DÜNYANIN EN BÜYÜK YOLSUZLUĞU 17 ARALIK SAVCISINDAN OLAYIN PERDE ARKASI *** 17 Aralık savcısı konuştu: Yüce Divan’a gitse hayatı biterdi * ‘1 Numara Erdoğan’dı’ * Bakanlar yolsuzluğa yol verdi

Can Dündar/Cumhuriyet
24 Ocak 2015 Cumartesi

17 Aralık savcısı konuştu: Yüce Divan’a gitse hayatı biterdi

Can Dündar, 17 Aralık soruşturmasının savcısı Celal Kara ile konuştu. Celal Kara, Can Dündar’a bomba açıklamalar yaptı: ‘1 Numara Erdoğan’dı’

 ‘Yüce Divan’a gitse Zafer Çağlayan’ın hayatı biterdi’

17 Aralık soruşturmasının savcısı Celal Kara, önce soruşturmadan alındı, sonra Afyon’a yollandı, 10 gün önce de açığa alındı. Herkes konuşurken o susup sabırla sırasını bekledi ve açığa alındığı gün, Cumhuriyet’e konuştu: “İsmini geçirmemek için, ‘1 numara’ ve ‘Beyefendi’ diye bahsediliyor kendisinden… Bence perde arkasından işin içindeydi Erdoğan… Ben, ‘1 Numara’nın ve ‘Beyefendi’nin kim olduğunu iddianamede işleyecektim. Yani iddianamede ismi olacaktı.”

 Giriş
Son seçimde AK Parti’ye oy vermiş

Bu röportaj için bir yıl bekledim. İlk teşebbüsüm 17 Aralık’tan hemen sonraydı. O zaman Artı 1 TV’de haberleri sunuyordum. Konuk koordinatörümüz Nilay Can, “Savcı Bey”e ulaşmak için büyük çaba harcadı. Ancak Celal Kara, resmi görevliydi; konuşmadı. Ardından, Ocak 2014’te, 1.5 yıl üzerinde çalıştığı dosya kendisinden alındı; görev yeri değiştirildi.

Celal Kara’nın avukatı Niyazi Atasoy’u aradık. Kendisinin hâlâ resmi görevli olduğunu hatırlatarak görüşemeyeceğini söyledi. Kara, Mart 2014’te Afyon’a sürüldü. Bir kez daha şansımı denedim. Nihayet görüşebildik.

‘Poker face’
Temmuz ayıydı. Ramazandı. Celal Kara, randevumuza avukatıyla geldi. “Poker surat” tabir edilen yapıda, hislerini belli etmeyen, ciddi, az konuşan,ama güven telkin eden biriydi. Bir gazeteciyle buluşmaktan ötürü tedirgindi. Oruç tutuyordu. Erdoğan’ın balkon konuşmalarındaki vaatlerin gerçek olacağına inanarak son seçimde AK Parti’ye oy vermişti. Kendini kandırılmış hissediyordu.

‘Fethullahçı’ damgası
Alnında “Fethullahçı” diye yazmıyordu, ama havuz medyası, bu damgayı vurmuştu çoktan… Ateşle oynamıştı o da… En tepeye tırmanan bir kirli ipin ucunu çekmiş, iktidarı devirebilecek çapta bir yolsuzluğun üzerine kararlılıkla gitmişti. Aylardır üzerinde çalıştığı dosya kapatıldığı gibi, onu 18 yıllık mesleğinden de etmişti. Temmuz sohbetimizi de yazamadım. Ancak resmi görevi sonlanırsa geniş bir röportaj yapmak üzere söz aldım. 16 Ocak’ta açığa alındığına dair tebligatı aldı. Hemen ertesinde sözleştiğimiz röportajı yaptık.

Dava yağmuru
İlk görüşmemize göre daha rahatlamıştı. Dilini bağlayan resmiyet bağı çözülmüştü. Kırgın olduğu kadar kızgındı. Havuz medyasında her gün hakkında iddialar, suçlamalar, hakaretler çıkıyordu. Bunlara tekzip, açıklama, suç duyurusu yağdırıyordu. Açtığı tazminat davalarının sayısı 20’yi geçmişti. 20 kadar daha dava sıradaydı. O suçlamalara cevabını, bu röportajda bir  arada verdi.

