Leyla Tavşanoğlu
15 Şubat 2015 Pazar
Cumhuriyet
PORTRE ERDAL AKSÜNGER
Erzincan, Çayırlı, 1968 doğumlu. İşçi olan babasının mesleği gereği 1970’te İstanbul’a taşındı. İstanbul yıllarında futbol oynamaya başladı. Yükseköğrenimini İTÜ İşletme Fakültesi’nde yaptı. SHP gençlik örgütünde aktif olarak çalıştı. 1990’lı yılların başında ticaret ve spora yoğunlaştı. 1992’de İzmir’e yerleşerek kendi şirketlerini kurdu. İzmir Ticaret Odası yönetim kurulu, İzmir Ekonomi Üniversitesi mütevelli heyet, Göztepe Spor Kulübü yönetim kurulu üyeliği, Bilim, Sanat, Eğitim, Kültür Vakfı’nın genel başkanlığını yaptı. 2011 genel seçimlerinde CHP’den İzmir milletvekili seçildi.
MİT Erdoğan’ın arka bahçesi
CHP İzmir Milletvekili Aksünger’den Erdoğan ve hükümete bomba suçlamalar:
Erdoğan MİT’i hem insan kaynağı hem de dayandığı maddi güçle bir icra kurulu haline getirdi. Suriye operasyonlarında TSK gibi davranıyor. Hakan Fidan da onun komutanı oldu.
AKP’liler meşru Suriye hükümetini yıkmak için ellerinden geleni yaptılar. Bu uluslar arası mahkemelerde görülmesi gereken ağır bir suçtur.
Yolsuzlukların üzerine gitmesiyle bilinen CHP İzmir Milletvekili Erdal Aksünger, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı MİT’i kendi arka bahçesi haline getirmekle suçluyor. Rıza Sarraf olayında takipsizlik kararı veren İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nı AKP’nin çamaşır makinesi olarak tanımlıyor. Bütün yolsuzlukların örtbas edilmesiyle ilgili olarak da “Bu bir çöplük. Çöplüğün üzerini ne kadar örterseniz örtün aynı Ümraniye çöplüğünde olduğu gibi sıkışan metan gazı bir gün patlar. Bütün pislikler ortalığa saçılır” diyor.
– Siz Dersim Komisyonu üyeliği yaptığınız dönemde nelere tanık oldunuz?
E.A.- Bir kere bugün esip savuran HDP, o zamanki adıyla BDP komisyona üye vermedi. Ama bugün sıklıkla Dersim’den söz ediyor. MHP bir üye vermişti. Ama bizim dediklerimizi onaylamaktan başka bir şey yapmadı. AKP ise malum.Dersim Komisyonu o sırada olayları yaşayan görgü tanıklarını dinleme ve kayda alma kararı vermişti. Bir gün Konya’da 102 yaşında bir tanığı dinlemeye gittik.AKP’li üyeler, ben, uzmanlar, bir de TBMM TV vardı. Tanık, Dördüncü Umumiye Şefliği’nin yardımcılığını yapmıştı. Canlı tarih olan tanığın akli melekelerinin yerinde olup olmadığını saptamak için bir uzman da oradaydı. Uzman, tanığa Türkiye’nin başbakanının kim olduğunu sordu. Tanık, “Var ya bir deli. İşte o. Geçmişte olmayan şeyleri anlatıyor. Yalan söylüyor” dedi. Bütün bu konuşma kayıtlarda var. AKP’li vekil telaşlandı. Konuşmanın kayıtlardan çıkarılmasını istedi. Kayıttan çıkarıldı ama ben zaten kayda aldığımı söyledim. Onun gibi çok insan dinledik. Sonuçta Dersim olaylarını CHP’ye bağlamanın çok yanlış olduğu ortaya çıktı. Devlet bir isyanı bastırmak için refleks göstermişti. Bir kere Başbakan Celal Bayar’dı. Dersim olaylarını bastıran kadronun çoğu da daha sonra DP’ye katılmıştır.
– Siz Dinleme Komisyonu’nda da çalışmıştınız. Orada neler öğrendiniz?
