Hurafeci Erdoğan

Soner Yalçın
20 Kasım 2014
Sözcü

Twitter: hsoneryalcin
E-mail: syalcin@sozcu.com.tr

Hurafeci Erdoğan

Erdoğan, “Amerika kıtasını Kristof Kolomb‘dan önce Müslümanlar buldu” sözünü eleştiren köşe yazarlarına şöyle seslendi: “Çünkü bunlar bir Müslümanın bunu yapabileceğine hala inanmadılar. Bu milletin evlatlarının bunu yapabileceğine hiçbir zaman inanmadılar.”

Erdoğan bilimin diliyle değil hurafeyle konuşuyor; ve bu nedenle gerçekle bağını hep koparıyor. Hakikat şudur:

Yunan ve Latin kültürü çökerken, İslam, 6’ncı yüzyılda Arap yarımadasında olağanüstü bir devrim yaptı. Düşünsel ve bilimsel gelişmelere kaynak oldu. Bu durum, siyasi birliktelik, merkezi otoritenin oluşması, kurumlaşma, ticaretin gelişmesi, kentleşme, ulaşım, silahlanma, teknoloji, sosyal düzenlemeler gibi atılımların yolunu açtı. Edebiyat-sanat bunun dışında değildi.

Müslüman alimler ardı ardına buluşlar gerçekleştirdi. Batı ortaçağını yaşarken Doğu’da erken Rönesans rüzgarları esiyordu.Müslümanlar, İslam dinamizmiyle kısa zamanda büyük askeri fetihlere çıktı. Roma ve Bizans zulmünden kaçan halklar kurtuluşu, “eşitlik”, “özgürlük”, “kardeşlik”, “adalet” vaat eden İslam’da buldu.Bu süreç dört asır sürdü.

İktidarı elinde tutan Arapların, “öteki halkları” küçümseyen tavrı, toplumsal sınıfların isteklerine yanıt vermemesi, onları refaha ortak etmemesi, yani zenginliği paylaşmak istememesi sorunlar çıkardı. Bunlara bir de Moğol istilası eklenince, Arap yönetimi, yoksul mazlumları baskı altında tutmak için sertleşti, gericileşti.
“Zararlı düşünceyle” yani kuşkuculukla/soru’yla mücadeleye başladı.

Hz. Muhammed’in, “Bilim adamlarının mürekkebi şehitlerin kanından daha kıymetlidir” sözü unutturuldu.Bilim adamları, kitaplar, kütüphaneler, ilim merkezleri inancı sarsacak kötülüğün kaynağı olarak görülmeye başlandı.

Galipler-mağluplar

13’üncü yüzyıl başında İslam aydınlığı çöktü.İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Farabi, dogmatizme önderlik eden Eş’ari-Gazali düşüncesine yenildi.Akli ilimler karşısına nakli ilimler (dinsel bilimler) ile çıkan Eş’arilik kazandı. Onlara göre akıl, hedef alınan mutlak hakikate ulaşmakta yetersizdi; aklın yerini sezgi, gönül almalıydı.

Böylece… İnanç ile aklı uzlaştırmak isteyenlere kafir denmeye başlandı.Ömer Hayyam gibi düşünürler bile Müslüman olduğunu ispat için, çalışmalarını bırakıp hacca gitti. Gerçeğin peşinden koşan İbn-i Rüşd eve hapsedilip gözetim altında tutuldu.

Sonuçta, Doğu, “aklını” kaybetti; aydınını katletti ve -Samir Amin’in deyişiyle- kuşkuculuğun yerini Hinduculuktan esinlenen çilecilik aldı.İslam coğrafyası, rasyonel düşünceden kopan, bilgiyi aramayan ve zaten bilginin ne işe yaradığını anlamayan, basit yorumlarla yetinen, kaba biçimsel kalıplara boyun eğen, cahiliye dönemi inançlarını sürdüren hoşgörüsüz gericilerin elinde kaldı.