17 Aralık’ın perde arkası 

“17 Aralık”, hiç kuşkusuz Türkiye’nin tarihine geçmiş bir dosya adıdır. Onun savcısının yorumları, anıları, açıklamaları, dünyanın her yerinde haberdir. 17 Aralık operasyonunun içeriğini ve perde arkasını okuyunca, soruşturmayı yapan polis ve savcıların, soruşturmayı yazan gazeteci ve yazarların neden hedefe konduğunu ve “Ak”landığını sananların neyi örtmeye çalıştığını daha iyi anlayacaksınız.

– Size yönelik çok suçlamalar oldu, ama sustunuz, konuşmadınız. Nedir son durumunuz? 

CELAL KARA – 16 Ocak itibarıyla açığa alınmış bulunmaktayım. İtiraz hakkımızı kullanabilmek için bu kararın gerekçelerini ve belgelerini istedik. Vermediler. Ancak bizden gizlenen müfettiş raporlarını, havuz medyasının gazetecileri ekranda okuyor. Ve korkutulan meslektaşlarım, açıkça suç oluşturan bu durumla ilgili hiçbir işlem yapmıyor.

– Neyle suçlanıyormuşsunuz?
KARA – Henüz bilmiyorum. Daha önce Afyon’a da gerekçesiz tayin edilmiştim.

– Bu görevden alma, 17 Aralık’ın cezası mı?
KARA – Kesinlikle öyle…

– Peki, sondan başlayalım: Meclis’teki oylamayı izlediniz mi?

KARA – İzledim, ama sonucu biliyordum zaten… “Yüzde 99 gitmeyecekler Yüce Divan’a” diyordum.

– Niye?
KARA – Onlar gitse Bilal de peşlerinden giderdi de ondan…

Aklın alamayacağı bir şey

– Bu çapta bir skandalın kapatılabileceğine inanmıyordunuz değil mi?
KARA – Normalde inanılmaz. Ötelenebilirdi, ama bu kadar büyük hukuksuzluk nasıl yapılabilir; aklın alabileceği bir şey değil. Kapatma gerekçesi olarak ileri sürdükleri şu: “Yolsuzluğu tespit ettiğinde hemen durdurup suçüstü yapacaktın. Şimdi bakanlarla ilgili tapeleri çıkart dosyadan…”

Peki, çıkaralım. Ya kalanı ne olacak? 

Rıza Sarraf’la Süleyman Aslan arasındaki telefon konuşmaları, bunun fiziki ve teknik takibi, buna giden paralar, sahte belge imali ve kullanımı var. Tamamen hukuki olmasına rağmen madem bakanların konuşmalarının dosyadan çıkarılması gerektiğini iddia ediyorsun; sadece onları çıkar o zaman… Sarraf ile Aslan arasındaki tapeler, fiziki takip görüntüleri nedeniyle neden rüşvetten ve resmi belgede sahtecilikten dava açmıyorsun?

Sarraf ve adamlarının Barış Güler’le ve Kaan Çağlayan’la yaptığı konuşmaların hepsinde somut suç bulgusu var. Onlar hakkında niye dava açmıyorsun?

Sarraf ve adamları hakkında niye dava açmıyorsun?

Sonunda yargılanacaklar

– Sizce kapandı mı 17 Aralık dosyası?
KARA – Kapanmadı, kapanamaz. Kapanmasının tek yolu, zanlıların yargı önüne çıkmasıdır. Sonunda nereye kadar gidecekse…

– Yargılanacaklar mı sizce?
KARA – Konjonktür ne olur, onu bilemem. Ama eninde sonunda bu yargılama olacaktır.

– Sizin soruşturmanız sonucu dava açılsa, haklarında ne ceza isteyecektiniz?
KARA – Kişiye göre değişecekti. Çok sayıda rüşvet, resmi evrakta sahtecilik suçlaması vardı. Bir hesaplama yapmadım. Bazılarını azamiden hesaplarsanız belki 500 yıl, asgariden hesaplarsanız 50 yıl çıkar. Ama zaten infazın azami süresi var. Ağırlaştırılmış müebbet değil bunun cezası… Azami yatacağı süre 36 yılı geçemez. Herhalde orada en ağır cezayı Rıza Sarraf alacaktı. Çünkü lider sıfatıyla o örgütün faaliyetleri kapsamındaki tüm suçlardan sorumlu. Tamamından.

