş olduğu intibalarını güçlendirerek terhis olur. Kız çocuğu ise tahsilini bitirince evlenir ve genellikle baba otoritesinden koca otoritesinin altına teslim edilir.
Böyle bir toplumsal ortamın sağlıklı ve bağımsız düşünebilen bireyler üretmesinin imkânsız olduğu muhakkaktır. Bu nedenle bağımsız bir eleştirel düşünce, yani yargı yeteneği gelişmeden önce çocuklar, verilecek her türlü dinsel eğitim, türü ne olursa olsun, toplumun zararınadır, çünkü çocuğun bireysel muhakeme ve değerlendirme yeteneğinin gelişmesine zarar verir. Böyle bir eğitim bireyler değil, robotlar (=kullar) toplumu üretir.
* Avrupa’da ilk yenilgimizi Muhteşem (!) Süleyman Devrinde aldığımız gibi (I. Viyana bozgunu: 1529), Hint Okyanusu’na her çıkışımızda mini mini Portekiz’den sopayı yiyip Kızıldeniz’ e veya Basra Körfezi’ne tıkılışımız da bu büyük (!) padişah efendimizin devrindedir. Büyük Sultanımız Süleyman’ın Fransa Kralı I. François’yı hapiste bir mektupla kurtardığını okurduk mektepte. O François’nın kurduğu College de France bugün dünyanın, en önemli araştırma kurumlarından biridir. Bizimkinin hangi kurumu ayakta kalmıştır? Hangi kurumunun insanlığa beş paralık bir faydası olmuştur? Tek becerdiği kalıcı şey aklı başında öz oğlu Şehzade Mustafa’yı Hürrem uğruna katlettirip, devleti bir ayyaşa teslim ederek halkının geleceğini karartmak olmuştur,
* Başbakan Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanına hitap şeklini ve Davos’tan panel yöneticisine kızarak hışımla ayrılmasını televizyon haberlerinde dehşet içerisinde seyrettim.(2009 Yılı). Dehşetimin sebebi bu hareketin ülkemin yöneticilerinin bilgi ve görgü seviyesi, dolayısıyla milletim hakkında dünyaya verdiği feci mesajdı. Tayyip Bey biraz mürekkep yalamış olsaydı veya herhangi bir yabancı dil bilseydi mesela şu örnekten hareket edebilirdi:
Sultan Abdülaziz Üçüncü Napolyon’u ziyaret ederken, İmparator, Sultan’ın gelişinden duyduğu rahatsızlığı yanındaki bir Fransız devlet adamına anlatırken, Padişah hakkında terbiyesizce sözler kullanır. Hemen akabinde arkasına bir döner ki, ne görsün! Osmanlı Dışişleri Bakanı hemen arkasındadır ve tüm söylenenleri duymuştur. Zor durumda kalan İmparator, Keçecizade Mehmed Fuad Paşa’nın kolundan tutup kendisine usulca duyduklarının aralarında kalmasını istirham ettiğini söyler. Fuad Paşa cevabı yapıştırır: “Majesteleri hiç endişe duymamalıdırlar. Haşmetmeabın onun hakkında söylediklerini Majesteye arz ettim mi?” Bu söz tek bir hakaret, tek bir fevri hareket içermediği halde İmparator’a hakaretini iade eden bir ders niteliğindedir ve onun da büyük saygısını kazanmıştır.
* Uygarlık geçmişiyle birlikte bir bütündür. Geçmişini bilemeyen vahşi, uygarlık taklidine yeltendiği zaman bazen onu uydurmaya kalkar. Çanakkale Zaferi’nin Atatürk’ün dehasının değil de bulutlardan inen Peygamberin eseri olduğunu anlattığını duyduğumuz zavallılarda olduğu gibi. Ancak gerçek tektir; bilimin görevi onu araştırmak, uygarlığın ki de ona uymaktır. Bunu yapamayanlar vahşidir. Vahşetin de belleği yoktur,
(*)Celal Şengör: İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Profesörü Celal Şengör, dünya çapında bir değerimiz. Avrupa Bilimler Akademisi’nin ve Amerikan Bilimler Akademisi’nin ilk Türk üyesi. Rus Bilimler Akademisi’ne Fuat Köprülü’den sonra seçilen ikinci Türk, Türkiye Bilimler Akademisi’nin en genç kurucu üyesi, TÜBİTAK Bilim Ödülü kazanan en genç bilim adamı… İki şeref doktorası, Paris’te Collège de France’da profesörlük, ulusal ve uluslararası 31 adet şeref payesi olan Jeolog Prof. Dr. Şengör’ün ödüllerinin bir kısmı… İngilizce, Almanca ve Fransızca dillerinde yüzlerce yayını var (Toplamda, 243 bilimsel makale, 198 tebliğ özeti, 300’ü geçen deneme yazısı) ve onlarca uluslararası ödülün sahibi. Meslek hayatı boyunca 17 kitabı yayınlandı.
Sevgi ve Saygılarımı iletir, sağlık ve esenlikler dilerim.
Halit YILDIRIM/ANTALYA