E.A.- Çok şey. Bugün Sabri Uzun anlatıyor ama o günlerde hiç de öyle anlatmıyordu. Sabri Uzun’u da dinlemiştik. Biz Dinleme Komisyonu’nun raporunu da yazdık. Bugün iktidar o olaylarla ilgili safsata yapıyor. Biz komisyonda çalışırken Emniyet İstihbarat Teşkilatı’nın cemaatlere verildiğini, MİT’in de AKP’nin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın arka bahçesi gibi olduğunu anladık. TİB’in (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) denetlenmesi gerektiği uyarısında bulunduk. Raporlara bunları da yazdık. Bir sürü insana kumpas kurulurken o günlerde suspustular. Ama bugün konuşuyorlar.Ben AKP’lilere darbeci olduklarını söyledim. Çünkü meşru Suriye hükümetini yıkmak için ellerinden geleni yaptılar. Hükümeti devirmek için buradan silahlar gönderip dışarıdan gelen radikal dinci grupları ayaklandırdılar. Uluslararası mahkemelerde görülmesi gereken bir suçtur bu.
– İyi de bütün bu işlendiğini söylediğiniz suçlar nasıl cezasız kalıyor bu ülkede?
E.A.- Bir kere parlamenter sistemin bacakları kırık. Bakın, bugün Türkiye’de seçimler tartışılıyor. Ben bunu Avrupa Parlamentosu’na götürmekte kararlıyım. Türkiye’deki seçimlerin artık Avrupa Parlamentosu’nun gözetimi altında yapılmasını, sonuçların da burada değil orada tasnif edilmesini isteyeceğim. Bugün TBMM’de soruşturma komisyonu kuruyorsunuz. Bakanı sorgulayacaksınız. Ama o bakanın mensup olduğu siyasi partinin üyeleri onu sorguluyor. Ne yazık ki AKP’li vekiller o bakanı sorgularken vicdanlarını evlerinde bırakmışlar. TBMM’deki vicdanları Recep Tayyip Erdoğan’ın iki dudağı.
Savcılık AKP’nin çamaşır makinesi
O dönem yaşanan ahlaksızlıkları, hukuksuzlukları nasılsa bir gün tarih yazacak. Çeteye hayali ihracat aklını o zamanki Halk Bank Genel Müdürü Süleyman Aslan verdi
– Siz Yolsuzlukları Soruşturma Komisyonu’ndan söz etmişken, dört bakanın sorgulanmasında mesele sadece Türkiye’yi ilgilendirmiyor. İşin içinde Rıza Sarraf eliyle iç edilen İran’ın parası var. Ama Sarraf Türkiye’de eller üstünde nasıl tutulabilir?
E.A.- Sadece el üstünde tutmakla kalmıyoruz, Sarraf’ı MİT ve Emniyet eliyle koruyoruz. Babası Hüseyin Sarraf’ı da Dubai’de İran Devrim Muhafızları koruyor.
– İran’ın paralarının bir kısmının Dubai, bir kısmının da İstanbul’da olduğu iddialarına ne diyorsunuz?
E.A.- İran ambargodan dolayı petrol ve doğalgazını satmaya çalışıyordu. BM 2011’de aldığı bir kararla ambargoyu gevşetti ve ülkelerin İran’dan doğalgaz ve petrol alabileceklerini, karşılığında da silah, teknoloji dışında sadece gıda, ilaç ve başka ürünlerle ödeme yapılabileceğini duyurdu.Güney Kore gibi ülkeler bu ticareti kuralına uygun olarak yapıp devlet hazinesine para kazandırırken biz Babek Zencani gibi molla takımının adamlarıyla iş tuttuk. Petrol ve doğalgaza karşılık altın verdik. Çünkü o arada İran’daki çorbacılarla bizimkiler ortaklık kurdu. Yüzde 2.9 çorbaya çalışır, oradan da cebimize para kırarız, dediler. Bu çok ciddi bir yolsuzluktu. Ayrıca işin içinde kara para ve uyuşturucu parası da vardı.Bunlar bu Babek Zencani ve Rıza Sarraf’la iş tutarken Türkiye’yi çok ciddi zarara da uğrattılar. Türkiye 30-40 milyar dolarlık petrol karşılığında gıda ürünü ve ilaç verseydik ülke içinde istihdam yükselecekti. Ayrıca devlet bu satışlardan vergi alacaktı. Bunlar bırakın devlete kazandırmayı halkın parasını çaldılar. Ahmedinejad ve mollaların adamı Babek Zencani ile Rıza Sarraf gibi adamlar dünyanın her yerinde tezgâh kurmuşlar. Sadece İran’la ilgili işleri yapmıyorlardı. Bunlar Rus bankalarında para transferlerinin sıkıntılı olduğu dönemlerde komisyon karşılığı paraları Rusya’ya taşıyorlardı. Bütün bu işler göz göre göre yapıldı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, dosyaları aklarken AKP’nin çamaşır makinesi haline geldi.