– Ya bakanlar Yüce Divan’a gitseydi?
KARA – Zafer Çağlayan’ın hayatı bitmiş olurdu muhtemelen… Çünkü hakkında rüşvet isnadı vardı, altın kaçakçılığı iddiası vardı, örgüt liderliği suçlaması vardı, resmi belgede sahtecilik suçu vardı. Bir rüşvetin cezası 4-12 yılsa, düşünün ki Çağlayan hakkında 28 ayrı rüşvet suçlaması vardı.

‘Erdoğan vardı inkâr mı edeyim?’

– Başbakan, “Asıl hedef bendim. Oğlum üzerinden bana ulaşacaklardı” diyor. Bu iş sonunda Bilal üzerinden Erdoğan’a uzanacak mıydı gerçekten?
CELAL KARA – Burada kimse hedef değildi. Hukuki olarak ne gerekiyorsa, o yapıldı. Dinlemelerde Sarraf’la bakanların ve çocuklarının ilişkisi çıkmasa, biz zorla mı bulaştıracaktık? Yani sen suç teşkil eden işlere girmedin de, biz mi bulaştırdık? Bizim dosyamızda Bilal Erdoğan’la ilgili bariz bir şey yoktu. Ama Başbakan’la ilgili bir şeyler çıkardı. Zaten vardı tapelerde… Var yani, bunu inkâr mı edeyim? Var. Biz polis fezlekelerine de yazmamıştık, Meclis’e gönderdiğimiz bilgi notuna da eklemedik, ama bence işin içindeydi Erdoğan…

– Ne var Erdoğan’la ilgili?
KARA – Rıza Sarraf ile Zafer Çağlayan arasında geçen bir konuşma var. Sarraf, ismini vermeden, “Beyefendi’ye de bir şeyler yapalım” diyor. Çağlayan da ya kıskançlıktan, ya doğrudan adı geçmesin diye, belki ikisini de gözeterek, “Beyefendi’ye değil ama çevresine bir şeyler yapalım” cevabını veriyor. Bunun üzerine TÜRGEV’e 500 bin dolar gönderiliyor. Öyle bir dolaylı irtibat var. Ama orada doğrudan Bilal Erdoğan’ın bir irtibatı yok.

– Ama Başbakan’ın oğluna “Sıfırlayın” talimatı da o gün…
KARA – Soruşturmanın içeriğini tam olarak bilemedikleri ve başlarına ne geleceğini kestiremedikleri için bir tedbir almaydı o…

‘O beni 1 Numara’ya götürecek’

– “Erdoğan işin içindeydi” dediniz. Başından beri mi?
KARA – İlk başlangıcında işin içinde olmadığını zannediyorum. Yani Rıza Sarraf’ın irtibatlarını geliştirmeye çalıştığı aşamada… Ama sonrasında Sarraf, “Beyefendi’ye de bir şeyler yapalım” dedikten sonra ve istisnai yoldan adam başı 1 milyon dolar karşılığında akrabalarını Türk vatandaşlığına geçirdiğinde, zannediyorum artık her şeyden bilgisi var. Tapelere de yansıyor bu… Rıza Sarraf, Abdullah Happani ile görüşmesinde, Egemen Bağış’tan bahsederken “O, beni 1 Numara’ya ulaştıracak” diyor. Bağış’ın üzerindeki 1 Numara kim olabilir? Başbakan’dır.

– Erdoğan’la Sarraf’ın doğrudan teması var mı?
KARA – Başbakan, Sarraf’la doğrudan telefon irtibatı kurmamış. Zafer Çağlayan ve Muammer Güler üzerinden haberleşiyorlar. Güler’le de bu irtibatı gösterir konuşmaları var. Sarraf, bir an evvel abisinin, akrabalarının vatandaşlığa geçmesiyle ilgili “Beyefendi’nin haberi var değil mi” deyince, “Tabii tabii, Beyefendi destekliyor” cevabını alıyor. İstisnai yoldan vatandaşlığa alınma, İçişleri Bakanı önayak olsa bile Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılıyor. Başbakan’ın onayı ve bilgisi olmadan bunların olabilmesine imkân yok. Öbür yandan puzzle’ın parçalarını tamamlayan bir de fotoğraf var: Bir protokol sırasında Başbakan, eşi, bakanlar ve Rıza Sarraf görünüyor. Sarraf kim? Kaç yaşında bir adam? Ne sıfatla o protokol fotoğrafında yer alıyor?

