Necati Doğru
necatidogru@sozcum.com
29 Aralık 2014
Sözcü
Karanlık el!
Ben ve benim gibi olanlar “bölünme süreci” diyoruz. Biz Türkiye’nin bölünmesini istemiyoruz. Bölünme olursa en büyük yıkımı Kürt vatandaşların çekebileceğini düşünüyoruz. AKP’nin liderlerinin başta kalabilmek için “bölünmez bütünlüğü parçalamayı kabul ettiklerini fakat bunu halktan başarılı bir şekilde gizlediklerini” varsayıyoruz.
Görüşümüz eleştirilebilir.
Peşin yargı sayılabilir.
Yanlış da çıkabilir.
İtiraf edeyim; “görüşümüzün yanlış çıkması” beni sevindirir ancak son 12 yıldır bu hükmü boşa çıkartacak tutarlı bir gelişme henüz görmedim. Tam tersi oldu.“Bölünüyoruz yargısı” güçlendi.
İktidar partisi önde gelenleri ve sözcüleri ise “Asla bölünmüyoruz fakat barışıyoruz” iddiasını hep dile getirdiler.
Adına “Barış Süreci” dediler.
Sonra yafta değiştirdiler.
“Çözüm Süreci” yaptılar.
Çözüm için TSK silahı bıraktı.
Ordu kışlasına çekildi.
PKK ise silahı bırakmadı. Güçlendi. Moral buldu. Destek genişletti. PKK, “terör örgütü” diye tanımlanmaktan çıktı, “Müzakere Masasının Kandil Ayağı” yapıldı. Güneydoğu ile Doğu’da “Egemenlik ile kamu düzenini sağlama” hakkı PKK’ya onun sivil ve silahlı uzantılarına terk edildi. Yerel yönetimler üzerinden “bir özerklik formülü” bulunduğu fısıldanmaya başlandı. Bu tablodan nasıl bir sonuç çıkacağı; çözüm sürecinin sonunda “bölünüp parçalanmadan tek bayrak altında” kalarak PKK’yı nasıl ikna edeceğini iktidar sözcüleri; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, MİT Başkanı, yandaş kalemler, akil adamlar, akile hanımlar, saray dalkavuğu aktörler, aktrisler açıklayamıyor. Genelkurmay da orduyu garnizonlara kilitledi, susuyor.
Ordu sustukça!
Süreç hız kazandı dediler.
Süreç hız kazandıkça!
PKK, saldırganlaştı.
Önceki gün Cizre’yi yaktı.
3 kişi öldü. Çok yaralı var.
Kürt, Kürt’ü kurşunladı.
PKK taraftarı Kürtler’in yaktığı HÜDA-PAR taraftarı Kürtler’in evlerindeki ateşi söndürmeye gelen polis panzerleri ise “özerk bölge ilan etmek için sokak başlarına kazılan hendekleri” geçemedi. “Çözüm Süreci” sözcüsü olsun diye Yalçın Akdoğan adlı bir bakanı görevlendirdiler.
Cizre’de ne oluyor?
Kürt, Kürt’ün evini niçin yakıyor?
Bu Bakan’ın, soruya ezberlenmiş
cevabı aynı:
Süreçte sona yaklaştık.
Sabotaj yapılıyor.
Karanlık el devreye girdi.
Sayın Bakan!
Görüşmelerini yürüttüğünüz sürecin bu noktasında “PKK’lı Kürt’ü, HÜDA-PAR’ lı Kürt’ün evini yakmaya kışkırtan o karanlık el kimse bulup çıkartmak” sizin göreviniz değil mi?
Kim bu karanlık el?
Sizin Türk toplumundan gizlediğiniz “çözümün” hangi noktasında PKK’lı Kürt ile HÜDA-PAR’lı Kürt anlaşamıyor ki, Cizre’de birbirinin evini yakıyor?
Sayın Bakan!
Siz kimi tutuyorsunuz?
PKK’lı Kürt’ü mü?
HÜDA-PAR’lı Kürt’ü mü?
Söyleşi
Cahit Kayra yazdı!
26 Aralık günü bu köşede yer alan “Osmanlı’dan bize kalan miras” başlıklı yazıma Cahit Kayra’dan bilgilendirici bir destek geldi. Sizinle paylaşıyorum: “Ben ilkokul eğitimini eski alfabe ve belli bir eski dil ile okudum. Lisede FELSEFE, AHLAK VE ESTETİK konuları vardı. Öğretmenimiz Suut Kemal Yetkin’di. Tanzimat öncesi ve Tanzimat sonrası yazı dilini biraz bilirim. Yani bugün Nişancı Mehmet Paşa’nın tarihindeki HEŞT BEHİŞT, Baki Efendi’nin MÜJE HAYLİN, Tevfik Fikret’in DğDU MUANNİD sözcüklü anlatılarını bir ölçüde okuyup anlayabilirim. Bugün, Felsefe eğitiminde eskiye dönüp TAHTEŞŞUUR, TEKABÜLÜBASİT, MÜCANESET sözcüklerinin kullanılmasını düşünmek gerçek dışı, boş, anlamsız ve bir bakıma kafa karıştırmaya yönelik bir davranıştır. Eski dil ile isterseniz ABES diyebilirsiniz. Ben böyle düşünüyorum. Cahit Kayra.”