– Peki, 25 Aralık dosyası neden hiç gündeme getirilmiyor?
E.A.- Orada Yasin el Kadı’nın, Bilal Erdoğan’ın bütün kurduğu tezgâhlar vardı. Dünyada yasaklı olan Yasin el Kadı’yı Erdoğan devletin özel uçağıyla karşıladı. Pasaportsuz ülke dışına çıkardılar. Rıza Sarraf ve adamları Dubai gümrük görevlilerini İstanbul’a getirdiler. On beş gün yedirdiler, içirdiler, ağırladılar. Kadınlar sundular. Bu gümrük görevlileri Dubai gümrüğünün resmi boş evraklarını buraya getirdiler. Nuruosmaniye’de bir büroda sahte konşimentolar düzenlendi. Sahte kaşeler basıldı. Resmi belgeleri böyle doldurup Süleyman Aslan’ın genel müdür olduğu sırada Halk Bankası’na verdiler. Böylece ihracat yapmış gibi göründüler. O aklı da onlara Süleyman Aslan verdi. Bütün bunlar kayıtlarda var.Savcı ise “Kovuşturmaya yer yoktur” derken Halk Bankası’na evrakın sahte olup olmadığını sordu. Halk Bankası’na niye soruyorsun? Bunu Dubai gümrüğüne soracaksın. Ama sorulmadı. O dönem yaşanan ahlaksızlıkları, hukuksuzlukları nasılsa bir gün tarih yazacak. Bir de şu var: Bakanlar işe daha sonra dahil olmuşlar. Bunlar zaten tezgâhı önceden kurup işlerini yürütüyorlarmış. MASAK raporları var. Avrupa’da MASAK gibi kurumlar Türkiye’ye, “Bu paralar şüpheli” diye bildiriyorlar.
– Bu kara paralar dünya finans sistemini altüst etmiyor mu?
E.A.- Tabii ki ediyor. Yeraltı bankacılığı denilen bir sistem var. Yeraltı bankacılığını MASAK gibi kurumlar araştırıyor. Demin de dediğim gibi, “Bunlar tehlikelidir” diye bize rapor yazıyorlar. Bunu da geçiyorum. 18 Nisan 2013’te o zamanki Başbakan Erdoğan’a MİT’ten bir rapor geliyor. Bu raporda, “Rıza Sarraf tehlikeli bir adam. Bakanlarınızla yakınlaşmaya, Türk vatandaşı olmaya çalışıyor” yazılı. Buna rağmen bir ay sonra Sarraf Türk vatandaşlığı için başvuruyor. Göz göre göre ona vatandaşlık veriliyor.
Fidan milletvekilliği zırhına sığınmak istiyor
– Hazır MİT’ten söz açılmışken Erdoğan’ın sır küpüm dediği MİT Müsteşarı Hakan Fidan milletvekili olmak için görevinden istifa etti. Ancak tam da çözüm süreci müzakerelerinin yakında yeniden başlayacağı haberlerinin hemen öncesinde istifa etmesi akıllara acaba sorumluluk üstlenmekten kaçmak istediği sorusunu getirmiyor mu? Ayrıca MİT Müsteşarı’nın devletin sır küpü olması gerekirken nasıl oluyor da tek bir adamın sır küplüğünü yapabiliyor?