17 Aralık’ı izleyen günlerde Erdoğan, Sarraf için “Hayırsever bir işadamıdır” dedi. Tanışıyorlar demek ki… Hayırseverliğini nereden biliyorsun? Kime ne hayırseverlik yapmış? TÜRGEV’e yapıyor. Ayrıca AK Parti’nin anket parasını da o ödüyor: 350 küsur bin TL… Parti adına dağıtılan Ramazan erzağı için de yüz binlerce lira ödüyor. Bunların hepsinden Başbakan haberdar.

– Öyleyse neden soruşturmayı Başbakan’a kadar uzatmadınız?
KARA – Erdoğan’la ilgili denilebilirdi ki: “Beyefendi’nin o olduğunu nereden biliyorsun?” Dosyanın teknik detayını bilen ben ve kolluk amirleri, bahsi geçenin Erdoğan olduğunu bildiğimiz halde, doğrudan ismi geçmediği için ve “1 Numara” lafı, diğerlerine göre biraz muğlak kaldığı için onu bilgi notuna katmadık. Düşünün ki; durumları çok net olan bakanlar hakkında dahi akla ziyan yorumlarla savunma gerekçeleri üretiliyor, durumu ancak tüm delillerin ve ifadelerin değerlendirmesi sonucunda ortaya çıkabilecek olan Başbakan’ı dosyaya katsaydık neler söylenirdi?

‘İddianamede Erdoğan olacaktı’

– Bu, siyasi bir kaygı… Erdoğan bağlantısı hukuken mi zayıftı?
KARA – Hukuken zayıf değil… Var temeli. Ama o aşamada o ismi ortaya atsanız, bu, tartışmaya açık bir durum olacak. Dosyanın üzerinde gizlilik kararı var. Bunu ben nasıl anlatacağım ki kamuoyuna? “Arkadaş bak, soruşturmaya başladığım dönemde işin içinde bakanlar yoktu. İşin ortasında bakanların ve çocuklarının bu işin içinde olduğu anlaşıldı. Tapelerin tamamını toplayıp detaylı inceledikten sonra da anladık ki, Başbakan da var perde arkasında…” mı diyecektim?

Ama ben bunu iddianamede irdeleyecektim. Başlığı hazırlamıştım:
“Rıza Sarraf liderliğindeki örgütün önünü açmak için üst düzey siyasiler ve yakınlarına yaptığı yardımlar.”  Bu başlık altında, tapelerle birlikte “1 Numara”nın ve “Beyefendi”nin kim olduğu da irdelenecekti.

– Bütün verilere bir arada bakınca rüşvet dosyasında Erdoğan’ın yerini nasıl tanımlarsınız?
KARA – Dönen işlerin Başbakan’dan habersiz, bilgisiz ve izinsiz dönmesine imkân ve ihtimal yok. Telefon konuşmalarına, aralarındaki diyaloglara bakınca kesinlikle diyorsunuz ki, perde arkasından bu işlere yol ve izin veren, Başbakan’dır.

Celal Kara kimdir? 

1968’de Gümüşhane’nin Şiran ilçesinde doğdu. 1992’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. İlk görev yeri, 1996’da gittiği Tunceli Ovacık’tı. 1997-2007 arasında, sırasıyla Amasya Göğnücek’te, Kırklareli Vize’de, Foça’da, Sarıyer’de görev yaptı. 2007’den itibaren 6 yıl boyunca Beşiktaş’taki Özel Yetkili Büro’da 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin duruşma savcılığını üstlendi. Birçok çete dosyasına, “Mavi Çarşı yangını”, DHKP-C, TİKKO davalarına baktı. “Fuhuş ve Askeri Casusluk Davası”nın duruşma savcısı olarak sanıklar hakkında “beraat ve cezalandırmama” talep etti. Balyoz Davası’nda ise, mahkemenin tensiple yakalama kararına bir üst mahkemede yapılan itirazın usul yönünden geçerli olmadığına dair kararı verdi. 2013’te savcılar arasındaki iş bölümü değişikliğiyle, 300 kadar dosyayla birlikte 17 Aralık soruşturmasını da devraldı.