Düşünceye, bilime düşman dinciler ve onların koruyucu iktidarları yüzünden aydınlanmacı İslam, feodalizm bataklığına saplanıp kaldı.Batı ise, Müslüman alimlerden öğrendiğini hayata geçirdi; inanç ile bilgi arasına kesin bir ayrım koydu; kuşkuculuğun, çeşitliliğin, açık görüşün ve tartışmanın hoş görüldüğü Rönesans’ı kurdu. Coğrafi keşiflere imza attı.

Kristof Kolomb’un 1498’de Haiti’den yazdığı mektuba göre, Amerika’nın keşfi İbn-i Rüşd’ün kaydettiği bilgiler sayesinde gerçekleşti.Uluğ Bey‘in hazırladığı dünya haritasının kaşif kaptanlara rehberlik ettiğini bilmeyen mi var?

Gerçek ile hurafeyi karıştırmamak lazım…Reddederim

Erdoğan köşe yazarlarını eleştirirken “özgüven” eksikliğinden bahsetti. Kendi adıma bunu redderim. Defalarca yazdım…İslam’ın uygarlığa katkıları görmezlikten gelinerek tarih yazılamaz…

Bağdat, Endülüs, Sicilya, Şam, Semerkand, Horasan, Kahire, Herat gibi İslam’ın bilim merkezleri inkar edilebilir mi?

Cahız (776-869), El Kindi (801-866), Razi (865-925), Farabi (870-950), Biruni (973-1051) İbn-i Sina (980-1037), Ömer Hayyam (1048-1131), İbn-i Rüşd (1126-1198), Nasreddin Tusi (1201-1274) ve yüzlerce Müslüman düşün adamı nasıl görmemezlikten gelinebilir?

Rönesans ortalarına kadar Avrupa’da yazılmış bütün aritmetik kitaplarının kaynağı Harezmi’nin (780-850) “Hesab-ı Hindi”si değil mi?

İnsanlık, ondalık kesirler sistemini Gıyaseddin Cemşid‘den (1380-1437) öğrenmedi mi?

Trigonometriyi bütün esaslarıyla Ebu’l Vefa Buzcani (940-998) yeniden kurmadı mı?

Matematikte devrim yaratan “sıfır”ı 976’da Muhammed bin Ahmed keşfetmedi mi?

Modern optiğin ilk tohumlarını İbn-i Heysem (957-1029) atmadı mı?
“Alkool” sözcüğü bile Doğu’dan Batı dillerine geçti. Sadece bir tek sözcük değil dillerine geçen; kimya, cebir, ziraat, botanik, narenç, zafran, suda, kutun, nilüfer, şerap ve yüzlercesi…

Avrupa, katarakt, çiçek ve kızamık hastalığını ilk kez Müslüman alimlerden okudu; cerrahi müdahalelerde uyuşturucu kullanmayı, yüksek ateşi soğuk su banyosuyla düşürmeyi, damardan kan akıtma gibi tedavi yöntemlerini Müslüman tıp adamlarından öğrendi.

Bugün sıklıkla dile getirilen, “insan bedeninin doğal iyileştirici yeteneğini” ilk keşfedenler de Müslüman tıp adamları değil miydi? İçi delik iğneyi 1256’da Al Mahusen‘in bulduğu gerçeği reddedilebilir mi?
Şam’da 1298’de ölen İbn-i Al Nafis, Portekizli Servet’e atfedilen kan dolaşımı sistemini ondan 300 yıl önce keşfetti.

Modern sosyolojinin kuruluş yolunu İbn-i Haldun açmamış mıdır?
Taberi’siz (839-922), Mesudi’siz (ö 956), İbn-i Miskeyf’siz (ö 1030) tarih yazılabilir mi?

Uzatmaya gerek yok…Soru şudur:

8-12. yüzyıl arasında altın çağını yaşayan İslam aydınlanmasını kimler, neden, nasıl söndürdü?

Türkiye’yi ortaçağ karanlığına sürükleyen Erdoğan’ın asıl buna kafa yorması gerekiyor. Ama nerdeee?

Dünya, Rosetta uzay aracının Philea kuyrukyıldızına inişini konuşuyor; Erdoğan’ın lafına ise gülüyor.Fark, 21. yüzyılın başında budur.

This entry was posted in Bilim ve Teknoloji, DİN-İNANÇ, SONER YALÇIN yazıları. Bookmark the permalink.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *