Prof. Dr. Salih Özbaran
12 Kasım 2014 Çarşamba
Cumhuriyet
‘Ağaç İçin Balad’
Nedendir bu yeşile, çevreye karşı kin, girişilen kıyım? Niçin kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan, din duygularını durmadan okşayan iktidar sahiplerinin bu yeşil yağması? Nedendir yağmur duasına çıkan politikacıların inadına tabiatı tahrip etmeleri? Nedir şu doyumsuz kazanç hırsı? “Orman, su varsa hayat var” diye reklamları işgal etmiyor muydu bir bakanlık? “Kıyamet koparsa dahi elinizdeki fidanı dikiniz” değil miydi kutsal emir?
7 Kasım 2014 günü televizyon ekranlarında doğa tahribatına ilişkin haberleri izlerken ertesi gün sorumlu gazeteciliğin sayfalarına yansıyan görüntülere bakarken, kasabamın Çaldağı hiç çıkmadı aklımdan. Soma’nın Yırca’sında zeytinine tırpan vurulan köylü kadının feryadını izlerken muhtarın ağaç kıyımı karşısında -çaresizgözü yaşlı duruşuna bakarken yüreğim parçalandı.
Validebağ’da bir doğa parçasını korumak isteyen dirençli doğaseverleri seyrederken onlara karşı zırhlar içinde ve acımasızca girişilen kaba kuvvetlere tanık olurken beynim uyuştu. Tarihçiliğim beni yüzyılların kemirdiği tabiatı düşündürdü. Bir arpa boyu gelişemedik mi biz insan haklarını, doğa güzelliğini yüceltmede? 5-6 bin zeytin ağacının insafsızlarca harekete geçirilen makinelerle köklenip sürüklenirken kesilen ağaç (başta çam) sayısı 300.000’e dayandığı belirtilen memleketim Turgutlu’nun Çaldağı’ndaki doğa ve tarih kıyımını yeniden ve yeniden gözümün önüne getirdi.
Nedendir bu yeşile, çevreye karşı kin, girişilen kıyım? Niçin kendilerini muhafazakâr olarak tanımlayan, din duygularını durmadan okşayan iktidar sahiplerinin bu yeşil yağması? Nedendir yağmur duasına çıkan politikacıların inadına tabiatı tahrip etmeleri? Nedir şu doyumsuz kazanç hırsı? “Orman, su varsa hayat var” diye reklamları işgal etmiyor muydu bir bakanlık? “Kıyamet koparsa dahi elinizdeki fidanı dikiniz” değil miydi kutsal emir? “Ormanlarımızdan bir ağaç kesenin kellesini keserim” diye rivayet edilen ferman Fatih Sultan Mehmed’e ait değil miydi?
Kızılderili Geronimo’nun “Son ceylan vurulduğunda/ Son kuş öldürüldüğünde/ Son ırmak kuruduğunda/ Son ağaç kesildiğinde/ Paranız ne işe yarar?” sözlerini yinelemiyor muydu dönemin Başbakanı?
Bu kadar kör eder mi insanı emperyalizm, insafsız kapitalizm? Hiç düşünmezler mi kendilerini yetkili sanıp, iş makinelerini zeytin ağacının, çamın üstüne sürenleri, köklerini kazıyan yerli ortakları? Hiç öngörmezler mi çocuklarının, torunlarının karşılaşabilecekleri felaketleri, korkunç zararları? Nutkum tutulmuş vaziyette!
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Bilginlerin ne denli uyarılarda bulunduklarını yinelemeyeceğim. Bir şiir, Cevat Çapan’ın Lyudmila İsaeva’dan 25 Temmuz 2013 tarihinde Cumhuriyet Kitap’ta yansıttığı “Ağaç İçin Balad” dizelerini sıralayacağım yalnızca:
“Ben bir ağaç tanıyorum, tanyeri kızıllığında, kendi kendini büyüten büyük yalnızlığında.
Kuşlara seviniyor ve şafağın söküşüne ben nasıl seviniyorsam, Tanrı’nın her gününe.
Geçen ömrü kesinlikle takmadığı besbelli ben nasıl umursamazsam cennetle cehennemi.
… Ey ağaç,
Sen bilmezsin ki o uzak dalgınlığında, biz ikimiz tutsağıyız aynı gücün aslında acımasız yazgımızca her an izlenmekteyiz yani birbirine ait benzeş varlıklarız biz.
Ömür mumum yavaş yavaş sönmekte seziyorum
Bu demek ki bitmek üzere tansıksı güzel oyun;
Bu demek ki beklenmedik en katil bir şafakta
Seni de boğazlayacak görülmeyen bir balta…
Her şeyim susacak benim. Dilim de dolaşacak.
Senin yeşil kanın akıp benimkine koşacak
Ve sen yükleyip ruhumu en süratli teknene
Geçirip götüreceksin zaman ötelerine…
Ve bir daha ne kuş sesi ne de doğuşu ay’ın…
Bir daha başka bir dünya -sen hem tabut, hem de haç-
Benim son sığınağım, kader dostum ey ağaç,
Neredesin – senin için önceden ağlayayım.”