Can Dündar/Cumhuriyet
25 Ocak 2015 Pazar
Cumhuriyet

Bakanlar yolsuzluğa yol verdi… Karım bile bilmiyordu

17 Aralık’ın savcısı Celal Kara, yolsuzluk operasyonunun nasıl hazırlandığını anlattı. Celal Kara, 17 Aralık dosyasını aldığında, soruşturma 13 aydır devam ediyordu. İçişleri Bakanı, oğlunun izlendiğini fark edince operasyonu durdurdular. Sonra da “Ya şimdi, ya asla” diyerek düğmeye bastılar. 

– 17 Aralık soruşturmasından nasıl haberdar oldunuz?

CELAL KARA – Başlangıcında yoktum. 2013 Haziranı’nda tayini çıkan bir savcının yerine getirildiğimde, onun elindeki 300 kadar soruşturma dosyasıyla birlikte bu da bana verildi. O aşamaya kadar kolluk takip ediyordu. Tüm delilleri incelemem, son bir ayda oldu. Detaylar aralıkta netleşti. Aralıkta operasyonu yaptığımda dosya 13 aylıktı. Yani uzun süre o dosyaya ben bakmamışım. Alınan teknik takip kararları vs. bana ait değil.

– Nasıl başlamış soruşturma? 

KARA – 2010 sonunda Rıza Sarraf’ın Rusya gümrüğünde parası yakalanmış. Rus yetkililer bizim makamlara bildirmiş. Biz o zamana kadar Sarraf’ı sadece magazin basınından biliyorduk. Yapılan inceleme sonucu “Burada şüpheli bir para hareketi var” denilmiş. Olay yeri İstanbul diye buraya bildirilmiş. 2012 Temmuzu’nda, “Rıza Sarraf, Kapalıçarşı’da döviz şirketleri üzerinden kayıtsız para transferi ve altın ihracatı yapıyor” diye bir ihbar gelmiş. Bu ihbar üzerine polis araştırma yapmış. Yani ben devraldığımda dosya ve teknik takipler epey ilerlemişti.

‘Hukukçu, davanın siyasi sonucuyla ilgilenmez’

– Bunun hassas bir dosya olduğunu ne zaman anladınız?

KARA – Bu ithamları kabul etmem söz konusu değil. Hadiseler bizi nereye götürdüyse oraya gittik. Özel olarak şu yöne eğilelim demedik. Ama şunu da soruyorum: İktidarın adının karıştığı bir yolsuzluk soruşturması nasıl yapılmalı ki “darbe” diye nitelendirilmesin? Bunu izah edecek bir hukukçu arıyorum.

Endişelenmedim diyemem’

– Dosyanın mahiyetini anlayınca endişelenmediniz mi? Sonuçta iktidar partisinden bakanların çocuklarını takip ediyorsunuz.

KARA – Hiç endişelenmedim demek, hayatın gerçekliğiyle bağdaşmaz. Ama “Hayati bir risk doğar mı”dan çok, “İftiraya maruz kalırsam bunu cevaplandırma imkânım yok” diye bir korkum vardı baştan beri… Çamur atsalar cevap veremezdim.

– Takip bir aşamada deşifre oldu değil mi?

KARA – Evet, Barış Güler’in kuryesi, 25 Ekim’de Orient Sokak’ta takibi fark ediyor. O Barış’a, Barış da babasına haber veriyor. Babası da “Acaba kim takip ediyor” diye istihbarata soruyor. Sarraf’ın evinin önüne bir izleme aracı koyuyorlar.

– Ne yaptınız bu şüphe oluşunca? 

KARA – “Deşifre edecekler” diye düşünerek 27 Ekim’de teknik takibi durdurduk. Operasyondan bir hafta önce yeniden başlattık.

25 Ekim’de Orient Sokak’ta takibi fark eden Barış Güler’in kuryesi, Barış Güler’e o da babası Muammer Güler’e haber veriyor.

17 ARALIK NASIL HAZIRLANDI? 

‘Karıma bile söylemedim’

– 17 Aralık’a yaklaşılan günlerde nasıl bir hazırlık yaptınız?