E.A.- Türkiye’deki çok kriptolu adam Hakan Fidan. Erdoğan, MİT’i öyle bir duruma soktu ki kendi arka bahçesi haline geldi. MİT teknik bir istihbarat teşkilatıdır. Ama Erdoğan, MİT’i hem insan kaynağı hem de dayandığı maddi güçle bir icra kurulu haline getirdi. Suriye operasyonlarında TSK gibi davranıyor. Hakan Fidan da onun komutanı oldu.
– Süleyman Şah Türbesi’ne iki tane bomba sallayıp Suriye’yle savaş çıkarmak isteyen de Hakan Fidan’ın kendisi değil miydi?
E.A.- Orada gencecik Türk askerlerini öldürüp birilerine saldırı planları yapabilecek kadar da hunhar oldular. Bugün geldikleri nokta herkesin birbirini tehdit eder vaziyette olması. Hakan Fidan artık kendisini milletvekili yapması için dayatıyor. Şimdiye kadar her şey tehlikeliydi ama bundan sonra daha da tehlikeli olmaya başladı. Hakan Fidan’ın kaygısı şu: “İktidar değişirse benim başıma neler gelir?” Yani kendine göre bir milletvekilliği zırhının altına girmek istiyor. Bu ülke, kanunla resmen Türkiye’ye ihanet edilebileceğini gördü. Kaldı ki MİT’e öyle maddi kaynak aktardılar ki MİT’in bütçesi milyar dolarlara yaklaştı.
MİT kontrol edilemez durumda
Buradaki temel konu herkesin, herkesin pisliğini bilmesi. Biri konuşursa herkes konuşur. Yolsuzluk Soruşturma Komisyonu’nda son dakikada olan da buydu. Erdoğan Bayraktar, “Ben ne yaptıysam sen dediğin için yaptım” dedi. Muammer Güler’le Zafer Çağlayan karar vereceğimiz günün bir gün öncesinde Erdoğan’a gidip Bayraktar’ın söylediklerinin aynısını söylediler. “Biz gidersek Bilal, Bilal giderse sen de gidersin. Sırada Hakan Fidan da olur” dediler.Bence şu anda MİT’te olağanüstü bir durum var. Bu kriptolu telefonlar olayıyla ilgili söylüyorum. Ya MİT’in içinde hâlâ direnen bir yapı var ya da Hakan Fidan o kriptolu telefonları kendisi dinletti. Erdoğan’ın evinde bile bir dinleme operasyonu olduğuna dair duyumlar bazı yerlerden gelmişti.Öyle karmaşık bir olay ki… Bakın, MİT büyüdükçe kontrol edilmesi çok zor hale geliyor. Bir de çok kriptolu iş oldukça devlet mekanizması kayboluyor. TİB de öyleydi. Mahkeme kararlarıyla TİB’i tarihe gömmek istemelerinin nedeni orada kendilerinin izlerinin olduğunu bilmeleri. Bakın, dinleme kayıtları siliniyor ama HTS kayıtları silinemez. Acaba o HTS kayıtlarında İsviçre bankalarıyla. Suriye’yle, Irak’la, doğalgaz, petrol satışlarıyla ilgili görüşmeler var mı?
– Erdoğan’ın fezleke dosyalarının kaybolmasına ne diyorsunuz?
E.A.- Bu ülke çok garip bir yere geldi. Fezleke dosyalarının kaybolması bu ülkede artık kanun ve nizamın kalmadığı demektir. İstedikleri kadar kaybetsinler. Aynı bakanların sözde aklanan dosyaları gibi önümüzdeki dönem bunlar yeniden ele alınacaktır. O fezlekeleri kaybedenler ciddi suç işlemişlerdir. Türk Ceza Kanunu’nda bunun karşılığı vardır.Çöplüğün üzerini ne kadar kapatırsanız kapatın bir gün aynı Ümraniye çöplüğünde olduğu gibi metan gazı patlar. Burada da günün birinde sıkışan metan gazı patlayacak ve ortalığa bütün pislikleri saçılacaktır.