TANER BAYTOK Büyükelçi (E)
05 Şubat 2015 Perşembe
Cumhuriyet
Türkiye’deki Siyasi Durum ve Türkiye-AB İlişkileri
Bugün AKP hükümetinin Batı’dan ve AB’den işbirliği bekleme dönemi değildir. Bunun için her şeyden önce beklenen, Türkiye’nin içte ve dışta politikalarını demokratik, insan haklarına ve hukuka uygun hale getirmesidir.
Türkiye Cumhuriyeti hukuk, ekonomi, kültür, eğitim, güvenlik, çevre ve dış politika dahil her alanda tarihinin en bunalımlı dönemini yaşamaktadır. “Gündemi saptırmak” söylemi dahi artık anlamını yitirmiş, gündemde “ehem” ile “mühim” birbirine girmiştir. Bunun başlıca nedeni, iktidardaki AKP hükümetinin son on küsur seneden beri uyguladığı hedefleri yanlış çizilmiş politika ve stratejilerdir.
Ülkeyi yönetenlerin başta devlet olmak üzere hiçbir Cumhuriyet kuruluşuna güven ve saygısının kalmadığı beyanlarından anlaşılmaktadır. Aynı yöneticiler dışarıda da dost, hatta müttefiklerine, üyesi oldukları uluslararası kuruluşlara yükümlülük ve sorumluluklarına ters düşen beyan ve davranış içinde olmaktan adeta zevk ve hınç almaktadırlar.
AKP ülke ve toplum yararına olumlu hiçbir şey üretemeyince, akıldan çok inançla hareket eden bir zümreyi yanına alırken kullandığı “mezhepçilik” ve “Osmanlıcılık” kavramlarına, bu kez kendisi de inanmışçasına, daha da fazla yüklenmiş ve böylece sandık sayesinde iktidarını sürdürmek stratejisi uygulamaya başlamıştır. Bunun bırakın Cumhuriyeti selamete çıkarmayı, desteği arkada tutmaya da yeterli olamayacağı açıktır. Endişe edilen bu işkenceye Türkiye’nin o zamana kadar dayanıp dayanamayacağıdır.
Dışımızdaki dünya da Türkiye’nin bu gidişatından endişe duymaktadır. Türkiye hâlâ kâğıt üzerinde NATO üyesidir. AB ile Türkiye arasındaki tam üyelik müzakere süreci sözüm ona devam etmektedir. Bu kuruluşlar, demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne ve liberal ekonomiye inanan hür ve özgür ülkeler topluluklarıdır. AKP iktidarının bu Batı vetireleri ile ilgili notu düşüktür ve giderek düşmektedir. Dışarıdan gelen ve maalesef gerçeği büyük ölçüde aksettiren milli gururumuzu yaralayan ağır yorum ve görüşler her gün biraz daha artarken bu üyelik ve ortaklığın samimiyeti de inandırıcı olamamaktadır.
Shanghai Grubu’na yapılan üyelik talepleri, Çin’le ve Rusya ile nükleer teknolojik işbirliği arayışları Batı’da hoş karşılanmamıştır. Terörist IŞİD ile dirsek temasına girildiği dedikoduları vardır. Rum Patrik Bartholomeos ile görüşmek amacı ile Türkiye’ye gelen ve sırf protokole uydurmak için Cumhurbaşkanı’nın davetlisi olarak gösterilen Papa Francesco ile yapılan görüşmelerde Vatikan ve Hıristiyanlığa serzenişlerde bulunmak, hele dünyanın tarihi ve bilimsel gerçeklerini temelsiz yenileri ile değiştirtmeye teşebbüs etmek duyulan antipatiyi daha da artırmaktadır…
Batı’nın Ukrayna’yı işgal ettiği gerekçesi ile ambargo uyguladığı Rusya’nın bir nevi yalnızlığa ittiği başkanı Putin’in Rus gazını Avrupa’ya taşıyacak pipe-line projesini iptal ettiğini açıklamak için Türkiye’yi seçmesi ve bu maksatla ülkemize yaptığı ziyaret sırasında yanına Cumhurbaşkanımızı da aldığı görüntüsünü vermesi ülkemiz açısından talihsiz bir oldubittidir. Bu, Putin’in Türkiye’yi kendi emellerine alet etmek cüretinden başka bir şekilde izah edilemeyecek bir davranıştır.
Ülkemizi son günlerde ziyaret eden üst düzeyli AB Komisyonu heyeti ile öze dönük neler konuşulduğu bilinmemektedir. Ancak AB-Türkiye ilişkilerinin sorun ve konularının şu anda teknikten çok stratejik, siyasal ve rejimle ilgili olduğu açıktır. Gelen komisyon heyetinin kompozisyonu da zaten bunu göstermektedir. Bu nedenle Suriye ve IŞİD’in, Putin’in ziyaretinin ve bilhassa Türkiye’deki siyasi durumun ve hak ve hukuk ihlallerinin müzakerelerin ağırlık noktasını oluşturduğunu, bu konularda da taraflar arasında mevcut ciddi görüş ayrılıklarının açıklıkla bir kere daha ortaya çıktığını söylemek kehanet olmayacaktır.
Görüşmelerden önce yayımlanan bir Dışişleri Bakanlığı bildirisinde, görüşmelerin gerçek gündemine temas dahi edilmezken tek sorun oymuş gibi sadece 20 sene öncesinin konusu olan Kıbrıs’tan ve KKTC’nin iyi niyetinden bahsedilmesi Türkiye-AB ilişkilerinden yarar umanlar için tam bir hüsrandır.
Hükümet yetkilileri son zamanlarda, ABD ile AB arasındaki gümrük birliği anlaşmasının Türkiye’yi de kapsaması isteklerini, teknik bir konu olarak, dile getirmekte haklıdırlar. Ama hemen arkasından, bu olmadığı takdirde Türkiye’nin AB ile olan gümrük birliği anlaşmasını feshedeceği tehdidinin savrulmasını anlamak mümkün değildir. Bu tehditte bulunmadan evvel anlaşmadan önce ve sonraki AB-Türkiye dış ticaret rakamlarına bir bakmak yeterlidir.
Kanaatimce feshi, yakıp yıkmayı düşünmeden önce, meseleyi “muslihane” (barışçıl) yollardan çözmek için çaba göstermek diplomasi mesleğinin gereğidir. Nitekim, 1990’lı yıllarda AB ile gümrük birliği görüşülürken de bu nevi sorunlar çıkmış ve halledilmiştir: Avrupa’nın diğer ortak pazarı olan EFTA ülkeleri ile, Polonya, Çek ve Slovakya, Macaristan’la da serbest ticaret anlaşmaları yapılmıştır. ABD’nin anlaşma imzaladığı tek ülke İsrail ile serbest ticaret anlaşması yapmak suretiyle Amerikan pazarına mallarımızın gümrüksüz girmesi için dolaylı da olsa yol sağlanmıştır.
Bugün AKP hükümetinin Batı’dan ve AB’den işbirliği bekleme dönemi değildir. Bunun için her şeyden önce beklenen, Türkiye’nin içte ve dışta politikalarını demokratik, insan haklarına ve hukuka uygun hale getirmesidir. Bunun da mevcut iktidarla sağlanabileceği ümitleri giderek azalmaktadır.