CELAL KARA – Bir önceki hafta boyunca ben 3-4 kez Emniyet’e gittim. Saatlerce konuştuk. Şimdi hepsi tutuklanmış olan alt kadrolar hazırlıkları yaptı. Bir yandan da “Bu para nasıl geliyor, nerden çıkıyor”; onu çözmeye çalışıyoruz. Operasyona birkaç gün kala, benim sorularım üzerine detaya girilince, sistemi tam çözdük. Onların üzerinde çalıştık. Daha detaylı delil incelemesi yaptık. Sonraki aşamalarda yapılacak işlemleri belirledik. Karşımıza çıkacak engelleri hesaplayarak hazırlık yaptık. Hem 500 küsur sayfalık fezlekeyi hem 309 sayfalık raporu hazırlattım. Bir dirençle karşılaşacağımızı bildiğim için, “Özellikle dokunulmazlıkları bulunanlar hakkında Meclis’e gönderilecek rapor, ilk günden bana gelsin” dedi.

– Kaç kişi biliyordu operasyonun detaylarını?

KARA – Fiziki takibi yapanlar sadece izledikleri kadarını bilir. Dosyanın içeriğini bilmezler. Amirlerinden 2 kişi biliyordu. Operasyonu yürütenler, Yakub Saygılı, Kazım Aksoy, Yasin Topçu, Mehmet Akif Üner, Hüseyin Korkmaz, Savaş Akyol; müdüründen polisine kadar tecrübeli, çalışkan ve dürüst insanlardı. Teknikten dinleme yapan 7-8 memur ve soruları hazırlayan 4-5 kişi biliyordu. Benim kâtibim biliyordu. Yani toplasanız 20 kişiyi geçmez.

– Eşiniz, aileniz biliyor muydu?

KARA – Hiçbirine söylemedim. O gün operasyon yapılıp da medyada ismim çıkınca akşam eşim kızdı, anlatmadığım için… Çocuklar da okuldaki arkadaşlarından duymuşlar. “Oooo baba, ünlü olmuşsun” dediler.

İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın da bilmiyormuş.

KARA – Operasyonu yapan polis şefleri ona söylemiyorlar, çünkü söylerlerse bakana iletmek zorunda kalacağını biliyorlar. Nitekim 17 Aralık’ta kendisi haberdar olduğunda, “Bana iyi ki söylememişsiniz; bilsem, bildirmek zorunda kalırdım” diyor.

17 Aralık günü yapılacakları nasıl planladınız? O gün ilk iş olarak birbirlerini arayacaklarını biliyordunuz. O yüzden mi tekrar teknik takibe başladınız? 

KARA – Bunu bir hafta öncesinden kararlaştırmıştık. Operasyon sırasında özellikle muhabereden çok ciddi delil düşer. Ayrıca şahısların nerde olduğunu belirlemek açısından da önemlidir. Çünkü şahsın nerde olduğunu belirleyemezseniz hem onu hem de aramada elde edeceğiniz birçok delili kaçırırsınız.

‘Evlerden para çıkacağını tahmin ediyordum’

– Evlerde para sayma makinelerinin, kutu içinde paraların çıkacağını biliyor muydunuz?

KARA – Hayır. Onlar o günkü aramada ortaya çıktı. Paratrafiğini fiziki ve teknik takipte görüntülemiştik, ama paraları nerde sakladıklarını bilmiyorduk. Yine de bastığımız evlerden külliyetli miktarda para çıkacağını tahmin ediyordum.

– “Bakan bunu durdurabilir” kaygınız yok muydu? 

KARA – Sabah erken saatte bir operasyon yaptığınız zaman durdurması biraz zordur. Başladığınız anda operasyonu yapmışsınızdır. Ortasında “Ben operasyonu yaptırmıyorum” demek biraz zordur. Onlar da baskın sırasında bir durum muhakemesi yapıyorlar. Sonra ortaya çıkan veriler öyle gösteriyor. En fazla ertesi gün durdurabilirler, ama biz o sırada aramaları tamamlamış, gözaltıları yapmış, delilleri almış oluruz. Burada asıl karşı operasyonu savcıyı ve müdürleri değiştirerek yapabilirlerdi. Müdür değiştirmek kolaydı; onu yaptılar.

Rıza Sarraf ve Halkbankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın tapesinde, sahte belgelerle yolsuzluğa nasıl yol verildiği öğreniliyor.

17 ARALIK SORUŞTURMASI NEDİR?

‘Hem ülke, hem banka soyuldu’ 

17 Aralık dosyasını özetlemenizi istesek, nasıl tanımlarsınız? Nedir yapılan yolsuzluk?

CELAL KARA – Burada temel hedef Rıza Sarraf… İran’ın ambargo nedeniyle elde edemediği parayı transfer edebilmek için yollar arıyor. Burdakiler de bundan gelir elde edebilmenin yolunu arıyorlar. Bizim TÜPRAŞ ve BOTAŞ zaten İran’a borçlu… “Merkez Bankası’nda stoklanan parayı uluslararası normlara uygun olarak nasıl transfer edebiliriz” diye yol arıyorlar, ama paranın boyutu çok büyük. Önce altın ihracatı deneniyor. Ama “Amerika öğrenirse Halkbank’ın oradaki hesaplarına tedbir gelir” diye kaygılanıyorlar. Bunun üzerine ihracata çeviriyorlar işi…

Ambargodaki istisnalar gıda, tıbbi malzeme ve ilaç… Bunların ihracatına izin var. Fakat burda da Sarraf, Türkiye’den ihracat yapmak yerine buradaki şirketleriyle Dubai ile İran arasında yapılacak ithalat ve ihracatın transit tacirliğini yapıyor. Fakat gıda ve ilaç da fazla para tutmuyor. de belirtildiği gibi, azami kapasitesi 5 bin ton olan gemilerle 150 bin ton gıda ihraç edilmiş gibi gösterecek sahte evraklar düzenleniyor. Amaç, bu şekilde ambargoyu delerek, İran’ın bizden alacaklı olduğu parayı transfer etmek…

Normalde bu transfer banka üzerinden yapılsa hem ihracatçı, hem ülke hem de banka kazanacakken sahte işlemlerle, altın gibi vergisi olmayan değerler ihraç ederek ülkeye vergi kaybettiriyorlar.

– Bakanların burda rolü ne?

KARA – Bakanların 2 rolü var:

Bir: Sarraf’ı bu işte tek tabanca kılmak için başkasının bu işe girmesini engellemek…

İki: Mahiyetini bildikleri bu yolsuzluğa sahte belgelerle yol vermek…

Zaten bir tapesi var Süleyman Aslan’la Rıza Sarraf’ın…

“5 bin tonluk gemiyle 150 bin ton taşımış gibi göstermişsiniz. Bu kadar da göze sokmayın, daha makul şekilde yapın” diyor. Yani faaliyetin yasal olmadığını, belgelerin sahte olduğunu bilmelerine rağmen yol veriyorlar.

İran açısından bir kayıp yok. Onlar bu parayı ambargodan kaçırıp ülkelerine transfer edebilmek için yüzde 10’a yakın miktarını feda ediyor. Ve bunu açıklarken “Burda asıl sizin ülkeniz ve bankanız zarara uğradı” diyor. Gerçekten de bankanın kasasına girmesi gereken para, “komisyon” adı altında şahısların cebine rüşvet olarak gidiyor. Uluslararası arenada da ambargoyu delmek için devlet görevlilerinin böyle yakışık almayacak metotlar kullanması da ülkenin itibarını zedeliyor.

Rıza Sarraf mı bakanları buluyor, yoksa devlet böyle bir kararı uygulamak için Sarraf’ı mı tercih ediyor? 

KARA – Bizim elimizde Sarraf’ın Zafer Çağlayan’la nasıl ve kimin aracılığıyla tanıştığına dair bir bilgi yok. Ama bildiğimiz, Sarraf’ı Egemen Bağış’a Zafer Çağlayan götürüyor. Muammer Güler’i ise İstanbul’da “30 yıllık dostum” dediği Berber Yaşar tanıştırıyor. Sarraf, bakanla görüşmesinin ayrıntılarını Berber Yaşar’a aktarırken dinlemeye takılıyor.

– Sarraf’ın Güler’den beklentisi ne?

Ambargo nedeniyle İranlılara bankacılık işlemlerinde kırmızı alarm var. Bundan sıyrılmak için başka ülke vatandaşlığına giriyorlar. Sarraf ve ailesi de TC vatandaşı olmak istiyor. Hem bunun için, hem koruma talepleri için İçişleri Bakanı ile tanışmak çok önemli…

– İzleme sürecinde devlet katından müdahale olmadı mı?

KARA – Olmadı, olamaz da zaten… Soruşturma gizli yürütülüyor. Biz de kollukla uyum içinde çalışıyoruz.

– Onların işi daha zor… Amirlerine karşı bir operasyon hazırlığındalar sonuçta…

KARA – Hem zor, hem kolay… Sığınacakları bir yer var: “Savcının emrini yerine getiriyoruz” derler. Onlar talepte bulunsa bile biz onay vermeden yapmalarına imkân yok. Biz de mahkeme kararı gerektiren konularda mahkeme kararı alarak yapabiliyoruz.

Mahkemeden karar çıkartmakta zorluk yaşadınız mı? 

KARA – Orda hiç sorun çıkmadı. Takip talebinin altını dolduracak delil ve bulgular, talebin altına ekleniyordu. Yani “Fiziki takipte bunu görüntüledik” veya “Teknik takipte bunların da dinlenmesi gerekiyor” diye… Hiçbir talebimiz reddedilmedi. 32 mahkemeden ortalama 2- 3’er karar alsanız, düşünün kaç sefer verilmiş. Bunların bir de uzatmaları var. Herbirinde yeniden incelenmiş. Hiçbirinden ret kararı çıkmamış.

NEDEN 17 ARALIK’TA YAPILDI? 

Operasyona başladığınızda seçime 3.5 ay kalmıştı. Bunun siyasi tartışma yaratacağı belliydi. Niye o tarihi seçtiniz?

CELAL KARA – Hukukçu, soruşturmanın zamanıyla da ilgilenmez. Bizi şartlar o zamanda zorladı:

Birincisi bütün deliller toplanmıştı; daha fazla beklememizi gerektiren bir durum yoktu. Takibi kestiğimiz tarihle operasyona başlayacağımız gün arasında soruşturmayı tamamlamak için 35- 40 gün gibi bir süremiz vardı.

İkincisi, soruşturmadan şüpheleniyorlar, ama bir türlü deşifre edemiyorlardı. Barış Güler, kendisi hakkında soruşturma olup olmadığını birilerine sorduruyordu. İstihbarat şube müdürü, -suç olduğu halde- “Soruşturma var mı” diye hem sözlü, hem yazılı olarak soruyordu. İçişleri Bakanı’nın ciddi girişimleri vardı.

Üçüncüsü, biz bu soruşturmayı kollukla yürütüyorduk.

İçişleri Bakanı, şüpheleri artınca şube müdürlerini değiştirecekti. Ne varsa onlardan öğrenecekti. Organize ve mali şube müdürleri görevden alınacaklarını 17 Aralık’a birkaç gün kala öğrendiler. “Bizi alacaklarına dair ciddi duyumlar geliyor. Yerimize gelecek isimler bile belli… En fazla birkaç günümüz kaldı. Şimdi yaptık yaptık, yapamazsak bir daha hiçbir zaman yapılamaz” dediler. Operasyonu 2-3 gün farkla kurtarabildik.

Yani, “48 saat içinde yaptık yaptık, yoksa kapanır bu dosya” diye mi düşündünüz?

KARA – Evet. Nitekim soruşturmadan haberdar olsalar neler yapacakları, sonradan yaptıklarından da görüldü. 2-3 gün daha beklesek, soruşturmayı yürüten şube müdürleri görevden alınmış olacaktı. Yeni gelen polisler, talimatları yerine getirmeyecekti. Her şey deşifre olacaktı. Kaçanlar kaçacaktı. Yapamayacaktık. O yüzden “Hemen yapalım” kararı verdik.

Müdürler bana, “Operasyon başladıktan sonraki 12 saat içinde bizi görevden alırlar” demişlerdi. Yanılmışlar. 15 saat sürdü alınmaları…

O gece 2 gibi alındılar.

 

This entry was posted in Gundem, HUKUK-YARGI-ADALET, SİYASİ TARİH, YOLSUZLUKLAR. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *